Kelime

Kelime<not selected>
Kök<not selected>
Konum[:]

Lütfen mavi renkteki Arapça herhangi bir kelimeyi tıklayınız.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
15 farklı meali görmek için lütfen [Sure:Ayet] numarasına tıklayınız
Ayet(ler): 1 31 Surah :  42 - ŞuraGörüntülenen ayetler : 1 ... 30 | 53 - Sure no: 42
1.
[42:1]
ḥâ-mîm.حم
حم
Elmalılı Hâ, mîm, ayn, sîn, kaf.
Y. AliHa-Mim
 Words|حم - Ha Meem.|
2.
[42:2]
`ayn-sîn-ḳâf.عسق
عسق
Elmalılı Hâ, mîm, ayn, sîn, kaf.
Y. Ali'Ain. Sin. Qaf.
 Words|عسق - Ayn Seen Qaaf.|
3.
[42:3]
keẕâlike yûḥî ileyke veile-lleẕîne min ḳablike-llâhü-l`azîzü-lḥakîm.كذلك يوحي إليك وإلى الذين من قبلك الله العزيز الحكيم
كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Elmalılı Ey Muhammed! Çok güçlü hüküm ve hikmet sahibi olan Allah sana da senden öncekilere de böylece vahyeder.
Y. AliThus doth (He) send inspiration to thee as (He did) to those before thee,- Allah, Exalted in Power, Full of Wisdom.
 Words|كذلك - Thus| يوحي - reveals| إليك - to you,| وإلى - and to| الذين - those| من - before you -| قبلك - before you -| الله - Allah| العزيز - the All-Mighty,| الحكيم - the All-Wise.|
4.
[42:4]
lehû mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍ. vehüve-l`aliyyü-l`ażîm.له ما في السماوات وما في الأرض وهو العلي العظيم
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Elmalılı Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. O çok yücedir, çok büyüktür.
Y. AliTo Him belongs all that is in the heavens and on earth: and He is Most High, Most Great.
 Words|له - To Him| ما - (belong) whatever| في - (is) in| السماوات - the heavens| وما - and whatever| في - (is) in| الأرض - the earth,| وهو - and He| العلي - (is) the Most High,| العظيم - the Most Great.|
5.
[42:5]
tekâdü-ssemâvâtü yetefeṭṭarne min fevḳihinne velmelâiketü yüsebbiḥûne biḥamdi rabbihim veyestagfirûne limen fi-l'arḍ. elâ inne-llâhe hüve-lgafûru-rraḥîm.تكاد السماوات يتفطرن من فوقهن والملائكة يسبحون بحمد ربهم ويستغفرون لمن في الأرض ألا إن الله هو الغفور الرحيم
تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Elmalılı Nerde ise gökler O'nun azametinden tâ üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar. Melekler Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Y. AliThe heavens are almost rent asunder from above them (by Him Glory): and the angels celebrate the Praises of their Lord, and pray for forgiveness for (all) beings on earth: Behold! Verily Allah is He, the Oft-Forgiving, Most Merciful.
 Words|تكاد - Almost| السماوات - the heavens| يتفطرن - break up| من - from| فوقهن - above them,| والملائكة - and the Angels| يسبحون - glorify| بحمد - (the) praise| ربهم - (of) their Lord| ويستغفرون - and ask for forgiveness| لمن - for those| في - on| الأرض - the earth.| ألا - Unquestionably,| إن - indeed,| الله - Allah,| هو - He| الغفور - (is) the Oft-Forgiving,| الرحيم - the Most Merciful.|
6.
[42:6]
velleẕîne-tteḫaẕû min dûnihî evliyâe-llâhü ḥafîżun `aleyhim. vemâ ente `aleyhim bivekîl.والذين اتخذوا من دونه أولياء الله حفيظ عليهم وما أنت عليهم بوكيل
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
Elmalılı Allah'tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onların üzerinde devamlı bir gözetleyicidir. Ama sen onların üzerinde bir vekil değilsin.
Y. AliAnd those who take as protectors others besides Him,- Allah doth watch over them; and thou art not the disposer of their affairs.
 Words|والذين - And those who| اتخذوا - take| من - besides| دونه - besides| أولياء - protectors,| الله - Allah| حفيظ - (is) a Guardian| عليهم - over them,| وما - and not| أنت - you| عليهم - (are) over them| بوكيل - a manager.|
7.
