Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Hakîm, tüm gücünü sarf ederek hüküm verdiğinde doğruyu bulursa iki mükafat alacaktır. Aynı
şekilde hüküm verdiğinde yanılırsa bir mükafat alacaktır.”
(Buhârî, I’tısam: 21; Müslim, Akdiye: 6)
Tirmizî: Bu konuda Amr b. As ve Ukbe b. Âmir’den de hadis rivâyet edilmiştir. Ebû Hüreyre hadisi bu şekliyle hasen garibtir.
Muâz (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah (s.a.v.), Muâz’ı, Yemen’e kadı (hâkim)
olarak gönderdiğinde ona nasıl hüküm vereceksin? Buyurdu. Muâz: Allah’ın kitabındakine göre
hüküm veririm Rasûlullah (s.a.v.): “Allah’ın kitabında bulamaz isen; Muâz Rasûlullah (s.a.v.)’in
sünnetine göre... dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Eğer Allah Rasûlünün sünnetinde de yoksa buyurdu.”
Muâz: Kendi görüşümle ictihat ederek bir hüküm bulur ve ona göre hüküm veririm dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.): “Allah, Rasûlünün elçisini, Allah, Rasûlünün arzusuna uygun hareket etmeye
muvaffak kılan Allah’a hamdolsun” buyurdular.
(Ebû Dâvûd: Akdıyye: 11)
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle demişti: “İki
kişi aralarında hüküm vermen için seni hakem tayin ederlerse birini dinler dinlemez hüküm
verme ikincisini de dinledikten sonra nasıl hüküm vereceğini daha iyi anlarsın.” Ali diyor ki: O
günden bu yana bu şekilde hüküm vermekteyim.
(Ebû Dâvûd, Akdıyye: 6; İbn Mâce, Ahkam: 1)
Abdurrahman b. ebî Bekre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ubeydullah b. ebî
Bekre, hâkim iken babam ona şöyle yazmıştı: Kızgın olduğun anda iki kişi arasında hüküm verme! Zira
ben Rasûlullah (s.a.v.)’den, “Hâkim öfkeli olduğu anda iki kişi arasında hüküm vermesin” diye
işitmiştim. (İbn Mâce, Ahkam: 4; Ebû Dâvûd, Akdıyye: 9)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), hüküm konusunda
rüşvet verene de alana da lanet etmiştir.
Abdullah b. Amr’dan rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.), rüşvet
verene de alana da lanet etmiştir.”
(Ebû Dâvûd, Akdıyye: 4; İbn Mâce, Ahkâm: 2)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bana bir parça bile hediye edilse kabul ederim. Bir paça yemeğe davet edilsem mutlaka
giderdim.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Siz davalarınızı halletmek için bana müracaat ediyorsunuz. Ben de sizin gibi bir insanım
delilini ortaya koymada kiminiz kiminizden daha düzgün ifadeli olabilir. Böyle bir durumda ben
de o kimsenin lehine hüküm verebilirim. Bu sebeple ben kimin düzgün ifadesine dayanarak
kardeşinin hakkından ona bir şey hükmetmiş isem ben ona ateşten bir parça kesmişimdir. Sakın o
hükümle kestiğim bu parçayı almasın.” (Buhârî, Şehâdet: 28; Müslim, Akdıyye 3)
Vâil b. Hucr (r.a.)’in babasından rivâyete göre, şöyle demiştir: Hadramevt bölgesinden bir
adamla Kinde’li bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e geldiler. Hadremevtli adam dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü!
Bu adam benim toprağımı elimden aldı, bunun üzerine Kindeli dedi ki: O toprak benim mülkümdür, bu
toprakta onun hiçbir hakkı yoktur.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Hadremevtli adama o toprağın sana ait olduğunu gösterir bir
şâhid, bir belge var mıdır? dedi. Adam hayır dedi. O halde davacı olduğun bu kimseye sadece yemin
verdirebilirsin başka yapılacak bir şey yok buyurunca; Adam: Bu adam yalancı birisidir neye yemin
ettiğine aldırış etmez hiçbirşeyden sakınıp korunmaz dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’de bundan başka
yapacağım bir şey yoktur buyurdular.
Râvî diyor ki: Kindeli adam yemin etmek için minberin yanına doğru giderken arkasını dönünce
Rasûlullah (s.a.v.): “Eğer haksız yere senin malını elde etmek için yemin ederse Allah’ın huzuruna,
Allah kendisinden yüzçevirmiş olduğu halde varacaktır” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Akdıyye: 23; İbn Mâce,
Ahkâm: 7)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.): “Yemin etmek davalıya düşer diye
hüküm vermiştir.” (Ebû Dâvûd, Akdıyye: 23; İbn Mâce, Ahkâm: 7)
Cafer b. Muhammed (r.a.)’in babasından rivâyete göre: “Peygamber (s.a.v.), tek şâhidle
birlikte yemin verdirerek hüküm verdi.”
