İslam'ın yüz akı şahsiyetlerinden biri olan Hz. Ömer hakkında yazı yazmak,
onun bereketli hayatını birkaç sayfaya sığdırmak gerçekten kolay bir iş değildir.
Hz. Ömer dediğiniz zaman cahiliyede geçen 33 yıllık samimi bir hayat demiş
olursunuz. O küfründe de samimi idi; İslam'a geçince daha da samimiyeti ziyadeleşti.
Küfründe samimi olduğu için Efendimiz (sas) ona ve dayısı olan Ebû Cehil'e dua
etmiş: "Allah'ım! İki Ömer'den biri ile bu dini güçlendir" demişti.
Ona bu duanın yapılmasının nedeni samimiyeti idi.
Hz. Ömer dediğiniz zaman İslam yolunda geçen 28 yıllık bir hayat demiş
olursunuz. O hayat, öyle bir hayattı ki, 6 yıl geç gelmişti ama o geç
kalışını basamakları ikişer ikişer çıkarak arayı kapatmış, 6 yıl geç
gelmesine rağmen Efendimiz'in (sas) soluna geçmiş, o makamın hakkını ödemiş,
hep Efendimiz'i kendinden razı etmişti. Ne kadar cahiliye yolunda gayret etmiş,
mücadele vermişti ise daha fazlasını İslam için vermiş, hayatının boşa
geçen zamanlarının kefaretini ödemiş biri idi.
Hz. Ömer dediğiniz zaman 2,5 yıl Hz. Ebû Bekir'in hilafet günlerinde
nasıl halifeye vezir olunur bunu hayatı ile gösteren; Ridde olaylarında,
Kur'an'ın mushaf haline getirilmesinde, fetih hareketlerinde, her hayırlı
işte öncü olan biri demiş olursunuz.
Hz. Ömer dediğiniz zaman 10,5 yıl hilafet günlerinde adalet, izzet, fetih,
adına çok şey söylemiş olursunuz. O öyle bir yönetim tarzı ortaya koymuştu ki
değil sadece dostları düşmanları bile kendisine hayran bırakmış, her işi ile
attığı her adımı ile İslam'ın en büyük mucizesinin insan yetiştirme olduğunu
âleme göstermiş, mucize istersen eğer İslam'dan önce Ömer, İslam'dan sonra
Ömer dedirtmiştir.
İşte böyle bir şahsiyet olan Hz. Ömer'i birkaç sayfa da anlatmak gerçekten
kolay değildir. Bundan dolayı biz bu yazımızda "Hz. Ömer hakkında doğru
bildiğimiz yanlışlar" başlığında, onun hakkında zihinlerimizde var olan
bazı yanlış ve eksik bilgileri düzeltmeye çalışacağız.
Nedir peki Hz. Ömer hakkında doğru bildiğimiz yanlışlar?
Biz bu başlık altında sadece beş hususa değineceğiz. Bunlar;
1- Hz. Ömer, gerçekten kendi elleri ile kız çocuğunu toprağa gömdü mü?
2- Hz. Ömer, gerçekten kırkıncı Müslüman mıydı?
3- Hz. Ömer, gerçekten Efendimiz'i (sas) öldürmek için çıktığı yolda mı dirildi,
iman etti?
4- Hz. Ömer, gerçekten İslami sahada istediği gibi maslahat öncelikli bir
duruş mu ortaya koydu?
5- Hz. Ömer, gerçekten sadece celal sıfatının sahibi biri miydi?
Buyurun bu maddeleri birer birer ele alalım.
1- Hz. Ömer, gerçekten kendi elleri ile kız çocuğunu toprağa gömdü mü?
Hz. Ömer'in İslam öncesi hayatı anlatılırken en fazla gündeme getirilen mesele
kendi elleri ile kız çocuğunu toprağa gömüp gömmediğidir. Ancak bu konuda kaynak
niteliğinde olan eserlerimizin hiçbirinde böyle bir rivayet geçmemektedir.