[42:7]
vekeẕâlike evḥaynâ ileyke ḳur'ânen `arabiyyel litünẕira ümme-lḳurâ vemen ḥavlehâ vetünẕira yevme-lcem`i lâ raybe fîh. ferîḳun fi-lcenneti veferîḳun fi-sse`îr.وكذلك أوحينا إليك قرآنا عربيا لتنذر أم القرى ومن حولها وتنذر يوم الجمع لا ريب فيه فريق في الجنة وفريق في السعير
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ
Elmalılı Böylece biz sana Arapça bir Kur'ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.
Y. AliThus have We sent by inspiration to thee an Arabic Qur'an: that thou mayest warn the Mother of Cities and all around her,- and warn (them) of the Day of Assembly, of which there is no doubt: (when) some will be in the Garden, and some in the Blazing Fire.
 Words|وكذلك - And thus| أوحينا - We have revealed| إليك - to you| قرآنا - a Quran| عربيا - (in) Arabic,| لتنذر - that you may warn| أم - (the) mother| القرى - (of) the towns,| ومن - and whoever| حولها - (is) around it,| وتنذر - and warn| يوم - (of the) Day| الجمع - (of) Assembly,| لا - (there is) no| ريب - doubt| فيه - in it.| فريق - A party| في - (will be) in| الجنة - Paradise| وفريق - and a party| في - in| السعير - the Blazing Fire.|
8.
[42:8]
velev şâe-llâhü lece`alehüm ümmetev vâḥidetev velâkiy yüdḫilü mey yeşâü fî raḥmetih. veżżâlimûne mâ lehüm miv veliyyiv velâ neṣîr.ولو شاء الله لجعلهم أمة واحدة ولكن يدخل من يشاء في رحمته والظالمون ما لهم من ولي ولا نصير
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
Elmalılı Eğer Allah dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat O yalnız dilediğini rahmetinin içine almaktadır. Zalimler için ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.
Y. AliIf Allah had so willed, He could have made them a single people; but He admits whom He will to His Mercy; and the Wrong-doers will have no protector nor helper.
 Words|ولو - And if| شاء - Allah willed,| الله - Allah willed,| لجعلهم - He could have made them| أمة - a community| واحدة - one,| ولكن - but| يدخل - He admits| من - whom| يشاء - He wills| في - in (to)| رحمته - His Mercy.| والظالمون - And the wrongdoers,| ما - not| لهم - for them| من - any| ولي - protector| ولا - and not| نصير - any helper.|
9.
[42:9]
emi-tteḫaẕû min dûnihî evliyâ'. fellâhü hüve-lveliyyü vehüve yuḥyi-lmevtâ. vehüve `alâ külli şey'in ḳadîr.أم اتخذوا من دونه أولياء فالله هو الولي وهو يحيي الموتى وهو على كل شيء قدير
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Elmalılı Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Oysa asıl dost Allah'tır. Ölüleri diriltecek olan da O'dur. O'nun her şeye gücü yeter.
Y. AliWhat! Have they taken (for worship) protectors besides Him? But it is Allah,- He is the Protector, and it is He Who gives life to the dead: It is He Who has power over all things,
 Words|أم - Or| اتخذوا - have they taken| من - besides Him| دونه - besides Him| أولياء - protectors?| فالله - But Allah -| هو - He| الولي - (is) the Protector,| وهو - and He| يحيي - gives life| الموتى - (to) the dead.| وهو - And He| على - (is) on| كل - every| شيء - thing| قدير - All-Powerful.|
10.
[42:10]
veme-ḫteleftüm fîhi min şey'in feḥukmühû ile-llâh. ẕâlikümü-llâhü rabbî `aleyhi tevekkelt. veileyhi ünîb.وما اختلفتم فيه من شيء فحكمه إلى الله ذلكم الله ربي عليه توكلت وإليه أنيب
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Elmalılı Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah'a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O'na güvendim ve yalnız O'na yöneliyorum.
Y. AliWhatever it be wherein ye differ, the decision thereof is with Allah: such is Allah my Lord: In Him I trust, and to Him I turn.
