Kelime

Kelime<not selected>
Kök<not selected>
Konum[:]

Lütfen mavi renkteki Arapça herhangi bir kelimeyi tıklayınız.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
15 farklı meali görmek için lütfen [Sure:Ayet] numarasına tıklayınız
Ayet(ler): 1 31 Surah :  47 - MuhammedGörüntülenen ayetler : 1 ... 30 | 38 - Sure no: 47
1.
[47:1]
elleẕîne keferû veṣaddû `an sebîli-llâhi eḍalle a`mâlehüm.الذين كفروا وصدوا عن سبيل الله أضل أعمالهم
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ
Elmalılı İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların amellerini Allah boşa çıkarır.
Y. AliThose who reject Allah and hinder (men) from the Path of Allah,- their deeds will Allah render astray (from their mark).
 Words|الذين - Those who| كفروا - disbelieve| وصدوا - and turn away| عن - from| سبيل - (the) way of Allah,| الله - (the) way of Allah,| أضل - He will cause to be lost| أعمالهم - their deeds.|
2.
[47:2]
velleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti veâmenû bimâ nüzzile `alâ müḥammediv vehüve-lḥaḳḳu mir rabbihim keffera `anhüm seyyiâtihim veaṣleḥa bâlehüm.والذين آمنوا وعملوا الصالحات وآمنوا بما نزل على محمد وهو الحق من ربهم كفر عنهم سيئاتهم وأصلح بالهم
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ
Elmalılı İman edip salih amel işleyenlerin ve Rableri tarafından bir gerçek olarak Muhammed'e indirilen kitaba inananların kötülüklerini Allah örter ve durumlarını düzeltir.
Y. AliBut those who believe and work deeds of righteousness, and believe in the (Revelation) sent down to Muhammad - for it is the Truth from their Lord,- He will remove from them their ills and improve their condition.
 Words|والذين - And those who| آمنوا - believe| وعملوا - and do| الصالحات - righteous deeds,| وآمنوا - and believe| بما - in what| نزل - is revealed| على - to| محمد - Muhammad,| وهو - and it| الحق - (is) the truth| من - from| ربهم - their Lord,| كفر - He will remove| عنهم - from them| سيئاتهم - their misdeeds,| وأصلح - and improve| بالهم - their condition.|
3.
[47:3]
ẕâlike bienne-lleẕîne keferü-ttebe`ü-lbâṭile veenne-lleẕîne âmenü-ttebe`ü-lḥaḳḳa mir rabbihim. keẕâlike yaḍribü-llâhü linnâsi emŝâlehüm.ذلك بأن الذين كفروا اتبعوا الباطل وأن الذين آمنوا اتبعوا الحق من ربهم كذلك يضرب الله للناس أمثالهم
ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِن رَّبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ
Elmalılı Bu, inkâr edenlerin batıla uymaları ve iman edenlerin de Rablerinden gelen gerçeğe tâbi olmalarından dolayı böyledir. İşte böylece Allah insanlara kendi misallerini anlatır.
Y. AliThis because those who reject Allah follow vanities, while those who believe follow the Truth from their Lord: Thus does Allah set forth for men their lessons by similitudes.
 Words|ذلك - That| بأن - (is) because| الذين - those who| كفروا - disbelieve| اتبعوا - follow| الباطل - falsehood| وأن - and that| الذين - those who| آمنوا - believe| اتبعوا - follow| الحق - (the) truth| من - from| ربهم - their Lord.| كذلك - Thus| يضرب - Allah presents| الله - Allah presents| للناس - to the people| أمثالهم - their similitudes.|
4.
[47:4]
feiẕâ leḳîtümü-lleẕîne keferû feḍarbe-rriḳâb. ḥattâ iẕâ eŝḫantümûhüm feşüddü-lveŝâḳa feimmâ mennem ba`dü veimmâ fidâen ḥattâ teḍa`a-lḥarbü evzârahâ. ẕâlik. velev yeşâü-llâhü lenteṣara minhüm velâkil liyeblüve ba`ḍaküm biba`ḍ. velleẕîne ḳutilû fî sebîli-llâhi feley yüḍille a`mâlehüm.فإذا لقيتم الذين كفروا فضرب الرقاب حتى إذا أثخنتموهم فشدوا الوثاق فإما منا بعد وإما فداء حتى تضع الحرب أوزارها ذلك ولو يشاء الله لانتصر منهم ولكن ليبلو بعضكم ببعض والذين قتلوا في سبيل الله فلن يضل أعمالهم
فَإِذا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِن لِّيَبْلُوَاْ بَعْضَكُم بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَن يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ
Elmalılı Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah'ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.