Cafer b. Muhammed: Ali de sizin aranızda buna göre hüküm vermişti.
(Ebû Dâvûd, Akdıyye: 21; İbn Mâce, Ahkam: 31)
Tirmizî: Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup tek şâhidle birlikte yemin verdirmenin mal ve hukukta caiz olduğu görüşündedirler. Mâlik b. enes, Şâfii, Ahmed ve İshâk bunlardan olup şöyle derler: “Sadece
hukuk ve mal davalarında tek şâhidle birlikte yemine dayanılarak hüküm verilir. Küfeliler ve daha
başkaları ise bu görüşte değillerdir.
Semure (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “Ömür boyu denilerek
yapılan bağışlar, yapılan kimse için caiz olup bağışı yapan kimsenin ehli için mirastır.” Yani ömür boyu o
kimse o maldan istifade eder o kimse ölünce bağışı yapanın varislerine geçer. (Ebû Dâvûd, Ticarat: 85)
Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her hangi bir
kimseye veya çocuklarına ömürlük diyerek bir mülk verilirse o mülk verilen kimsenindir, veren
kimseye dönmez çünkü miras geçerli olan bir bağışta bulunmuştur.” (Buhârî, Hibe: 32; Müslim, Hibat:
22)
Umra: Bir kimsenin bir başkasına ömrü olduğu süre bu mülkü ona bağışladım veya ben sağ oldukça
bu mülkü ona bağışladım veya ben sağ olduğum müddetçe bu mülkü ona bağışladım şeklindeki bağış şeklidir
bazen ölümünden sonra benimdir, bazen ölümümden sonra varislerimindir şeklinde ilaveler de yapılabilen
cahiliye dönemi bağış modellerindendir. Çok değişik hükümleri vardır; detaylı bilgi için fıkıh kitaplarına
bakılmalıdır.
Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Umra
yapılan kimse için caiz ve geçerlidir. Rukba da yine yapılan kimse için caiz ve geçerlidir.” (Ebû
Dâvûd, Ticarat: 87)
Rukba: bir kimsenin bir kimseye şu mülkü sana rukba yoluyla verdim sen benden önce ölürsen mal
bana geri dönecek, ama ben önce ölürsem mal senin olacaktır şeklindeki yapılan bağış çeşididir. Cahiliyye
döneminde böyle bağışlar yapılırdı.
Amr b. Avf el Müzenî (r.a.)’in babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar arasında sulh geçerlidir. Ancak helali haram kılan veya haramı
helal kılan sulh geçersizdir. Müslümanlar şartlarına bağlıdırlar. Ama helali haram kılan haramı
helal kılan şartlar geçersizdir.” ( İbn Mâce, Ahkam: 23)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: (A’rec bizzat kendisinden işittim diyor)
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin komşusu sizin duvarınıza bir ağaç başı
koymak için izin isterse; bu işe engel olmasın.” Ebû Hüreyre bunu söyleyince orada bulunanlar sanki
gereksiz bir iş söylemiş gibi başlarını eğdiler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre şöyle dedi: “Neden sizi bu
sünnetten yüz çevirmiş olarak görüyorum, vallahi dikkat edin bu işte umursamaz olursanız bu evin
duvarına konulacak ağaç başını sizin omuzlarınız arasına koyarım.” (Buhârî, Mezâlim: 20; İbn Mâce,
Ahkâm: 15)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.): “Boşanan, karı kocanın
anlaşamadıkları çocukları konusunda olgun yaşta olan çocuğu anne veya babasını tercih etmekte
serbest bırakmıştır.” (Ebû Dâvûd, Talak: 34; İbn Mâce, Ahkam: 22)
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Yediğinizin en helali kendi kazancınızdan olandır, çocuklarınız da sizin kazançlarınızdandır.”
(Ebû Dâvûd, Büyü: 77; Nesâî, Büyü; 1)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarından biri
O’na bir tabak yemek göndermişlerdi de Âişe eliyle yemeği dökmüştü.” Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.): “Yemek yemekle, kap kapla tazmin edilir” buyurdular. (İbn Mâce, Ahkâm 14; Ebû Dâvûd,
İcara: 89)
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: “On dört yaşımda iken
savaşa gitmek üzere hazırlanmış bir orduya katılmam için Rasûlullah (s.a.v.)’e takdim edildim.
Savaşa katılmamı kabul etmedi. Ertesi sene on beş yaşımda iken yine savaşa hazır bir orduya
katılmak için O’na takdim edildim bu sefer beni kabul etti.”
