İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bilgisiz veya
art niyetli olarak Kur’ân ayetleri hakkında konuşur ve hüküm verirse cehennemdeki yerine hazır
olsun.” (Müsned: 1965)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benden yalan
yere hadis aktarmaktan sakınınız bildiğiniz ve benim söylediklerimi aktarabilirsiniz. Her kim
benim adıma bile bile bir söz uydurur, söyler ve naklederse Cehennem’deki yerine hazırlansın.
Kim de Kur’ân’ın tefsiri hakkında kendi görüş ve arzusuna uydurarak hüküm verirse o da
Cehennem’deki yerine hazırlansın.” (Müsned: 1965)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir namaz
kılar da o namazda Fatiha sûresini okumazsa o namaz eksiklir o namaz noksandır. O namaz tam
değildir.” Abdurrahman diyor ki: Ey Ebû Hüreyre dedim bazen imamın arkasında oluyorum (ne
yapmalıyım?) Ebû Hüreyre şöyle cevap verdi: Ey Farisi oğlu Fatihayı içinden oku Rasûlullah (s.a.v.)’den
şöyle buyurduğunu işittim Allah şöyle buyurdu: Namazı kulumla kendi aramda iki eşit kısma ayırdım
yarısı benim yarısı da kulum içindir. Kulum istediğine erişecektir. Kul: “Elhamdü lillahi Rabbil
alemîn” der. Allah’ta kulum bana hamdetti buyurur. Kul: “Errrahmanirrahîm” der. Allah’ta: Kulum
beni övdü, der. Kul: “Maliki yevmiddin” der. Allah’ta kulum yüceltti der. İşte bu okunanlar bana aittir.
“İyyake na’büdü ve iyyake nesteîn” benimle kulum arasındaki müşterek ayettir. Sürenin sonu sadece
kuluma aittir. Kulum istediğine erişecektir. Sürenin bu son ayetlerinde kul Allah’a duâ ediyor ve ondan
dosdoğru yoluna eriştirmesini istiyor. (Müslim, Salat: 27; Ebû Dâvûd, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Şu’be, İsmail b. Cafer ve pek çok kimse Alâ b. Abdurrahman’dan, babasından, Ebû Hüreyre’den bu
hadisin bir benzerini rivâyet etmişlerdir.
Ebû Musa el Eş’arî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Allah, Adem’i yeryüzünün her bir tarafından aldığı topraktan yaratmıştır. Bundan
dolayı Adem’in nesli yeryüzünün renkleri kadar değişik şekillerde çoğalıp geldiler. Dolayısıyla;
kimi kızıl renkli, kimi beyaz, kimi siyah kimi de bunlar arası renklerdedir. Kimi yumuşak, kimi
sert, kimi iyi, kimi kötüdür.” (Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara sûresi 58. ayeti olan
“Fakat kapısından secde ederek girin” ayetini tefsir ederek şöyle buyurdu: “O gün İsrail oğulları
secde ederek değil uylukları üzerinde emekleyerek girdiler.” Aynı senedle Peygamber (s.a.v.)’den
Bakara 59. ayeti olan “Sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle soktular.” “Arpada bir
hububat türüdür” deyiverdirler. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Tefsir: 17)
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), nafile namazlarını devesi
üzerinde, devesi ne tarafa yönelirse yönelsin kılardı. Bu durumda Mekke’den Medîne’ye geldi. (Yani Ka’beye
arkası dönük vaziyette) Sonra İbn Ömer: Bakara 115. ayetini okudu: “Doğu da batı da Allah’ındır...” İbn
Ömer bu ayet bu konuda inmiştir, dedi. (Buhârî, Cuma: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Katâde’nin, Bakara 115. ayeti hakkında şöyle söylediği rivâyet edilmiştir.
Bu ayetin hükmünü Bakara 149. ayeti kaldırılmıştır. “Her nereden gelirsen gel ve her nerede
olursan ol yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.”