Y. AliTherefore, when ye meet the Unbelievers (in fight), smite at their necks; At length, when ye have thoroughly subdued them, bind a bond firmly (on them): thereafter (is the time for) either generosity or ransom: Until the war lays down its burdens. Thus (are ye commanded): but if it had been Allah's Will, He could certainly have exacted retribution from them (Himself); but (He lets you fight) in order to test you, some with others. But those who are slain in the Way of Allah,- He will never let their deeds be lost.
 Words|فإذا - So when| لقيتم - you meet| الذين - those who| كفروا - disbelieve,| فضرب - then strike| الرقاب - the necks| حتى - until| إذا - when| أثخنتموهم - you have subdued them,| فشدوا - then bind firmly| الوثاق - the bond,| فإما - then either| منا - a favor| بعد - afterwards| وإما - or| فداء - ransom| حتى - until| تضع - lays down| الحرب - the war| أوزارها - its burdens.| ذلك - That.| ولو - And if| يشاء - Allah had willed| الله - Allah had willed| لانتصر - surely, He could have taken retribution| منهم - from them,| ولكن - but| ليبلو - to test| بعضكم - some of you| ببعض - with others.| والذين - And those who| قتلوا - are killed| في - in| سبيل - (the) way of Allah,| الله - (the) way of Allah,| فلن - then never| يضل - He will cause to be lost| أعمالهم - their deeds.|
5.
[47:5]
seyehdîhim veyuṣliḥu bâlehüm.سيهديهم ويصلح بالهم
سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ
Elmalılı Allah onları doğru yola iletecek ve durumlarını düzeltecektir.
Y. AliSoon will He guide them and improve their condition,
 Words|سيهديهم - He will guide them| ويصلح - and improve| بالهم - their condition,|
6.
[47:6]
veyüdḫilühümü-lcennete `arrafehâ lehüm.ويدخلهم الجنة عرفها لهم
وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ
Elmalılı Onları, kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.
Y. AliAnd admit them to the Garden which He has announced for them.
 Words|ويدخلهم - And admit them| الجنة - (to) Paradise,| عرفها - He has made it known| لهم - to them.|
7.
[47:7]
yâ eyyühe-lleẕîne âmenû in tenṣurü-llâhe yenṣurküm veyüŝebbit aḳdâmeküm.يا أيها الذين آمنوا إن تنصروا الله ينصركم ويثبت أقدامكم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
Elmalılı Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.
Y. AliO ye who believe! If ye will aid (the cause of) Allah, He will aid you, and plant your feet firmly.
 Words|يا - O| أيها - O you who believe!| الذين - O you who believe!| آمنوا - O you who believe!| إن - If| تنصروا - you help| الله - Allah,| ينصركم - He will help you| ويثبت - and make firm| أقدامكم - your feet.|
8.
[47:8]
velleẕîne keferû feta`sel lehüm veeḍalle a`mâlehüm.والذين كفروا فتعسا لهم وأضل أعمالهم
وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَّهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ
Elmalılı İnkâr edenlere gelince, artık yıkım onlara. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
Y. AliBut those who reject (Allah),- for them is destruction, and (Allah) will render their deeds astray (from their mark).
 Words|والذين - But those who| كفروا - disbelieve,| فتعسا - destruction (is)| لهم - for them,| وأضل - and He will cause to be lost| أعمالهم - their deeds.|
9.
[47:9]
ẕâlike biennehüm kerihû mâ enzele-llâhü feaḥbeṭa a`mâlehüm.ذلك بأنهم كرهوا ما أنزل الله فأحبط أعمالهم
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ
Elmalılı Bu onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Allah da bunun için onların amellerini boşa çıkarmıştır.
Y. AliThat is because they hate the Revelation of Allah; so He has made their deeds fruitless.
 Words|ذلك - That| بأنهم - (is) because they| كرهوا - hate| ما - what| أنزل - Allah has revealed,| الله - Allah has revealed,| فأحبط - so He has made worthless| أعمالهم - their deeds.|
10.