 Words|وما - And whatever| اختلفتم - you differ| فيه - in it| من - of| شيء - a thing,| فحكمه - then its ruling| إلى - (is) to| الله - Allah.| ذلكم - That| الله - (is) Allah,| ربي - my Lord,| عليه - upon Him| توكلت - I put my trust| وإليه - and to Him| أنيب - I turn.|
11.
[42:11]
fâṭiru-ssemâvâti vel'arḍ. ce`ale leküm min enfüsiküm ezvâcev vemine-l'en`âmi ezvâcâ. yeẕraüküm fîh. leyse kemiŝlihî şey'. vehüve-ssemî`u-lbeṣîr.فاطر السماوات والأرض جعل لكم من أنفسكم أزواجا ومن الأنعام أزواجا يذرؤكم فيه ليس كمثله شيء وهو السميع البصير
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Elmalılı O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O sizin için kendi nefsinizden eşler ve hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür.
Y. Ali(He is) the Creator of the heavens and the earth: He has made for you pairs from among yourselves, and pairs among cattle: by this means does He multiply you: there is nothing whatever like unto Him, and He is the One that hears and sees (all things).
 Words|فاطر - (The) Creator| السماوات - (of) the heavens| والأرض - and the earth.| جعل - He made| لكم - for you| من - from| أنفسكم - yourselves,| أزواجا - mates,| ومن - and among| الأنعام - the cattle| أزواجا - mates;| يذرؤكم - He multiplies you| فيه - thereby.| ليس - (There) is not| كمثله - like Him| شيء - anything,| وهو - and He| السميع - (is) the All-Hearer,| البصير - the All-Seer.|
12.
[42:12]
lehû meḳâlîdü-ssemâvâti vel'arḍ. yebsüṭu-rrizḳa limey yeşâü veyaḳdir. innehû bikülli şey'in `alîm.له مقاليد السماوات والأرض يبسط الرزق لمن يشاء ويقدر إنه بكل شيء عليم
لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Elmalılı Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.
Y. AliTo Him belong the keys of the heavens and the earth: He enlarges and restricts. The Sustenance to whom He will: for He knows full well all things.
 Words|له - To Him (belongs)| مقاليد - (the) keys| السماوات - (of) the heavens| والأرض - and the earth.| يبسط - He extends| الرزق - the provision| لمن - for whom| يشاء - He wills| ويقدر - and restricts.| إنه - Indeed, He| بكل - of every| شيء - thing| عليم - (is) All-Knower.|
13.
[42:13]
şera`a leküm mine-ddîni mâ veṣṣâ bihî nûḥav velleẕî evḥaynâ ileyke vemâ veṣṣaynâ bihî ibrâhîme vemûsâ ve`îsâ en eḳîmü-ddîne velâ teteferraḳû fîh. kebüra `ale-lmüşrikîne mâ ted`ûhüm ileyh. allâhü yectebî ileyhi mey yeşâü veyehdî ileyhi mey yünîb.شرع لكم من الدين ما وصى به نوحا والذي أوحينا إليك وما وصينا به إبراهيم وموسى وعيسى أن أقيموا الدين ولا تتفرقوا فيه كبر على المشركين ما تدعوهم إليه الله يجتبي إليه من يشاء ويهدي إليه من ينيب
شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
Elmalılı Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
Y. AliThe same religion has He established for you as that which He enjoined on Noah - the which We have sent by inspiration to thee - and that which We enjoined on Abraham, Moses, and Jesus: Namely, that ye should remain steadfast in religion, and make no divisions therein: to those who worship other things than Allah, hard is the (way) to which thou callest them. Allah chooses to Himself those whom He pleases, and guides to Himself those who turn (to Him).
 Words|شرع - He has ordained| لكم - for you| من - of| الدين - the religion| ما - what| وصى - He enjoined| به - upon| نوحا - Nuh,| والذي - and that which| أوحينا - We have revealed| إليك - to you,| وما - and what| وصينا - We enjoined| به - upon| إبراهيم - Ibrahim| وموسى - and Musa| وعيسى - and Isa.| أن - To| أقيموا - establish| الدين - the religion| ولا - and not| تتفرقوا - be divided| فيه - therein.| كبر - Is difficult| على - on| المشركين - the polytheists| ما - what| تدعوهم - you call them| إليه - to it.| الله - Allah| يجتبي - chooses| إليه - for Himself| من - whom| يشاء - He wills,| ويهدي - and guides| إليه - to Himself| من - whoever| ينيب - turns.|
14.