Aynı şekilde Muhammed b. Abdulmelik b. Ebûşşevarib, Yezîd b. Zürey’ vasıtasıyla Saîd’den ve
Katâde’den bu hadisi bize aktarmışlardır. Mûcâhid’den Bakara 115. ayetindeki “Fesemme” yi Allah’ın
kıblesidir şeklinde tefsir etmiştir.
Mûcâhid’in bu tefsirini Ebû Küreyb, Vekî’den, Nadr b. Arabî’den ve Mûcâhid’den bize böylece
aktarmıştır.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer: Ey Allah’ın Rasûlü! dedi. İbrahim makamının
arkasında namaz kılabilsek... dedi. Bunun üzerine Bakara 125. ayet nazil oldu: “Öyleyse vaktiyle
İbrahim’e ayarlanan yeri siz de kendinize ibadet yeri edinin.” (Buhârî, Salat: 27; Müslim, Fedail-üsSahabe: 17)
Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 143. ayetindeki “vasatan”
kelimesini Adaletli olarak tefsir etmiştir. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; İbn Mâce, Zühd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Abd b. Humeyd, Cafer b. Avn vasıtasıyla A’meş’den, Ebû Salih’den
rivâyet ederek Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu bize aktarmıştır: “Kıyamet gününde Nuh çağrılacak ve
Tebliğ ettin mi?” diye sorulacak o da “evet” diyecektir. Bu sefer Nuh kavmi çağrılıp: “Size tebliğ etti mi?” diye
soracak: Onlar da bize hiçbir uyarıcı gelmedi diyecekler. Bunun üzerine Nuh’a şâhidlerin kimlerdir, denilecek?
Nuh’ta: “Muhammed ve Ümmetidir” diyecek. Bunun üzerine sizler getirileceksiniz ve Nuh’un tebliğ ettiğine dair
şâhidlik edeceksiniz. İşte Allah’ın indirdiği Bakara 143. ayetinin tefsiri budur: “vasat” adaletli demektir.
Muhammed b. Beşşâr, Cafer b. Avn vasıtasıyla A’meş’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Medîne’ye geldiğinde on altı ve
on yedi ay kadar Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kıldı. Fakat kendisi Ka’be’ye yöneltilmesini çok isterdi. Sonra
Allah: Bakara 144. ayetini indirdi. Böylece Rasûlullah (s.a.v.), Ka’be’ye yöneltildi. Bunu kendisi de çok
arzulamakta idi. Bir şahıs Rasûlullah (s.a.v.) ile ikindi namazını kıldı ve Ensâr’dan bir cemaatin yanına uğradı.
Bunlar Beyti Makdis’e doğru kılmakta oldukları ikindi namazının rûku’un da idiler. O şahıs kendisinin
Rasûlullah (s.a.v.) ile namaz kıldığına ve kıblenin Ka’be’ye çevrilmiş olduğuna şâhidlik ederek konuştu. Bunun
üzerine onlar da rûku’da oldukları halde Ka’be’ye doğru döndüler. (Buhârî, İman: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Sûfyân es Sevrî bu hadisi Ebû İshâk’tan rivâyet etmiştir.