[47:10]
efelem yesîrû fi-l'arḍi feyenżurû keyfe kâne `âḳibetü-lleẕîne min ḳablihim. demmera-llâhü `aleyhim. velilkâfirîne emŝâlühâ.أفلم يسيروا في الأرض فينظروا كيف كان عاقبة الذين من قبلهم دمر الله عليهم وللكافرين أمثالها
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا
Elmalılı Onlar yeryüzünde bir gezmediler mi? Baksalar ya kendilerinden öncekilerin sonları nasıl olmuş? Allah onların üzerlerine helak yağdırmıştır. Bu kâfirlere de onların başına gelenlerin benzerleri yaraşır.
Y. AliDo they not travel through the earth, and see what was the End of those before them (who did evil)? Allah brought utter destruction on them, and similar (fates await) those who reject Allah.
 Words|أفلم - Do not| يسيروا - they travel| في - in| الأرض - the earth| فينظروا - and see| كيف - how| كان - was| عاقبة - (the) end| الذين - (of) those| من - before them?| قبلهم - before them?| دمر - Allah destroyed| الله - Allah destroyed| عليهم - [over] them,| وللكافرين - and for the disbelievers| أمثالها - its likeness.|
11.
[47:11]
ẕâlike bienne-llâhe mevle-lleẕîne âmenû veenne-lkâfirîne lâ mevlâ lehüm.ذلك بأن الله مولى الذين آمنوا وأن الكافرين لا مولى لهم
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ
Elmalılı Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin yardımcısıdır. İnkâr edenlerin ise yardımcısı yoktur.
Y. AliThat is because Allah is the Protector of those who believe, but those who reject Allah have no protector.
 Words|ذلك - That| بأن - (is) because| الله - Allah| مولى - (is the) Protector| الذين - (of) those who| آمنوا - believe,| وأن - and that| الكافرين - the disbelievers -| لا - (there is) no| مولى - protector| لهم - for them.|
12.
[47:12]
inne-llâhe yüdḫilü-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti cennâtin tecrî min taḥtihe-l'enhâr. velleẕîne keferû yetemette`ûne veye'külûne kemâ te'külü-l'en`âmü vennâru meŝvel lehüm.إن الله يدخل الذين آمنوا وعملوا الصالحات جنات تجري من تحتها الأنهار والذين كفروا يتمتعون ويأكلون كما تأكل الأنعام والنار مثوى لهم
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ
Elmalılı Şüphesiz ki, Allah iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.
Y. AliVerily Allah will admit those who believe and do righteous deeds, to Gardens beneath which rivers flow; while those who reject Allah will enjoy (this world) and eat as cattle eat; and the Fire will be their abode.
 Words|إن - Indeed,| الله - Allah| يدخل - will admit| الذين - those who| آمنوا - believe| وعملوا - and do| الصالحات - righteous deeds| جنات - (to) Gardens,| تجري - flow| من - from| تحتها - underneath it| الأنهار - the rivers,| والذين - but those who| كفروا - disbelieve| يتمتعون - they enjoy| ويأكلون - and eat| كما - as| تأكل - eat| الأنعام - the cattle,| والنار - and the Fire| مثوى - (will be) an abode| لهم - for them.|
13.
[47:13]
vekeeyyim min ḳaryetin hiye eşeddü ḳuvvetem min ḳaryetike-lletî aḫracetk. ehleknâhüm felâ nâṣira lehüm.وكأين من قرية هي أشد قوة من قريتك التي أخرجتك أهلكناهم فلا ناصر لهم
وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِّن قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ
Elmalılı Ey Muhammed! Seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli olan nice şehirler vardı ki biz onları helâk ettik de onlara yardım eden çıkmadı.
Y. AliAnd how many cities, with more power than thy city which has driven thee out, have We destroyed (for their sins)? and there was none to aid them.
 Words|وكأين - And how many| من - of| قرية - a town,| هي - which| أشد - (was) stronger| قوة - (in) strength| من - than| قريتك - your town| التي - which| أخرجتك - has driven you out?| أهلكناهم - We destroyed them,| فلا - so no| ناصر - helper| لهم - for them.|
14.
[47:14]
efemen kâne `alâ beyyinetim mir rabbihî kemen züyyine lehû sûü `amelihî vettebe`û ehvâehüm.أفمن كان على بينة من ربه كمن زين له سوء عمله واتبعوا أهواءهم
أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ كَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
Elmalılı Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilmiş de heveslerinin peşine düşmüş kimseler gibi olur mu?