[42:14]
vemâ teferraḳû illâ mim ba`di mâ câehümü-l`ilmü bagyem beynehüm. velevlâ kelimetün sebeḳat mir rabbike ilâ ecelim müsemmel leḳuḍiye beynehüm. veinne-lleẕîne ûriŝü-lkitâbe mim ba`dihim lefî şekkim minhü mürîbün.وما تفرقوا إلا من بعد ما جاءهم العلم بغيا بينهم ولولا كلمة سبقت من ربك إلى أجل مسمى لقضي بينهم وإن الذين أورثوا الكتاب من بعدهم لفي شك منه مريب
وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Elmalılı Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kitap ehli de Kur'ân hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler.
Y. AliAnd they became divided only after Knowledge reached them,- through selfish envy as between themselves. Had it not been for a Word that went forth before from thy Lord, (tending) to a Term appointed, the matter would have been settled between them: But truly those who have inherited the Book after them are in suspicious (disquieting) doubt concerning it.
 Words|وما - And not| تفرقوا - they became divided| إلا - until| من - after| بعد - after| ما - [what]| جاءهم - came to them| العلم - the knowledge| بغيا - (out of) rivalry,| بينهم - among them.| ولولا - And if not| كلمة - (for) a word| سبقت - (that) preceded| من - from| ربك - your Lord| إلى - for| أجل - a term| مسمى - specified,| لقضي - surely, it (would have) been settled| بينهم - between them.| وإن - And indeed,| الذين - those who| أورثوا - were made to inherit| الكتاب - the Book| من - after them| بعدهم - after them| لفي - (are) surely in| شك - doubt| منه - concerning it -| مريب - disquieting.|
15.
[42:15]
feliẕâlike fed`u. vesteḳim kemâ ümirt. velâ tettebi` ehvâehüm. veḳul âmentü bimâ enzele-llâhü min kitâb. veümirtü lia`dile beyneküm. allâhü rabbünâ verabbüküm. lenâ a`mâlünâ veleküm a`mâlüküm. lâ ḥuccete beynenâ vebeyneküm. allâhü yecme`u beynenâ. veileyhi-lmeṣîr.فلذلك فادع واستقم كما أمرت ولا تتبع أهواءهم وقل آمنت بما أنزل الله من كتاب وأمرت لأعدل بينكم الله ربنا وربكم لنا أعمالنا ولكم أعمالكم لا حجة بيننا وبينكم الله يجمع بيننا وإليه المصير
فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Elmalılı Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi biraraya toplayacaktır. Dönüş yalnız O'nadır.
Y. AliNow then, for that (reason), call (them to the Faith), and stand steadfast as thou art commanded, nor follow thou their vain desires; but say: "I believe in the Book which Allah has sent down; and I am commanded to judge justly between you. Allah is our Lord and your Lord: for us (is the responsibility for) our deeds, and for you for your deeds. There is no contention between us and you. Allah will bring us together, and to Him is (our) Final Goal.
 Words|فلذلك - So to that| فادع - then invite,| واستقم - and stand firm| كما - as| أمرت - you are commanded| ولا - and (do) not| تتبع - follow| أهواءهم - their desires,| وقل - but say,| آمنت - "I believe| بما - in what| أنزل - Allah has sent down| الله - Allah has sent down| من - of| كتاب - (the) Book,| وأمرت - and I am commanded| لأعدل - that I do justice| بينكم - between you.| الله - Allah| ربنا - (is) our Lord| وربكم - and your Lord.| لنا - For us| أعمالنا - our deeds| ولكم - and for you| أعمالكم - your deeds.| لا - (There is) no| حجة - argument| بيننا - between us| وبينكم - and between you.| الله - Allah| يجمع - will assemble| بيننا - [between] us,| وإليه - and to Him| المصير - (is) the final return."|
16.
[42:16]
velleẕîne yüḥâccûne fi-llâhi mim ba`di me-stücîbe lehû ḥuccetühüm dâḥiḍatün `inde rabbihim ve`aleyhim gaḍabüv velehüm `aẕâbün şedîd.والذين يحاجون في الله من بعد ما استجيب له حجتهم داحضة عند ربهم وعليهم غضب ولهم عذاب شديد
وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ
Elmalılı Allah'ın davetine uyulduktan sonra, hâlâ O'nun dini hakkında mücadele edenlerin, getirdikleri deliller Rableri yanında batıldır. Onların üzerinde bir gazab ve kendileri için şiddetli bir azab vardır.