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Onlar sabah namazının rûkuunda
idiler.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Bu konuda Amr b. Avf el Müzenî’den, İbn Ömer’den, Imara b. Evs’den ve Enes b. Mâlik’den de
hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: İbn Ömer hadisi hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ka’be’ye yöneltildiği
zaman Ashab: Ey Allah’ın Rasûlü! dediler. Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılarken ölüp giden kardeşlerimizin
durumu ne olacak? Bunun üzerine Allah Bakara sûresi 143. ayetini inzal etti: “... Allah sizin imanınızı ve
önceden Kudus’e dönerek kıldığınız namazları boşa götürecek değildir...” (Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)
Urve (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’ya Safa ile Merve arasında Sa’y
yapmayan kimseye bir şey gerekmez bu sebeble orada Sa’y edemez isem aldırış etmem dedim. Bunun
üzerine Âişe: Ey kız kardeşimin oğlu ne kötü söz söyledin! Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar Sa’y
etmişlerdir. Ancak cahiliyye döneminde Müşellel denilen yerdeki Menat putu için ihrama girenler Safa ile
Merve arasında sa’y yapmazlardı. Bu yüzden yüce Allah Bakara sûresi 158. ayetini indirdi. “Hac ve Umre
maksadıyla Ka’be’ye gelenlerin safa ile Merve arasında gidip gelmelerinde sakınca yoktur.” Mesele
senin de dediğin gibi olsaydı Allah Safa ile Merve arasında gidip gelmekte bir sakınca yoktur buyurmazdı.
Zührî diyor ki: Bunu Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Harîs b. Hişâm’a anlattım hoşuna gitti ve dedi
ki: “İşte bu bir ilimdir.” İlim adamlarının bazılarının şöyle dediklerini işittim. Araplardan Sa’fa ile
Merve arasında sa’y etmeyenler bu ikiş taş arasında sa’y etmemiz cahiliyye işidir, derlerdi. Ensâr’dan
olan diğerleri de bize Ka’be’yi tavaf etmemiz emredildi. Safa ile Merve arasında sa’y etmek bize
emredilmedi, dediler. Bunun üzerine Allah Bakara sûresi 158. ayetini indirdi: “Safa ile Merve’de
Allah’ın insanlığa sunduğu sembollerden biridir...” Ebû Bekir b. Abdurrahman bu ayetin onlar ve
bunlar hakkında nazil olduğu kanaatindeyim, demektedir. (Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Âsım b. Ahvel (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik (r.a.)’e Safa ile
Merve’den sordum bunun üzerine şöyle dedi: O ikisi cahiliyye dönemi sembollerindendir. Müslüman
olunca bunlardan el çektik. Bunun üzerine Allah: “Safa ile Merve, Allah’ın insanlığa sunduğu
sembollerden birisidir. Her kim hac ve Umre...” (Bakara 158) ayetini indirdi. Dolayısıyla Safa ile
Merve arasında Sa’y etmek tatavvu yani nafile olup vâcib değildir. “Zira kim gönlünden koparak
iyiliği artırırsa bilsin ki Allah şükre bol karşılık verendir ve her şeyi bilendir.” (Bakara: 158)
(Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mekke’ye geldiğinde Rasûlullah(s.a.v.)’den işitmiştim. Ka’be’yi yedi sefer dolaştıktan sonra Bakara 125. ayeti olan: “... Öyleyse
vaktiyle İbrahim’e ayarlanan yeri sizde kendinize ibadet yeri edinin...” ayetini okudu ve makamın
arkasında namaz kıldı, sonra Hacer-ül Esved’e gelerek uzaktan onu eliyle işaret ederek selamladı sonra
Allah’ın başladığı yerden başlayalım diyerek Safa tepesine çıktı ve Bakara 158. ayetini okudu. (Müslim,
Hac: 27; Nesâî, Menasik: 17)
Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ashabı oruç ilk farz
olduğunda şöyle yapardı: Oruçlu kişi iftarını açmadan uyuya kalırsa gecesinde de akşama kadar,
gündüzünde de bir şey yiyemezdi. Kays b. Sırme oruçlu idi. İftar zamanı gelince hanımına geldi ve yanında
yiyecek var mı? diye sordu. O da hayır dedi. Fakat sana biraz yiyecek bir şeyler arayıp bulayım dedi.