Hz. Ömer, bu olayı anlatmıştır; cahiliye insanın bu büyük zulmü nasıl
işlediklerini tasvir etmiştir. Ama hiçbir yerde "ben yaptım, ben kendi
ellerimle kız çocuğumu gömdüm" dememiştir.
Bugün elimizdeki mevcut kitaplar, Hz. Ömer'in gerek cahiliye döneminde,
gerek İslam döneminde yaptığı tüm evlilikleri ve bu evliliklerden olan tüm
çocuklarını bize verirler. Hz. Ömer, tam 10 evlilik yapmış, bu evliliklerden
3 kız, 8 oğlu olmuştur. Bu kızlardan en büyüğü Hafsa validemizdir;
onun doğum tarihi ise Miladi 604'tür, yani nübüvvetten tam 6 yıl önce doğmuştur.
Eğer Hz. Ömer böyle bir şey yapsaydı, Hz. Hafsa validemiz için de yapardı.
Hz. Hafsa doğduğunda Hz. Ömer, 20 yaşlarında idi. İşte bu bilgilerde gösteriyor ki,
Hz. Ömer için kız çocuğunu gömdü demek doğru bir iddia değildir.
2- Hz. Ömer, gerçekten kırkıncı Müslüman mı?
Bugün birçok siyer kitabımızda Hz. Ömer'in Müslüman oluşu anlatılırken
onun 40. Müslüman olduğu söylenir. Bu bilginin asıl kaynağı
İbn Hişam'ın es-Sîre'sidir. Eğer Hz. Ömer'in 40. Müslüman olduğunu kabul edersek,
altı yıl boyunca Müslümanların sadece 39 kişi olduklarını söylemiş oluruz ki,
bu birçok sahabinin o günlerde Müslüman oluşunu dikkate almamamıza neden olur.
Ancak dikkatle incelendiğinde, Efendimiz'in (sas) ilk 6 yıl içerisinde
sistemli ve özel bir davet çalışması başlattığını ve bu davet çalışmalarının
neticesinde kazanılan insan sayısının ise 128'e vardığına şahit oluruz.
Dolayısı ile Hz. Ömer ile birlikte sayının 129 olduğunu belirtmek durumundayız.
İbn Hişam'ın naklettiği 40 sayısını ise o gün için Darü'l-Erkam'da bulunan
sahabîlerin sayısı olarak kabul etmeliyiz. Yani Hz. Ömer ile birlikte o gün
Darü'l-Erkam'da bulunan sahabî sayısı 40'a varmış, ancak o 129. Müslüman
olarak tarihe geçmiştir.
3- Hz. Ömer, gerçekten Efendimiz'i (sas) sadece öldürmek için çıktığı
yolda mı dirildi, iman etti?
Bugün Hz. Ömer'in nasıl Müslüman olduğunu sorduğunuz zaman hemen hemen
herkesin söylediği rivayet şu olacaktır: "Darü'n-Nedve'de, Efendimiz'in
Mekke'de oluşturduğu tesir konuşulurken, Ömer hiddetlenir, 'öldürelim
Muhammed'i ve bu işi kökten bitirelim' demiş, kılıcını kuşanmış, nerde
olduğunu bilmediği ama duyduğu Safa tepesindeki bir evde onu aramaya
doğru çıkmıştı. Yolda akrabalarından Nuaym b. Abdullah onu
görmüş, hiddetli halinden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Müslüman olan Nuaym,
Hz. Ömer'den nereye gittiğini sormuş, aldığı cevap üzerine Efendimiz'i korumak
için hedefi değiştirmiş ve o ana kadar bilmediği bir şeyi ona söylemişti.
Demişti ki: 'Sen Muhammed'in peşine düşeceğine, önce enişten ve kız kardeşine bak!'