Y. AliIs then one who is on a clear (Path) from his Lord, no better than one to whom the evil of his conduct seems pleasing, and such as follow their own lusts?
 Words|أفمن - Then is (he) who| كان - is| على - on| بينة - a clear proof| من - from| ربه - his Lord| كمن - like (he) who,| زين - is made attractive| له - to him| سوء - (the) evil| عمله - (of) his deeds| واتبعوا - while they follow| أهواءهم - their desires.|
15.
[47:15]
meŝelü-lcenneti-lletî vu`ide-lmütteḳûn. fîhâ enhârum mim mâin gayri âsin. veenhârum mil lebenil lem yetegayyer ṭa`müh. veenhârum min ḫamril leẕẕetil lişşâribîn. veenhârum min `aselim müṣaffâ. velehüm fîhâ min külli-ŝŝemerâti vemagfiratüm mir rabbihim. kemen hüve ḫâlidün fi-nnâri vesüḳû mâen ḥamîmen feḳaṭṭa`a em`âehüm.مثل الجنة التي وعد المتقون فيها أنهار من ماء غير آسن وأنهار من لبن لم يتغير طعمه وأنهار من خمر لذة للشاربين وأنهار من عسل مصفى ولهم فيها من كل الثمرات ومغفرة من ربهم كمن هو خالد في النار وسقوا ماء حميما فقطع أمعاءهم
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِّن مَّاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِن لَّبَنٍ لَّمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِّنْ خَمْرٍ لَّذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِّنْ عَسَلٍ مُّصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ
Elmalılı Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimsenin durumu gibi olur mu?
Y. Ali(Here is) a Parable of the Garden which the righteous are promised: in it are rivers of water incorruptible; rivers of milk of which the taste never changes; rivers of wine, a joy to those who drink; and rivers of honey pure and clear. In it there are for them all kinds of fruits; and Grace from their Lord. (Can those in such Bliss) be compared to such as shall dwell for ever in the Fire, and be given, to drink, boiling water, so that it cuts up their bowels (to pieces)?
 Words|مثل - A parable| الجنة - (of) Paradise| التي - which| وعد - is promised| المتقون - (to) the righteous.| فيها - Therein| أنهار - (are) rivers| من - of| ماء - water| غير - not| آسن - polluted,| وأنهار - and rivers| من - of| لبن - milk| لم - not| يتغير - changes| طعمه - its taste,| وأنهار - and rivers| من - of| خمر - wine| لذة - delicious| للشاربين - for (the) drinkers,| وأنهار - and rivers| من - of| عسل - honey| مصفى - purified,| ولهم - and for them| فيها - therein| من - of| كل - all| الثمرات - fruits| ومغفرة - and forgiveness| من - from| ربهم - their Lord| كمن - like he who| هو - like he who| خالد - (will) abide forever| في - in| النار - the Fire| وسقوا - and they will be given to drink| ماء - water| حميما - boiling| فقطع - so it cuts into pieces| أمعاءهم - their intestines.|
16.
[47:16]
veminhüm mey yestemi`u ileyk. ḥattâ iẕâ ḫaracû min `indike ḳâlû lilleẕîne ûtü-l`ilme mâẕâ ḳâle ânifâ. ülâike-lleẕîne ṭabe`a-llâhü `alâ ḳulûbihim vettebe`û ehvâehüm.ومنهم من يستمع إليك حتى إذا خرجوا من عندك قالوا للذين أوتوا العلم ماذا قال آنفا أولئك الذين طبع الله على قلوبهم واتبعوا أهواءهم
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِندِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
Elmalılı Ey Muhammed! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Senin yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilen kimselere alay yoluyla: "O demin ne söyledi?" diye sorarlar. İşte onlar Allah'ın kalplerini mühürlediği kimselerdir. Onlar sadece kendi heva ve heveslerine uyarlar.
Y. AliAnd among them are men who listen to thee, but in the end, when they go out from thee, they say to those who have received Knowledge, "What is it he said just then?" Such are men whose hearts Allah has sealed, and who follow their own lusts.
 Words|ومنهم - And among them| من - (are some) who| يستمع - listen| إليك - to you,| حتى - until| إذا - when| خرجوا - they depart| من - from| عندك - you,| قالوا - they say| للذين - to those who| أوتوا - were given| العلم - the knowledge,| ماذا - "What| قال - (has) he said| آنفا - just now?"| أولئك - Those -| الذين - (are) the ones| طبع - Allah has set a seal| الله - Allah has set a seal| على - upon| قلوبهم - their hearts| واتبعوا - and they follow| أهواءهم - their desires.|
17.