Hanımı yanına gelince gün boyu çalışıp yorgun düşen kocasını uyumuş olarak buldu ve yazık oldu sana
dedi. Gün yarıya gelince Kays bayılıp düştü. Durum Peygamber (s.a.v.)’e anlatıldı, bunun üzerine Bakara
187. ayeti indi. Müslümanlar bu ayete çok sevindiler “... ve gecenin karanlığından, tan yerinin aydınlığı
fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz...” (Buhârî, Savm: 27; Nesâî, Sıyam: 17)
Numân b. Beşîr (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.), Mü’min sûresi 60. ayet;
“Rabbiniz buyuruyor ki bana duâ edin duânızı kabul edeyim...” ayetindeki duâ ibadet etmek
demektir dedi ve ayeti sonuna kadar okudu. (İbn Mâce, Duâ: 57)
Tirmizî: Mansur rivâyeti olarak bu hadis hasen sahihtir.
Adiyy b. Hatîm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara 187. ayeti nazil olunca
oradaki siyah iplik, beyaz iplik meselesini Rasûlullah (s.a.v.): “Gecenin karanlığından gündüzün
beyazlığının seçilmesidir” buyurdu. (Buhârî, Savm: 27; Müslim, Sıyam: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Eslem Ebû Imrân et Tücîbî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rum şehri olan İstanbulda
idik. Rumlar karşımıza büyük bir ordu çıkardılar. Onlara karşı Müslümanlardan bir o kadar veya daha fazla
asker çıkarıldı. Mısırlıların başında komutan olarak Ukbe b. Âmir bulunuyordu. Ordunun komutanı ise Fedâle b.
Ubeyd idi. Müslümanlardan bir asker Rumların saflarına hücum ederek onların arasına girdi. Askerler bağırarak
“sübhanallah” dediler. Bu kimse kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor. Bunun üzerine Ebû Eyyûb ortaya
atılarak şöyle dedi: Ey insanlar! Siz bu ayeti (Bakara 195) yorumlamaya çalışıyorsunuz bu yaptığınız bir
yorumdur. Bu ayet biz Ensâr topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allah, İslam’ı güçlendirip yardımcılarını
çoğaltınca bizler peygambere duyurmadan birbirimize pek çok malımızı heder edip tükettik; mallarımızla
ilgilenmedik. Allah, İslam’ı güçlendirmiş, yardımcılarını çoğaltmıştır. Artık bizler mallarımızın başına oturup
onlarla meşgul olsak ihmal ettiğimiz şeyleri telafi etsek dedik. Allah, bizim bu sözümüze karşılık olmak üzere şu
ayetini indirdi: (Bakara: 195) “Allah yolunda size verilenlerden bol bol harcayın. Böylece size Cennet
kazandıracak imkanı hazır bulmuşken onu kullanmayacak kendi elinizle kendimizi tehlikeye atmayın...”
Tehlike: Malların üzerinde oturmak onları çoğalmaya ve ıslah etmeye çalışmak ve Allah yolunda cihâdı terk
etmektir.
Böylece Ebû Eyyûb, Allah yolunda cihâda devam ederek şehîd olup Rum toprağına
defnedilmiştir. (Ebû Dâvûd, Cihâd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
Ka’b b. Ucre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tüm benliğimi elinde tutan Allah’a
yemin ederim ki şu ayet benim hakkımda nazil olmuştur ve Allah orada beni kastetmiştir. “... ama
içinizden hasta olan veya başında rahatsızlık olan, kimse bu yüzden daha önce traş olursa oruç
tutarak veya sadaka vererek veya kurban keserek özrünü karşılayacak bir şey
yapmalıdır.” (Bakara 196) Ka’b b. Ucre diyor ki: İhramlı olarak Hudeybiye’de Peygamber (s.a.v.) ile
beraber idik, müşrikler yolumuzu kesip bizi muhasara etmişler ve Ka’be’ye bırakmıyorlardı.
Benim saçlarım kulak memesine kadar uzamıştı o derece bit vardı ki yüzüme dökülmeye başladı.
Peygamber (s.a.v.) bana uğradı ve saçındaki bitler seni rahatsız ediyor olmalı dedi. Ben de evet dedim.
Rasûlullah (s.a.v.): Tıraş ol buyurdu ve bu ayet nazil oldu.