Hz. Ömer ilk kez duyduğu bu bilgiyi doğrulatmak için hemen kız kardeşi
Fatıma bint Hattab'ın ve eniştesi ayrıca amcasının oğlu olan Said b. Zeyd'in
evine doğru yönelmiş, oraya yaklaştığında, içeriden bazı sesler duymuştu.
O anda da Habbab b. Eret, o evin sakinlerine yeni nazil olan Kur'an
ayetlerini okumaktadır. Hz. Ömer hiddetle kapıyı çalmış, içeriye girmiş;
Habbab hemen evin bir köşesine saklanmış, okunan ayetlerde ortadan kaldırılmıştı.
Hz. Ömer ne okuduklarını sormuş, onların Müslüman olup olmadıklarını
sorgulamış, önce eniştesine, sonra kız kardeşine birer tokat patlatmıştı.
Kız kardeşinin yüzünden süzülen kan bir anda Ömer'i sakinleştirmiş ve o anda
okunan ayetlerin ne olduğunu sormuştu. Önce Ömer'in zarar vermesinden
korktukları için ayetler gizlenmiş, ama ısrar edince Taha Sûresi'ndeki
ayetler getirilmiş, orada okunmuş ve Hz. Ömer imana doğru yürümeye başlamıştı.
Bu hali, o ana kadar gizlice izleyen Habbab b. Eret, saklandığı yerden çıkmış
ve: "Vallahi! Ey Ömer! Ben Resulullah'ın senin için dua ettiğini işittim" demiş,
bunun üzerine Ömer Efendimiz'in yerini sormuş; Habbab tarif etmiş ve Ömer dirilmek
için Erkam'ın evinin yolunu tutmuştu."
Bilinen bu rivayet doğrudur ve başta İbn Hişam ve İbn Sa'd olmak üzere birçok
kaynağımızda da bu şekilde geçmektedir. Ancak biraz daha derinlemesine
araştırdığımızda Hz. Ömer'in yukarıda aktardığımız imana yürüyüş kıssasının
öncesinde de iki önemli hadise olduğunu görmekteyiz.
Bu hadiselerden ilki şudur: Hz. Ömer, Nübüvvetin 5. yılı, ilk Habeşistan
hicretine katılmak için hazırlık yapan antlaşmalı köleleri Amr b. Rebia
ve hanımı Leyla bint Ebî Hasme'nin yanına gelir. Hz. Ömer bunlara ve kölesi
Zinnure'ye Müslüman oldukları için çok işkence yapmıştır. Onları öyle döver,
öyle döverdi ki; sonra yorulur biraz ara verir. Ara verince de onlara derdi ki:
"Sanmayın size acıdığım için durdum, yorulduğum için durdum. Biraz dinleneyim
yine başlayacağım sizi dövmeye!" İşte Amr ve hanımı Leyla bu işkencelerden bitap
düşüp, hicret etmeye karar verince, Hz. Ömer onların yanına gider. Amr yoktur
o anda evde; Leyla onu karşılar. Hz. Ömer hazırlıklarını görünce;
"bir yere mi gidiyorsunuz?" diye sorar; Leyla'da: "İşkencelerinizden bıktık,
sizin yüzünüzden çıkıp Habeşistan'a gideceğiz" der. O anda Hz. Ömer duygulanır,
sesi titrer ve der ki: "Gidin Allah yardımcınız olsun!" Leyla, Ömer'in o haline şaşar.
Biraz sonra kocası Amr gelince ona der ki: "Az önce Ömer buradaydı, şöyle şöyle oldu.
Ben öyle tahmin ediyorum ki Ömer Müslüman olacak!" Amr güler ve der ki:
"Ömer'in babası Hattab'ın, ölmüş eşeği kalkar Müslüman olur, yine de Ömer
Müslüman olmaz." Amr ümidi kesmiştir. Ama Hz. Ömer'in gerçekten o gün yüreğine
iman tohumu az da olsa düşmüştür. Bu onun imana yürüyüşünün ilk basamağıdır.