[47:17]
velleẕîne-htedev zâdehüm hüdev veâtâhüm taḳvâhüm.والذين اهتدوا زادهم هدى وآتاهم تقواهم
وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْوَاهُمْ
Elmalılı Doğru yola girenlere gelince, Allah onların hidayetlerini artırmış ve onlara kötülükten sakınma çarelerini ilham etmiştir.
Y. AliBut to those who receive Guidance, He increases the (light of) Guidance, and bestows on them their Piety and Restraint (from evil).
 Words|والذين - And those who| اهتدوا - accept guidance,| زادهم - He increases them| هدى - (in) guidance| وآتاهم - and gives them| تقواهم - their righteousness.|
18.
[47:18]
fehel yenżurûne ille-ssâ`ate en te'tiyehüm bagteten. feḳad câe eşrâṭuhâ. feennâ lehüm iẕâ câethüm ẕikrâhüm.فهل ينظرون إلا الساعة أن تأتيهم بغتة فقد جاء أشراطها فأنى لهم إذا جاءتهم ذكراهم
فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ
Elmalılı Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar?
Y. AliDo they then only wait for the Hour,- that it should come on them of a sudden? But already have come some tokens thereof, and when it (actually) is on them, how can they benefit then by their admonition?
 Words|فهل - Then do| ينظرون - they wait| إلا - but| الساعة - (for) the Hour| أن - that| تأتيهم - it should come to them| بغتة - suddenly?| فقد - But indeed,| جاء - have come| أشراطها - its indications.| فأنى - Then how| لهم - to them| إذا - when| جاءتهم - has come to them| ذكراهم - their reminder.|
19.
[47:19]
fa`lem ennehû lâ ilâhe ille-llâhü vestagfir liẕembike velilmü'minîne velmü'minât. vellâhü ya`lemü müteḳallebeküm vemeŝvâküm.فاعلم أنه لا إله إلا الله واستغفر لذنبك وللمؤمنين والمؤمنات والله يعلم متقلبكم ومثواكم
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Elmalılı Ey Muhammed! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah'tan bağışlanma dile. Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.
Y. AliKnow, therefore, that there is no god but Allah, and ask forgiveness for thy fault, and for the men and women who believe: for Allah knows how ye move about and how ye dwell in your homes.
 Words|فاعلم - So know| أنه - that [He] -| لا - (there is) no| إله - god| إلا - but| الله - Allah| واستغفر - and ask forgiveness| لذنبك - for your sin| وللمؤمنين - and for the believing men| والمؤمنات - and the believing women.| والله - And Allah| يعلم - knows| متقلبكم - your movement| ومثواكم - and your resting places.|
20.
[47:20]
veyeḳûlü-lleẕîne âmenû levlâ nüzzilet sûratün. feiẕâ ünzilet sûratüm muḥkemetüv veẕükira fîhe-lḳitâlü raeyte-lleẕîne fî ḳulûbihim meraḍuy yenżurûne ileyke neżara-lmagşiyyi `aleyhi mine-lmevt. feevlâ lehüm.ويقول الذين آمنوا لولا نزلت سورة فإذا أنزلت سورة محكمة وذكر فيها القتال رأيت الذين في قلوبهم مرض ينظرون إليك نظر المغشي عليه من الموت فأولى لهم
وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ مُّحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فِيهَا الْقِتَالُ رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ
Elmalılı İman edenler: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur.
Y. AliThose who believe say, "Why is not a sura sent down (for us)?" But when a sura of basic or categorical meaning is revealed, and fighting is mentioned therein, thou wilt see those in whose hearts is a disease looking at thee with a look of one in swoon at the approach of death. But more fitting for them-
 Words|ويقول - And say| الذين - those who| آمنوا - believe,| لولا - "Why not| نزلت - has been revealed| سورة - a Surah?"| فإذا - But when| أنزلت - is revealed| سورة - a Surah| محكمة - precise| وذكر - and is mentioned| فيها - in it| القتال - the fighting,| رأيت - you see| الذين - those who,| في - in| قلوبهم - their hearts,| مرض - (is) a disease| ينظرون - looking| إليك - at you -| نظر - a look| المغشي - (of) one fainting| عليه - (of) one fainting| من - from| الموت - the death.| فأولى - But more appropriate| لهم - for them|
21.