Mücâhid diyor ki: Oruç üç gündür, yemek altı yoksul içindir. Kurban ise koyun ve
benzerileridir.Ali b. Hucr, Hüşeym vasıtasıyla Ebû Bişr’den, Mûcâhid’den, Abdurrahman b. ebî Leylâ’dan,
Ka’b b. Ucre’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır. (Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Ka’b b. Ucre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi ben
bir tencerenin altını yakmakta idim. Bitler alnımdan ve kaşlarımdan dökülmekte idi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), başındaki bitler seni rahatsız ediyor mu? Buyurdu. Ben de evet dedim. O halde başını
tıraş et, ya bir kurban kes veya üçgün oruç tut veya altı fakiri doyur buyurdu. Eyyûb diyor ki:
“Mûcâhid’in bu üç şeyden hangisini önce zikrettiğini bilmiyorum.” (Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Abdurrahman b. Ya’mur (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Hac Arafattır, Hac Arafattır, Hac Arafattır, Minâ günleri ise üç gündür.” (Bakara 203)
“... Kim iki gün içerisinde Minâ’dan Mekke’ye dönerse ona günah yoktur, kim de geri kalırsa
yolunu Allah ve kitapla bulduğu takdirde günaha girmemiş olur...” Fecr doğmadan önce Arafat’a
yetişen kişi Hacca yetişmiş olur. (Nesâî, Menasik: 2; Ebû Dâvûd, Menasik: 27)
İbn Ömer, Sûfyân b. Uyeyne’den naklederek dedi ki: “Bu hadis Sevrî’nin rivâyet ettiği en güzel
hadistir.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu hadis Şu’be, Bükeyr b. Atâ’dan rivâyet etmiştir. Bu hadisi sadece Bükeyr b. Atâ’nın rivâyeti olarak
bilmekteyiz.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 204. ayeti hakkında şöyle
buyurdu: “Allah en fazla kızıp hoşlanmadığı insan düşmanların en yamanı olan konuşmasına dini
elbise büründüren kimsedir.” (Buhârî, Mezâlim: 27; Müslim, İlim: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudiler kadınlar hayız gördüğü zaman
onlarla bir arada yemezler, içmezler, evlerde onlarla birlikte olmazlardı. Bu durum Rasûlullah (s.a.v.)’e
soruldu da Allah, Bakara 222. ayetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), onlara kadınlarla bir arada
yemelerini içmelerini ve cinsel ilişki dışında beraber olabileceklerini emretti. Bunun üzerine Yahudiler: Her
konuda bizi muhalefet ediyorlar dediler. Abbâd b. Bişr ve Üseyd b. Hudayr, Peygamber (s.a.v.) ile gelerek
bu durumu bildirdiler ve muhalefet etmek, tam her konuda olsun diye hayızlı iken cinsel ilişki de
bulunamaz mıyız? Diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.)’in yüzü birden değişiverdi ve ikimize kızdığını anladık
kalkıp giderken birileri Peygamber (s.a.v.)’e süt hediyesi göndermişti. Rasûlullah (s.a.v.), peşlerinden bir
adam gönderip onlara bu gelen hediye sütten içirdi. Böylece bize kızmadığını anlamış olduk. (Müslim, Hayz:
27; Nesâî, Hayz: 17)
Muhammed b. Abdûl A’lâ (r.a.), Abdurrahman b. Mehdî vasıtasıyla Hammad b.