Y. AliBut those who dispute concerning Allah after He has been accepted,- futile is their dispute in the Sight of their Lord: on them will be a Penalty terrible.
 Words|والذين - And those who| يحاجون - argue| في - concerning| الله - Allah| من - after| بعد - after| ما - [what]| استجيب - response has been made to Him,| له - response has been made to Him,| حجتهم - their argument| داحضة - (is) invalid| عند - with| ربهم - their Lord,| وعليهم - and upon them| غضب - (is) wrath,| ولهم - and for them| عذاب - (is) a punishment| شديد - severe.|
17.
[42:17]
allâhü-lleẕî enzele-lkitâbe bilḥaḳḳi velmîzân. vemâ yüdrîke le`alle-ssâ`ate ḳarîb.الله الذي أنزل الكتاب بالحق والميزان وما يدريك لعل الساعة قريب
اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ
Elmalılı Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır!
Y. AliIt is Allah Who has sent down the Book in Truth, and the Balance (by which to weigh conduct). And what will make thee realise that perhaps the Hour is close at hand?
 Words|الله - Allah| الذي - (is) the One Who| أنزل - (has) sent down| الكتاب - the Book| بالحق - in truth,| والميزان - and the Balance.| وما - And what| يدريك - will make you know?| لعل - Perhaps| الساعة - the Hour| قريب - (is) near.|
18.
[42:18]
yesta`cilü bihe-lleẕîne lâ yü'minûne bihâ. velleẕîne âmenû müşfiḳûne minhâ veya`lemûne ennehe-lḥaḳḳ. elâ inne-lleẕîne yümârûne fi-ssâ`ati lefî ḍalâlim be`îd.يستعجل بها الذين لا يؤمنون بها والذين آمنوا مشفقون منها ويعلمون أنها الحق ألا إن الذين يمارون في الساعة لفي ضلال بعيد
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ
Elmalılı O'na inanmayanlar kıyametin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise O'ndan korkarlar ve O'nun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet saati hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.
Y. AliOnly those wish to hasten it who believe not in it: those who believe hold it in awe, and know that it is the Truth. Behold, verily those that dispute concerning the Hour are far astray.
 Words|يستعجل - Seek to hasten| بها - [of] it| الذين - those who| لا - (do) not| يؤمنون - believe| بها - in it,| والذين - and those who| آمنوا - believe| مشفقون - (are) fearful| منها - of it| ويعلمون - and know| أنها - that it| الحق - (is) the truth.| ألا - Unquestionably,| إن - indeed,| الذين - those who| يمارون - dispute| في - concerning| الساعة - the Hour| لفي - (are) certainly in| ضلال - error| بعيد - far.|
19.
[42:19]
allâhü leṭîfüm bi`ibâdihî yerzüḳu mey yeşâ'. vehüve-lḳaviyyü-l`azîz.الله لطيف بعباده يرزق من يشاء وهو القوي العزيز
اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
Elmalılı Allah kullarına çok lütufkârdır. Dilediğine rızık verir. O çok kuvvetlidir, çok güçlüdür.
Y. AliGracious is Allah to His servants: He gives Sustenance to whom He pleases: and He has power and can carry out His Will.
 Words|الله - Allah| لطيف - (is) Subtle| بعباده - with His slaves;| يرزق - He gives provision| من - (to) whom| يشاء - He wills.| وهو - And He| القوي - (is) the All-Strong,| العزيز - the All-Mighty.|
20.
[42:20]
men kâne yürîdü ḥarŝe-l'âḫirati nezid lehû fî ḥarŝih. vemen kâne yürîdü ḥarŝe-ddünyâ nü'tihî minhâ vemâ lehû fi-l'âḫirati min neṣîb.من كان يريد حرث الآخرة نزد له في حرثه ومن كان يريد حرث الدنيا نؤته منها وما له في الآخرة من نصيب
مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ
Elmalılı Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.
Y. AliTo any that desires the tilth of the Hereafter, We give increase in his tilth, and to any that desires the tilth of this world, We grant somewhat thereof, but he has no share or lot in the Hereafter.