[47:21]
ṭâ`atüv veḳavlüm ma`rûfün. feiẕâ `azeme-l'emr. felev ṣadeḳu-llâhe lekâne ḫayral lehüm.طاعة وقول معروف فإذا عزم الأمر فلو صدقوا الله لكان خيرا لهم
طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَّعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ
Elmalılı Onların vazifesi itaat ve güzel söz söylemekti. Sonra iş kesinleşince Allah'ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
Y. AliWere it to obey and say what is just, and when a matter is resolved on, it were best for them if they were true to Allah.
 Words|طاعة - (Is) obedience| وقول - and a word| معروف - kind.| فإذا - And when| عزم - (is) determined| الأمر - the matter,| فلو - then if| صدقوا - they had been true| الله - (to) Allah,| لكان - surely, it would have been| خيرا - better| لهم - for them.|
22.
[47:22]
fehel `aseytüm in tevelleytüm en tüfsidû fi-l'arḍi vetüḳaṭṭi`û erḥâmeküm.فهل عسيتم إن توليتم أن تفسدوا في الأرض وتقطعوا أرحامكم
فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِن تَوَلَّيْتُمْ أَن تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
Elmalılı Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve akrabalık bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?
Y. AliThen, is it to be expected of you, if ye were put in authority, that ye will do mischief in the land, and break your ties of kith and kin?
 Words|فهل - Then would| عسيتم - you perhaps,| إن - if| توليتم - you are given authority| أن - that| تفسدوا - you cause corruption| في - in| الأرض - the earth| وتقطعوا - and cut off| أرحامكم - your ties of kinship.|
23.
[47:23]
ülâike-lleẕîne le`anehümü-llâhü feeṣammehüm vea`mâ ebṣârahüm.أولئك الذين لعنهم الله فأصمهم وأعمى أبصارهم
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ
Elmalılı İşte onlar, Allah'ın lanetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
Y. AliSuch are the men whom Allah has cursed for He has made them deaf and blinded their sight.
 Words|أولئك - Those,| الذين - (are) the ones| لعنهم - Allah has cursed them,| الله - Allah has cursed them,| فأصمهم - so He made them deaf| وأعمى - and blinded| أبصارهم - their vision.|
24.
[47:24]
efelâ yetedebberûne-lḳur'âne em `alâ ḳulûbin aḳfâlühâ.أفلا يتدبرون القرآن أم على قلوب أقفالها
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Elmalılı Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?
Y. AliDo they not then earnestly seek to understand the Qur'an, or are their hearts locked up by them?
 Words|أفلا - Then do not| يتدبرون - they ponder| القرآن - (over) the Quran| أم - or| على - upon| قلوب - (their) hearts| أقفالها - (are) locks?|
25.
[47:25]
inne-lleẕîne-rteddû `alâ edbârihim mim ba`di mâ tebeyyene lehümü-lhüde-şşeyṭânü sevvele lehüm. veemlâ lehüm.إن الذين ارتدوا على أدبارهم من بعد ما تبين لهم الهدى الشيطان سول لهم وأملى لهم
إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ
Elmalılı Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.
Y. AliThose who turn back as apostates after Guidance was clearly shown to them,- the Evil One has instigated them and busied them up with false hopes.
 Words|إن - Indeed,| الذين - those who| ارتدوا - return| على - on| أدبارهم - their backs| من - after| بعد - after| ما - what| تبين - (has) become clear| لهم - to them| الهدى - (of) the guidance,| الشيطان - Shaitaan| سول - enticed| لهم - [for] them| وأملى - and prolonged hope| لهم - for them.|
26.
[47:26]
ẕâlike biennehüm ḳâlû lilleẕîne kerihû mâ nezzele-llâhü senüṭî`uküm fî ba`ḍi-l'emr. vellâhü ya`lemü isrârahüm.ذلك بأنهم قالوا للذين كرهوا ما نزل الله سنطيعكم في بعض الأمر والله يعلم إسرارهم
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ
Elmalılı Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: "Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz." demişlerdi. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyordu.
Y. AliThis, because they said to those who hate what Allah has revealed, "We will obey you in part of (this) matter"; but Allah knows their (inner) secrets.