Seleme’den, Sabit’den, Enes’den mana olarak bu hadisin bir benzerini bize aktarmışlardır. İbn ebî Ömer
Sûfyân vasıtasıyla İbn’ül Münkedir’den ve Câbir’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudiler şöyle de
derlerdi: “Kişi karısına arkasından yaklaşıp cinsel ilişkide bulunursa ve bir çocuğu olursa o çocuk
şaşı olur.” Bakara 223. ayeti indirildi: “Kadınlarınız sizin için nesil yetiştiren tarlalarınızdır. Bu
yüzden tarlanıza nasıl isterseniz öylece varın...” (Müslim, Hayz: 27; Nesâî, Hayz: 17)
Ümmü Seleme (r.anha)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Bakara 223. ayeti hakkında
şöyle buyurdu: Yani tek yoldan dilediğiniz şekilde.” (Müsned: 25387)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek “Mahvoldum”
dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de seni mahveden nedir? Buyurdu. Ömer: Bu gece binitime ters bindim yani
hanımıma arkasından önüne yaklaştım dedi. Peygamber (s.a.v.), ona bir karşılık vermedi ve hemen
Bakara 223. ayeti nazil oldu ve Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Önden yaklaş veya öne arkadan
yaklaş ancak makad deliğinden ve hayız halinden sakın.” (Müsned: 2569)
Ma’kıl b. Yesâr (r.a.)’den rivâyete göre; Ma’kıl, Peygamber (s.a.v.) zamanında kızkardeşini bir Müslüman’la evlendirdi. Bu kadın o kimse yanında belli bir süre kaldı. Sonra o kişi bu kadını bir talakla boşadı, bekleme süresi doluncaya kadar da ona müracaat etmedi. Sonra kadın o
adama o adam da kadına istek duydu. Pek çok dünürcü ile beraber o da o kadını istedi. Ma’kıl ona: “Hey
şaşkın adam ben onu sana vermiş ve seninle evlendirmişken sen onu boşadın vallahi sana ebediyen
bir daha dönemez. Senin onunla bir alakan kalmamıştır” dedi. Allah ise bu erkeğin o kadına o
kadının da bu erkeğe ihtiyacı olduğunu bilmekteydi. Bu yüzden Bakara sûresi 232. ayetini indirdi:
“Eşlerinizi boşadığınızda bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce
anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan her biriniz için bir
uyarıdır ve sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.” Ma’kıl bunu işitince
Rabbimi dinlemek ve boyun eğmek vazifemdir, sonra eski kocasını çağırdı ve seni evlendirip ikramda
bulunacağım. (İbn Mâce, Talak: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadis başka şekilde de Hasan-ı Basrî’den rivâyet edilmiş olup
garibtir. Bu hadiste velisiz nikahın caiz olmadığına bir işaret vardır. Çünkü Ma’kıl’ın kız kardeşi dul idi.
Evlenme işi velisinden ayrı olarak kendi elinde olsaydı kendi kendini evlendirir. Ma’kıl’e muhtaç olmazdı.
Nihayet Allah bu ayeti kerimede velilere hitap ederek şöyle buyurmaktadır: “...anlaşmışlarsa onlara engel
olmayın...” Bu ayette’de; Evlendirme konusunda salahiyetin kadının rızası alınmak suretiyle velilere aid
olduğuna bir işaret vardır.
Âişe (r.anha)’nın azâdlı kölesi Ebû Yunus’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe kendisi için
bir Mushaf yazmamı bana emretti ve Bakara 238. ayetine geldiğinde beni haberdar et dedi. Bu ayete
geldiğimde kendisini haberdar ettim. Bu ayeti bana “namazları, orta namazını, ikindi namazına devam
edin ve Allah’ın huzuruna içten bir bağlılıkla durun” diye yazdırdı ve bunu Rasûlullah (s.a.v.)’den
böylece işittim dedi. (Müslim, Mesacid: 27; Nesâî, Salat: 17)
Bu konuda Hafsa’dan da hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Semure b. Cündüp (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Orta
namaz ikindi namazıdır.” (Müsned: 19224)
Ubeyde es Selmânî (r.a.)’den rivâyete göre, Ali kendisine Rasûlullah (s.a.v.)’in, Hendek savaşı
günü şöyle dediğini aktarmıştır: “Allah’ım güneş batıncaya kadar orta namaz = İkindi’den bizi meşgul
ettiklerinden dolayı o müşriklerin kabirlerini ve evlerini ateşle doldur.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Değişik şekilde Ali’den de rivâyet edilmiştir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Orta
namaz ikindi namazıdır.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Bu konuda Zeyd b. Sabit, Ebû Haşim, Utbe ve Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında
namazın ilk farz olduğu günlerde namaz içersinde konuşurduk, Bakara 238. ayet nazil oldu ve
namazda susmak emredildi.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Ahmed b. Meni’, Hüşeym vasıtasıyla İsmail b. ebî Hâlid’den bu geçen hadisin bir benzerini bize
rivâyet etti ve şu ilaveyi yaptı: “Namazda bize konuşma yasaklandı.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, Bakara 267. ayeti hakkında şöyle demiştir: “Başkalarına
vermek için özellikle kötü olanı seçmeyin!” Bu ayet biz Ensâr topluluğu hakkında nazil oldu.