 Words|من - Whoever| كان - is| يريد - desiring| حرث - (the) harvest| الآخرة - (of) the Hereafter -| نزد - We increase| له - for him| في - in| حرثه - his harvest.| ومن - And whoever| كان - is| يريد - desiring| حرث - (the) harvest| الدنيا - (of) the world,| نؤته - We give him| منها - of it,| وما - but not| له - for him| في - in| الآخرة - the Hereafter| من - any| نصيب - share.|
21.
[42:21]
em lehüm şürakâü şera`û lehüm mine-ddîni mâ lem ye'ẕem bihi-llâh. velevlâ kelimetü-lfaṣli leḳuḍiye beynehüm. veinne-żżâlimîne lehüm `aẕâbün elîm.أم لهم شركاء شرعوا لهم من الدين ما لم يأذن به الله ولولا كلمة الفصل لقضي بينهم وإن الظالمين لهم عذاب أليم
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Elmalılı Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilir, işleri bitirilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azab vardır.
Y. AliWhat! have they partners (in godhead), who have established for them some religion without the permission of Allah? Had it not been for the Decree of Judgment, the matter would have been decided between them (at once). But verily the Wrong-doers will have a grievous Penalty.
 Words|أم - Or| لهم - for them| شركاء - (are) partners| شرعوا - who have ordained| لهم - for them| من - of| الدين - the religion| ما - what| لم - not| يأذن - Allah has given permission of it| به - Allah has given permission of it| الله - Allah has given permission of it| ولولا - And if not| كلمة - (for) a word| الفصل - decisive,| لقضي - surely, it (would have) been judged| بينهم - between them.| وإن - And indeed,| الظالمين - the wrongdoers,| لهم - for them| عذاب - (is a) punishment| أليم - painful.|
22.
[42:22]
tera-żżâlimîne müşfiḳîne mimmâ kesebû vehüve vâḳi`um bihim. velleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti fî ravḍâti-lcennât. lehüm mâ yeşâûne `inde rabbihim. ẕâlike hüve-lfaḍlü-lkebîr.ترى الظالمين مشفقين مما كسبوا وهو واقع بهم والذين آمنوا وعملوا الصالحات في روضات الجنات لهم ما يشاءون عند ربهم ذلك هو الفضل الكبير
تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ عِندَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ
Elmalılı Sen kıyamet günü kazandıkları şeyin cezası başlarına gelirken zalimlerin korkudan titrediklerini görürsün. İman edip salih amel işleyenler ise cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlar için istedikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.
Y. AliThou wilt see the Wrong-doers in fear on account of what they have earned, and (the burden of) that must (necessarily) fall on them. But those who believe and work righteous deeds will be in the luxuriant meads of the Gardens: they shall have, before their Lord, all that they wish for. That will indeed be the magnificent Bounty (of Allah).
 Words|ترى - You will see| الظالمين - the wrongdoers| مشفقين - fearful| مما - of what| كسبوا - they earned,| وهو - and it| واقع - (will) befall| بهم - [on] them.| والذين - And those who| آمنوا - believe| وعملوا - and do| الصالحات - righteous deeds| في - (will be) in| روضات - flowering meadows| الجنات - (of) the Gardens,| لهم - for them| ما - (is) whatever| يشاءون - they wish| عند - with| ربهم - their Lord.| ذلك - That -| هو - it| الفضل - (is) the Bounty| الكبير - the Great.|
23.
[42:23]
ẕâlike-lleẕî yübeşşiru-llâhü `ibâdehü-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti. ḳul lâ es'elüküm `aleyhi ecran ille-lmeveddete fi-lḳurbâ. vemey yaḳterif ḥaseneten nezid lehû fîhâ ḥusnâ. inne-llâhe gafûrun şekûr.ذلك الذي يبشر الله عباده الذين آمنوا وعملوا الصالحات قل لا أسألكم عليه أجرا إلا المودة في القربى ومن يقترف حسنة نزد له فيها حسنا إن الله غفور شكور
ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Elmalılı İşte Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: "Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir.
Y. AliThat is (the Bounty) whereof Allah gives Glad Tidings to His Servants who believe and do righteous deeds. Say: "No reward do I ask of you for this except the love of those near of kin." And if any one earns any good, We shall give him an increase of good in respect thereof: for Allah is Oft-Forgiving, Most Ready to appreciate (service).