Nafi’ diyor ki: Bu hadisi Ömer b. Abdulaziz’e rivâyet ettiğimde; “Bu; küçükle büyük arasında
yaş sınırıdır...” dedi ve bu sınırın on beş yaş olduğunu yazı ile bildirdi. (Buhârî, Meğazi: 31)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamlarının bir kısmının uygulaması bu hadise göre olup
Sûfyân es Sevrî, İbn’ül Mübarek, Şâfii, Ahmed ve İshâk bunlardandır ve şöyle derler: “On beş yaşını
dolduran kimsenin erkek konumunda olduğu, on beş yaşından önce ihtilam olanların da yine erkek
konumuna geldikleri görüşündedirler.”
Ahmed ve İshâk ise şöyle derler: Ergenlik bûluğ yaşına girmek üç modelle bilinir: 1- On beş yaşını
doldurmak, 2- İhtilam olmak, 3- Yaş ve ihtilam olması bilinmez ise kasıklardan kıl bitmesi.
Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyete göre, Ensâr’dan bir adam ölümüne yakın bir anda altı
kölesini de azat etmişti ve o kölelerden başka malı da yokmuş bu durum Peygamber (s.a.v.)’e ulaşınca o
kimse için ağır söz söylemiş ve köleleri çağırarak onları üçe bölerek aralarında kur’a çekmiş kur’a
sonucu ikisini azat edip dördünü de köle olarak bırakmıştır.
(Müslim, Eyman: 12; Ebû Dâvûd, Itk: 10)
Tirmizî: Imrân b. Husayn hadisi hasen sahih olup Rasûlullah (s.a.v.) ‘in ashabından ve başkalarından
bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göredir.
Not: Ölümüne yakın kişinin malının üçte birinden fazlasını bağışlamasının uygun olmadığı anlaşılmaktadır. (mirasçılarını başkalarına muhtaç duruma düşürebileceği gibi nedenlerden)
Abdullah b. Zübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, Ensardan bir adam hurmalıkları suladıkları harre
deresi su yolları ve sulama sırası hakkında Zübeyr’den davacı olmuştu. Bu dereden geçen su önce Zübeyr’in
hurmalığına uğrar sonra Ensarî’nin hurmalığına geçerdi. Bir seferinde Zübeyr suyu tutup hurmalığını sulayacağı
sırada Ensarî dedi ki: “Suyu bırak ta bize gelsin” fakat Zübeyr kendi hurmalığını sulamadan bırakmak ve
sulama sırasını komşusuna vermek istemedi. İki taraf Peygamber (s.a.v.) huzurunda muhakeme oldular ve
Rasûlullah (s.a.v.), Zübeyr’e: “Ey Zübeyr tarlanı sula sonra suyu komşusuna doğru salıver” buyurdular.
Ensarî öfkelendi ve: “Hala oğlu olduğu için mi onu kayırdın? Dedi. Bu saygısızca söz üzerine
Rasûlullah (s.a.v.)’in rengi değişti ve şöyle buyurdu: “Ey Zübeyr bahçeni sula ve suyu bırakma,
duvardan aşıncaya kadar.”
Zübeyr diyor ki: Şu ayetin bu hâdise hakkında indiğini sanıyorum: “Hayır hayır! Rabbine
andolsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda sen Peygamber (s.a.v.)’i hakem
yapmadıkça ve sonra senin kararına kalplerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle
uymadıkça gerçekten inanmış olmazlar.” (4 Nisa: 65) (Buhârî, Müsakat: 8)
Numân b. Beşîr (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre babası bir oğluna bir köle bağışladı ve bu
işe şâhid olması için Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Buna verdiğinin aynısını diğer çocuklarına da verdin mi?” Babam hayır deyince Rasûlullah (s.a.v.):
“Öyleyse ondan köleyi geri al” buyurdular. (Buhârî, Hibe: 10; Müslim, Hibat: 3)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Numân b. Beşîr’den değişik şekillerde rivâyet edilmiş olup bazı ilim
adamlarının uygulaması bu hadise göredir. Çocuklar arasında eşit muamele yapılmasını isterler. Hatta bazıları
derler ki: “Öpmekte dahi eşitlik gözetilmelidir.” Kimi ilim adamları da bağış ve hediyede erkek ve kadın eşit
muamele yapılmalıdır. Sûfyân es Sevrî de böyle düşünür. Kimi ilim adamları ise çocuklar arasındaki eşitlik
erkeğe iki kadının payını vermekle gerçekleşir derler. Miras taksimatında olduğu gibi Ahmed ve İshâk bu
görüştedir.