 Words|ذلك - That| بأنهم - (is) because they| قالوا - [they] said| للذين - to those who| كرهوا - hate| ما - what| نزل - Allah has revealed,| الله - Allah has revealed,| سنطيعكم - "We will obey you| في - in| بعض - part| الأمر - (of) the matter."| والله - But Allah| يعلم - knows| إسرارهم - their secrets.|
27.
[47:27]
fekeyfe iẕâ teveffethümü-lmelâiketü yaḍribûne vucûhehüm veedbârahüm.فكيف إذا توفتهم الملائكة يضربون وجوههم وأدبارهم
فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ
Elmalılı Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?
Y. AliBut how (will it be) when the angels take their souls at death, and smite their faces and their backs?
 Words|فكيف - Then how,| إذا - when| توفتهم - take them in death| الملائكة - the Angels,| يضربون - striking| وجوههم - their faces| وأدبارهم - and their backs?|
28.
[47:28]
ẕâlike biennehümü-ttebe`û mâ esḫaṭa-llâhe vekerihû riḍvânehû feaḥbeṭa a`mâlehüm.ذلك بأنهم اتبعوا ما أسخط الله وكرهوا رضوانه فأحبط أعمالهم
ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ
Elmalılı Bu onların Allah'ı gazablandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasına sebep olacak şeyleri beğenmemelerinden dolayıdır. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
Y. AliThis because they followed that which called forth the Wrath of Allah, and they hated Allah's good pleasure; so He made their deeds of no effect.
 Words|ذلك - That| بأنهم - (is) because they| اتبعوا - followed| ما - what| أسخط - angered| الله - Allah| وكرهوا - and hated| رضوانه - His pleasure,| فأحبط - so He made worthless| أعمالهم - their deeds.|
29.
[47:29]
em ḥasibe-lleẕîne fî ḳulûbihim meraḍun el ley yuḫrice-llâhü aḍgânehüm.أم حسب الذين في قلوبهم مرض أن لن يخرج الله أضغانهم
أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَن لَّن يُخْرِجَ اللَّهُ أَضْغَانَهُمْ
Elmalılı Yoksa kalplerinde hastalık olanlar Allah kendilerinin kinlerini hiç ortaya çıkarmaz mı sandılar?
Y. AliOr do those in whose hearts is a disease, think that Allah will not bring to light all their rancour?
 Words|أم - Or do| حسب - think| الذين - those who| في - in| قلوبهم - their hearts| مرض - (is) a disease| أن - that| لن - never| يخرج - will Allah bring forth| الله - will Allah bring forth| أضغانهم - their hatred?|
30.
[47:30]
velev neşâü leeraynâkehüm fele`araftehüm bisîmâhüm. veleta`rifennehüm fî laḥni-lḳavl. vellâhü ya`lemü a`mâleküm.ولو نشاء لأريناكهم فلعرفتهم بسيماهم ولتعرفنهم في لحن القول والله يعلم أعمالكم
وَلَوْ نَشَاءُ لَأَرَيْنَاكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُم بِسِيمَاهُمْ وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْنِ الْقَوْلِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَعْمَالَكُمْ
Elmalılı Ey Muhammed! Eğer biz dileseydik onları sana gösterirdik. Sen de onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki, sen onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.
Y. AliHad We so wiled, We could have shown them up to thee, and thou shouldst have known them by their marks: but surely thou wilt know them by the tone of their speech! And Allah knows all that ye do.
 Words|ولو - And if| نشاء - We willed| لأريناكهم - surely, We could show them to you| فلعرفتهم - and you would know them| بسيماهم - by their marks;| ولتعرفنهم - but surely, you will know them| في - by| لحن - (the) tone| القول - (of their) speech.| والله - And Allah| يعلم - knows| أعمالكم - your deeds.|
Burada sunulan verilerin tamamı kontrol edilmemiştir. Lütfen orijinal kaynaklardan doğruluğunu kontrol ediniz. Türkçe Tercümeler, tanzil.net internet sitesinden temin edilmiştir. Çalışmamızda kullanılan veritabanı, openburhan.net projesinin veritabanının yeniden düzenlenmiş halidir. Kur'an-ı Kerim sayfasına dönüş için tıklayınız. Urduca-İngilizce OpenBurhan versiyonu için tıklayınız. Çalışmamızda kullanılan verilerin ve dosyaların telif hakları sahiplerine aittir.
OpenBurhanTR 2.0.17