 Words|ذلك - That| الذي - (is of) which| يبشر - Allah gives glad tidings| الله - Allah gives glad tidings| عباده - (to) His slaves -| الذين - those who| آمنوا - believe| وعملوا - and do| الصالحات - righteous deeds.| قل - Say,| لا - "Not| أسألكم - I ask you| عليه - for it| أجرا - any payment| إلا - except| المودة - the love| في - among| القربى - the relatives."| ومن - And whoever| يقترف - earns| حسنة - any good,| نزد - We increase| له - for him| فيها - therein| حسنا - good.| إن - Indeed,| الله - Allah| غفور - (is) Oft-Forgiving,| شكور - All-Appreciative.|
24.
[42:24]
em yeḳûlûne-fterâ `ale-llâhi keẕibâ. feiy yeşei-llâhü yaḫtim `alâ ḳalbik. veyemḥu-llâhü-lbâṭile veyüḥiḳḳu-lḥaḳḳa bikelimâtih. innehû `alîmüm biẕâti-ṣṣudûr.أم يقولون افترى على الله كذبا فإن يشإ الله يختم على قلبك ويمح الله الباطل ويحق الحق بكلماته إنه عليم بذات الصدور
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَإِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Elmalılı Yoksa onlar, senin hakkında: "Allah'a karşı yalan uydurdu." mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalplerde bulunan şeyleri hakkıyla bilir.
Y. AliWhat! Do they say, "He has forged a falsehood against Allah"? But if Allah willed, He could seal up thy heart. And Allah blots out Vanity, and proves the Truth by His Words. For He knows well the secrets of all hearts.
 Words|أم - Or| يقولون - (do) they say,| افترى - "He has invented| على - about| الله - Allah| كذبا - a lie?"| فإن - But if| يشإ - Allah willed| الله - Allah willed| يختم - He would seal| على - [over]| قلبك - your heart.| ويمح - And Allah eliminates| الله - And Allah eliminates| الباطل - the falsehood| ويحق - and establishes| الحق - the truth| بكلماته - by His Words.| إنه - Indeed, He| عليم - (is) All-Knowing| بذات - of what| الصدور - (is in) the breasts.|
25.
[42:25]
vehüve-lleẕî yaḳbelü-ttevbete `an `ibâdihî veya`fû `ani-sseyyiâti veya`lemü mâ tef`alûn.وهو الذي يقبل التوبة عن عباده ويعفو عن السيئات ويعلم ما تفعلون
وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُواْ عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Elmalılı Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve sizin yaptıklarınızı bilen O'dur.
Y. AliHe is the One that accepts repentance from His Servants and forgives sins: and He knows all that ye do.
 Words|وهو - And He| الذي - (is) the One Who| يقبل - accepts| التوبة - the repentance| عن - of| عباده - His slaves| ويعفو - and pardons| عن - [of]| السيئات - the evil,| ويعلم - and He knows| ما - what| تفعلون - you do.|
26.
[42:26]
veyestecîbü-lleẕîne âmenû ve`amilu-ṣṣâliḥâti veyezîdühüm min faḍlih. velkâfirûne lehüm `aẕâbün şedîd.ويستجيب الذين آمنوا وعملوا الصالحات ويزيدهم من فضله والكافرون لهم عذاب شديد
وَيَسْتَجِيبُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ
Elmalılı Allah iman edip, salih amel işleyenlerin tevbesini kabul eder, onlara lütfundan daha fazlasını verir. Kâfirler için ise şiddetli bir azap vardır.
Y. AliAnd He listens to those who believe and do deeds of righteousness, and gives them increase of His Bounty: but for the Unbelievers their is a terrible Penalty.
 Words|ويستجيب - And He answers| الذين - those who| آمنوا - believe| وعملوا - and do| الصالحات - righteous deeds| ويزيدهم - and increases (for) them| من - from| فضله - His Bounty.| والكافرون - And the disbelievers -| لهم - for them| عذاب - (will be) a punishment| شديد - severe.|
27.