Semure (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Komşu
olan komşusunun evine ve arazisine satılığa çıkarıldığı takdirde diğerlerinden daha hak
sahibidir.” (Ebû Dâvûd, İcara: 73)
Zeyd b. Hâlid el Cühenî (r.a.)’den rivâyete göre, bir adam buluntu malın durumundan
sordu. Rasûlullah (s.a.v.): “Bir yıl ilan et özelliklerini iyice tanı sonra onu kullan sahibi gelirse
kendisine hemen öde. Adam: Ey Allah’ın Rasûlü kaybolmuş koyunun durumu nedir? Deyince
Rasûlullah (s.a.v.): Onu al o ya senin ya mü’min kardeşinin yada kurdundur” buyurdu. Adam: “Ey
Allah’ın Rasülû yitik develer ne olacak? Diye sordu. Zeyd b. Hâlid dedi ki: “Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) öfkelendi yanakları veya yüzü kızardı ve buyurdular ki: Ondan sana ne! Onun
sağlam ayakları ve yanında su tulumu vardır sahibini buluncaya kadar yeter ona...” (Buhârî,
Lukata: 2; İbn Mace, Lukata: 1)
Süveyd b. Gafele (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Zeyd b. Sûhan ve Selmân b.
Rabia ile birlikte çıkmıştım bir kamçı buldum (İbn Nümeyr rivâyetinde bir kamçı buldum ve onu
aldım dedi) Bırak onu dediler, bunun üzerine ben onu yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakamam
onu alıp kullanacağım dedim. Daha sonra Übey b. Ka’b’e geldiğimde bunun hükmünü sordum
durumu kendisine anlattım. Dedi ki: İyi yapmışsın dedi Rasûlullah (s.a.v.) zamanında içerisinde
yüz dinar bulunan bir kese bulmuştum onu Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim bir yıl tanıt, ilan et
buyurdu. Bir yıl ilan ettim sahibi çıkmadı sonra tekrar Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim. Bir yıl daha
tanıt ve ilan et buyurdu. Bir yıl daha ilan ettikten sonra tekrar Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim. Bir
yıl daha ilan et tanıt buyurdu. Sonra her türlü özelliklerini tespit et sahibi gelirse keseyi ona ver
değilse ondan istifade et” dedi veya buyurdu. (Buhârî, Lukata: 10; Müslim, Lukata: 1)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hayvanın
yaralaması boşa gider cezası yoktur, diyet gerekmez, kazılan kuyuya düşen kimse için bir ceza
gerekmez, maden ocaklarında meydana gelecek kazalar için de bir ceza gerekmez yeraltından
çıkarılan definelerde beşte bir zekat vardır.” (Buhârî, Zekat: 67; Müslim, Hudud: 11)
Tirmizî: “Hayvanın yaralaması boştur” sözünü bazı ilim adamları şöyle tefsir etmişlerdir:
“Sahibinin elinden kaçan hayvanın yaralanmasında ve yaptığı her türlü zararda sahibinin bir şey
ödemesi gerekmez.” Maden ocaklarında meydana gelecek kazalar için de bir ceza gerekmez sözünün
manası şudur: Bir kimse bir maden ocağı açsa oraya bir insan düşüp ölse o kimseye diyet ödemek lazım
gelmez. Yine bir kimse herkesin istifadesi için bir su kuyusu açsa o kuyuya da bir insan düşse kuyu sahibine
diyet ödemek gerekmez, “Definelerde beşte bir zekat vardır” sözüne gelince: Rikaz, geçmiş dönemlerde toprağa gömülmüş altın gümüş cinsinden şeylerdir: Kim böyle bir şey bulursa beşte birini devlete vergi olarak öder geri kalanı kendisinindir.
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim
sahipsiz işlenmeyen ölü bir toprağı ekip dikerek canlandırırsa o toprak parçası onundur.” (Ebû
Dâvûd, Harâc: 35)
Alkame b. Vâil’in babasından rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) Hadremevt’te bir toprak
parçasını kendisine vermişti.
Mahmûd dedi ki: Nadr bu hadisi bize Şu’be’den aktararak şu ilaveyi yaptı: “O toprağı kendisine
vermesi için Muaviye’yi de onunla birlikte gönderdi.” (Ebû Dâvûd, Haraç: 36)
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.): “Hayber halkı ile Hayber
topraklarında yetişen ürünlerin yarısı kendilerine ait olmak üzere ekincilik anlaşması
yaptı.” (Buhârî, Müzarea: 5; Müslim, Müsakat: 1)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.): “Ziraat ortaklığını haram kılmadı
fakat ortakların birbirlerine karşı toleranslı davranmalarını emretti.” (Buhârî, Müzarea: 5; Müslim,
Müsakat: 3)