İkinci hadise ise şudur: Hz. Ömer bir gece Kâbe'ye doğru gelirken, Efendimiz'in
orada ibadet ettiğini görür. Gizlice Efendimiz'e doğru yaklaşır ve ne yaptığını
merak eder. O anda Efendimiz Hakka Süresi'nden ayetler okumaktadır.
Sözün kalitelisini çok iyi bilen Hz. Ömer, içinden bunlar bir şair sözüdür
diye bir şey geçirir. O anda Efendimiz Hakka Süresi'nin 41. ayetini okur:
"Ve ma huve bi kavlin şair kalilen ma tüminun/ O bir şair sözü değildir;
ne da az iman ediyorsunuz?" Bu ayeti duyunca Hz. Ömer şaşırır, benim içimi mi
okuyor bu adam, yoksa o bir kâhin mi der. Efendimiz bir sonraki ayeti okur:
"Ve la bi kavli kâhin kalilen ma tezekkerün/ O bir kâhin sözü de değildir
ne kadar az düşünüyorsunuz?" Bu ayet karşısında bir kez daha sarsılır Hz. Ömer ve der ki:
"Bu sözler Muhammedin uydurması mı?" O anda bir sonraki ayeti okur Efendimiz:
"Eğer bu sözleri Muhammed uydurmuş olsaydı onu kıskıvrak yakalardık.
Sonra onu can damarından koparırdık!" Bu ayeti de duyunca Hz. Ömer daha da sarsılır
ve hemen orayı terk eder. Ama günlerce, duyduğu o ayetlerin tesiri altında ezilir.
İşte Hz. Ömer, öncesinde bu iki hadiseyi yaşayarak imana doğru yürür, en son
kız kardeşinin evinde olanlarla süreç tamamlanmış olur.
4- Hz. Ömer, gerçekten İslami sahada istediği gibi maslahat öncelikli
bir duruş mu ortaya koydu?
Ne yazık ki bazı çevreler Hz. Ömer'in dini sahada çok rahat davrandığını
iddia etmekte, her zaman maslahat öncelikli bir duruş sergilediğini dile
getirmektedirler. Ancak bu konuda da Hz. Ömer'in hayatını dikkatlice okuduğumuz
zaman onun ne kadar Kur'an ve Sünnete, kendisi ile aynı dönemi yaşayan fakih
sahabilerin görüşlerine sıkıca bağlı olduğu görülür.
Halife olduğu günler karşısına gelen yeni meselelerde elbette bazı
içtihatları olmuştur. Ancak bir mesele hakkında içtihatta bulunsa ve
bu konuda daha sonra bir ayetin veya bir hadisin olduğunu duysa anında
görüşünden vazgeçer ve Kur'an'a ve Sünnete sıkı sıkıya sarılırdı.
Mesela; Halife olduğu günlerde genç Müslümanlar: "Ya Emire'l-Müminin!
Hanımlar mihr oranlarını artırdıkça artırdılar. Birbirleri ile adeta
yarışır gibi davranıyorlar. Bizde bundan dolayı evlenemiyoruz.
Hanımları bu konuda uyarsanız da böyle yapmasınlar!" dediler.
Hz. Ömer gençlerin bu makul taleplerini hoş karşıladı ve o gün
Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verdi; hutbesinde bu meseleye değindi.
O anda hanımlar bölümünden bir ses yükseldi. Seslenen hanım diyordu ki:
"Ey Müminlerin Emiri! Sen nasıl Allah'ın bize verdiği hakkı bizden
esirgiyorsun. Allah Nisa Süresi 20. ayette "onlara kantar kantar, yüklerle
mehir verseniz bile geri almayın" demiyor mu? Bu itiraz karşısında
Hz. Ömer'in tavrı asla maslahat olmamış, anında geri adım atarak bu
sözünden vazgeçmiştir.
