Bir gün Hz. Ali, Hz. Fatima’ya, Ya Fatima, yiyecek bir nesne var mı çok acıktım
dedi. Hz. Fatima, şu anda hiçbir şey yok. Lakin mendil ucunda bağlı, altı akçe var.
Onları al, pazardan bir şeyler getir. Hem Hasan ve Hüseyin meyve istemişlerdi,
onlar için de bir miktar meyve alırsın dedi.
Hz. Ali o altı akçeyi alıp, pazara gitti. Yolda giderken, bir Müslümanın eteğine
yapışmış birisini gördü, artık seni bırakmam, ya hakkımı ver ya da gel mahkemeye
gidelim diyordu. O dertli adam ise, bir kaç gün daha bana mühlet ver diye
yalvarıyordu. O da, hayır, benim de sıkıntım var diyordu.
Hz. Ali bunların çekişmelerini görünce, yanlarına varıp, davanız kaç akçedir dedi.
Altı akçedir dediler. Hz. Ali, bu müslümanı sıkıntıdan kurtarayım, Fatıma’ya bir yol ile cevap veririm
diye düşündü ve altı akçeyi alacaklıya verip, o müslümanı ızdıraptan kurtardı.
Hz. Ali bir zaman Fatıma’ya ne cevap vereyim diye tefekküre vardı. Bir miktar
zaman üzüldü. Sonra, Fatıma Resulullahın kızıdır, buna bir şey demez, o da
memnun olur dedi. Eli boş eve gelip, kapıyı çaldı. Hasan ve Hüseyin babalarının
meyve getirdiklerini zan edip koşarak geldiler. Bir şey getirmediğini görünce
ağlamaya başladılar. Hz. Ali Hz. Fatıma’ya, o altı akçe ile bir müslümanı hapisten
kurtardım deyip olayı anlattı. Hz. Fatıma, ne güzel yapmışsın ya Ali, elhamdülillah
bir müslümanı sıkıntıdan kurtarmışsın, Allahü teâlâ bize kâfidir, dedi.
Hz. Ali, iki şehzadenin ağladıklarını görünce; mübarek gönüllerine üzüntü gelip,
bu elem ile dışarı çıktı. Resulullahın huzuruna varıp, cemali şerifini müşahede
ederek, bu gamdan kurtulayım niyeti ile gitti. Zira bir kimsenin yüzbin gamı olsa,
Resulullahın mübarek cemaline nazar eylese [baksa], bütün gamı ve gussası gittikten
başka, kalbine birçok sürurlar ve safalar hasıl olurdu.
Biraz gittikten sonra, yolda elinde bir besili deve tutan bir kişiye rast geldi.
Hz. Ali’ye dedi ki, ey yiğit, bu deveyi satarım, alır mısın? Hz. Ali, hazır akçem
yoktur dedi. O şahıs, sana veresiye veririm dedi. Hz. Ali, ne kadara verirsin diye
sordu. Yüz akçeye veririm dedi. Hz. Ali, kabul, alırım deyince o şahıs da razı olup,
öyle olsun dedi. Deveyi Hz. Ali’ye teslim etti.
Hz. Ali, devenin yularından tutup biraz gittikten sonra bir başka şahsa daha rast
geldi. O şahıs, ya Ali ne güzel deveymiş bu, bana satar mısın dedi. Hz. Ali,
evet satarım dedi. O şahıs, daha fazla eder ama üçyüz akçeye bana verir misin diye
sordu. Veririm dedi. O şahıs çıkarıp üçyüz akçeyi verdi. Hz. Ali de deveyi teslim etti.
Hz. Ali ilk sattığı kimseye borcunu ödedi ve doğru pazara gitti. Yiyecekler ve meyveler alıp eve geldi. Kapıyı açıp içeri
girdiğinde şehzadeler sevinip meyveleri alıp yemeye başladılar. Hz. Fatıma, ya Ali
bu akçeyi nereden aldın diye sordu. Hz. Ali meydana gelen hadiseyi anlattı.
Ondan sonra yemeği yiyip, Allahü teâlâya hamd ettiler. Hz. Ali, şimdi ben,
Resulullahın meclisine gideyim dedi ve kalkıp dışarı çıktı. Az gitmişti ki, karşıdan
Resulullah efendimiz göründü. Hz. Ali’ye tebessüm ederek buyurdu ki, (Ya Ali, deveyi
kimden satın aldın kime sattın bilir misin?) Hz. Ali, Allah ve Resulü bilir dedi.
Resulullah, (Ya Ali, sana deveyi satan Cebrail aleyhisselam, satın alan da
İsrafil aleyhisselam idi. O deve Cennet develerinden idi. Ya Ali, sen o müslümanın
sıkıntısını giderdiğin için, Allahü teâlâ razı oldu ve senin sıkıntını gidermek için
bunu ihsan etti. Ahirette vereceğinin, ihsan edeceğinin hesabını ise O'ndan gayri
kimse bilmez) buyurdu.