[42:27]
velev beseṭa-llâhü-rrizḳa li`ibâdihî lebegav fi-l'arḍi velâkiy yünezzilü biḳaderim mâ yeşâ'. innehû bi`ibâdihî ḫabîrum beṣîr.ولو بسط الله الرزق لعباده لبغوا في الأرض ولكن ينزل بقدر ما يشاء إنه بعباده خبير بصير
وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاءُ إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ
Elmalılı Eğer Allah rızkı kullarına bol bol verseydi, mutlaka yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat O dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları hakkıyla görür.
Y. AliIf Allah were to enlarge the provision for His Servants, they would indeed transgress beyond all bounds through the earth; but he sends (it) down in due measure as He pleases. For He is with His Servants Well-acquainted, Watchful.
 Words|ولو - And if| بسط - Allah extends| الله - Allah extends| الرزق - the provision| لعباده - for His slaves,| لبغوا - surely they would rebel| في - in| الأرض - the earth;| ولكن - but| ينزل - He sends down| بقدر - in (due) measure| ما - what| يشاء - He wills.| إنه - Indeed, He| بعباده - of His slaves| خبير - (is) All-Aware,| بصير - All-Seer.|
28.
[42:28]
vehüve-lleẕî yünezzilü-lgayŝe mim ba`di mâ ḳaneṭû veyenşüru raḥmeteh. vehüve-lveliyyü-lḥamîd.وهو الذي ينزل الغيث من بعد ما قنطوا وينشر رحمته وهو الولي الحميد
وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِن بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنشُرُ رَحْمَتَهُ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ
Elmalılı İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O'dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O'dur.
Y. AliHe is the One that sends down rain (even) after (men) have given up all hope, and scatters His Mercy (far and wide). And He is the Protector, Worthy of all Praise.
 Words|وهو - And He| الذي - (is) the One Who| ينزل - sends down| الغيث - the rain| من - after| بعد - after| ما - [what]| قنطوا - they have despaired,| وينشر - and spreads| رحمته - His mercy.| وهو - And He| الولي - (is) the Protector,| الحميد - the Praiseworthy.|
29.
[42:29]
vemin âyâtihî ḫalḳu-ssemâvâti vel'arḍi vemâ beŝŝe fîhimâ min dâbbeh. vehüve `alâ cem`ihim iẕâ yeşâü ḳadîr.ومن آياته خلق السماوات والأرض وما بث فيهما من دابة وهو على جمعهم إذا يشاء قدير
وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ
Elmalılı Gökleri yeri ve her ikisinde yaydığı canlıları yaratması da Allah'ın kudretinin delillerindendir. O'nun dilediği zaman onları biraraya toplamaya da gücü yeter.
Y. AliAnd among His Signs is the creation of the heavens and the earth, and the living creatures that He has scattered through them: and He has power to gather them together when He wills.
 Words|ومن - And among| آياته - His Signs| خلق - (is the) creation| السماوات - (of) the heavens| والأرض - and the earth| وما - and whatever| بث - He has dispersed| فيهما - in both of them| من - of| دابة - (the) creatures.| وهو - And He| على - (is) over| جمعهم - their gathering,| إذا - when| يشاء - He wills,| قدير - All-Powerful.|
30.
[42:30]
vemâ eṣâbeküm mim müṣîbetin febimâ kesebet eydîküm veya`fû `an keŝîr.وما أصابكم من مصيبة فبما كسبت أيديكم ويعفو عن كثير
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُواْ عَن كَثِيرٍ
Elmalılı Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.
Y. AliWhatever misfortune happens to you, is because on the things your hands have wrought, and for many (of them) He grants forgiveness.
 Words|وما - And whatever| أصابكم - befalls you| من - of| مصيبة - (the) misfortune,| فبما - (is because) of what| كسبت - have earned| أيديكم - your hands.| ويعفو - But He pardons| عن - [from]| كثير - much.|
Burada sunulan verilerin tamamı kontrol edilmemiştir. Lütfen orijinal kaynaklardan doğruluğunu kontrol ediniz. Türkçe Tercümeler, tanzil.net internet sitesinden temin edilmiştir. Çalışmamızda kullanılan veritabanı, openburhan.net projesinin veritabanının yeniden düzenlenmiş halidir. Kur'an-ı Kerim sayfasına dönüş için tıklayınız. Urduca-İngilizce OpenBurhan versiyonu için tıklayınız. Çalışmamızda kullanılan verilerin ve dosyaların telif hakları sahiplerine aittir.
OpenBurhanTR 2.0.17