Koca Halife, Allah'ın kitabına rağmen konuşmamak için:
"Esabet imraetün ve ahta Ömer/ Kadın isabet etti, Ömer ise hata etti" demiş
ve kendisini Allah'ın kitabını o kadın kadar bilmemekle kınamıştır.
Bu tavır bize çok şey söylemelidir.
Yine hilafeti günlerinde parmakların diyeti ile alakalı bir tartışma olmuştu.
Efendimiz'den bu konuda bir şey duymamış, kendi kıyas yolu ile her parmağın
aynı olmadığını dolayısı ile her parmağın ayrı bir diyetinin olması gerektiğini
söylemişti. Mesela; başparmak için 15 deve, işaret, orta ve yüzük parmağı
için 10 deve, serçe parmak için ise 6 deve diye diyet bedeli belirlemişti.
Ama sonra bir sahabîden duymuştu ki, Efendimiz; tüm parmaklara 10 deve diyet
bedeli belirlemiş, artık orada bana göre diye bir söz söylemeden anında
bu görüşünden vazgeçmiş ve tüm parmakların diyet bedelinin 10 deve olduğunu
söylemişti.
Dolayısı ile Hz. Ömer, diğer tüm sahabe gibi Kur'an ve Sünnete sıkı
sıkıya bağlı yaşamış, onların konuştukları yerde susmuş, sustukları yerde ise
maslahatı gözeterek konuşmuştur.
5- Hz. Ömer, gerçekten sadece celal sıfatının sahibi biri miydi?
Evet, o gerçekten celal sıfatlı idi. Biz onu hep elinde kılıç yanlış bir iş
yapanın kafasını kesmeye hazır bekleyen biri olarak görürüz. el-Hak böyledir de;
çoğu zaman Hz.Ömer'in hali budur. Ama celal sıfatı asla zulme, haksızlığa
dönüşmemiş, bilakis Hz. Ömer'in adı hep adalet ile anılır olmuştur.
Peki, celal sıfatı nasıl olmuştur da, zulme değil, hakkaniyete dönüşmüştür?
Çünkü Hz. Ömer'in şahsiyetinin üç temel esası vardı. Bunlar, Adalet, kuvvet
ve rahmetti. Adaletin tesisi için kuvvet şarttı. Kuvvet olmazsa, güç olmazsa
otorite sağlanmaz, zaafiyet baş gösterebilirdi. Ancak kuvvetin hemen karşısına
rahmet konmazsa, o kuvvet Allah korusun zulme, haksızlığa dönüşebilirdi.
İşte Hz. Ömer celal sıfatı ile adalet terazisini hayatında kurarken, bir
kefesine kuvveti, bir diğer kefesine rahmeti koymuştu. Böyle olunca da o
adaletin timsali, örneği ve rehberi olmuştu.
Bu yazımızda Hz. Ömer hakkında doğru bildiğimiz bazı yanlışları öğrendiğimiz
gibi, onun şahsiyetinin en temel anahtar kavramlarını da öğrendik. Bu anahtar
kavramlar, Samimiyet, Farukiyet, Adalet, Kuvvet ve Rahmet'tir. Bu beş kavram
onun hayatında olduğu için tarih onu hep övgü ile kayıt etti. Peki, bu kavramlar
Hz. Ömer'in ruhunu diriltmek isteyen bu çağın insanına bir şeyler söylemesin mi?
Buyurun söylenen mesajları beraberce okuyalım:
1- Samimiyet kalbinin esası olsun ki, salihlerin duasını alabilesin.
2- Farukiyet aklının esası olsun ki, hakkın yanında yer alıp, batılın karşısında durabilesin.
3- Adalet eylemlerinin esası olsun ki, hak edene hak ettiğini verebilesin.
4- Kuvvet elinin esası olsun ki, hakkın ikamesi adına otorite sağlayabilesin.
5- Rahmet hayatının esası olsun ki, merhamet gösterip, merhamet bulabilesin.