Hurmalarımız vardı, herkez hurmalarından az veya çok durumuna göre getirirdi. Bir kimse bir veya iki
salkımın yanına gelir değneğiyle ona vurur yaş ve kuru düşen hurmalardan yerdi.
Hayırda gözü olmayan bazı kimseler de vardı ki bunlardan biri üzerinde kötü ve
değersiz hurmalar bulunan hurma dalını veya kırılmış hurma dalını getirip mescide asardı.
Bunun üzerine Allah, Bakara 267. ayetini indirdi: Ey iman edenler! Kazandığınız güzel
şeylerden ve topraktan sizin için bitirdiğimiz ürünlerden başkaları için harcayın; özellikle kötü
olanı seçmeyin, gözünüzü yummadan alamayacağınız şeyi mi bağışlıyorsunuz...? Rasûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki: Sizden birine verdiği şeyin bir benzeri verilmiş olsa onu gözünü yumarak ve
utanarak alır. Bundan sonra biz elimizde bulunan ürünlerin en iyisinden getirir olmuştuk.” (İbn
Mâce, Zekat: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöylebuyurmuştur: “İnsanoğluna şeytanın vesvese vermesi, meleğin de ilham etmesi
vardır. Şeytanın vesvesesi kötülüklere götürmek ve gerçekleri yalanlatmaktır.
Meleğin ilhamı ise hayırlara götürüp hakkı doğrulatmaktır. Kim hayırlara yönelmeyi
ve hakkı doğrulamayı vicdanında bulursa bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a
hamd etsin. Kim de vicdanında şeytanın vesvesesini bulursa taşlanmış ve kovulmuş
şeytandan Allah’a sığınsın. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Bakara sûresi 268. ayetini okudu:
“Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği emreder...” (Tirmizî rivâyet
etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis Ebû’l Ahvas’ın rivâyeti olarak hasen garibtir. Merfu olarak sadece Ebû’l Ahvas’ın
rivâyetiyle bilmekteyiz.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allah
temizdir ancak temiz olanları kabul eder. Allah peygamberlerine emrettiğini mü’minlerine de
emretmiştir” diyerek Mü’minûn sûresi 51. ayetini okudu: “Siz ey peygamberler! Dünya hayatının temiz
ve meşru nimetlerinden payınızı alın, doğru ve dürüst işler işleyin, çünkü ben sizlerin ne yaptığını
eksiksiz bilenim.” Ayrıca Bakara 172. ayetini de okudu: “Ey iman edenler! Size rızık olarak sağladığımız
iyi şeylerden nasiplenin ve Allah’a şükredin, eğer sadece Allah’a kulluk ediyorsanız.” Ebû Hüreyre dedi
ki: Rasûlullah (s.a.v.), bir adamdan bahsetti uzun seferler yapan saçı dağınık eli yüzü toz toprak içinde olup
elini uzatıp Ya Rabbi Ya Rabbi diyerek duâ eder; halbuki yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır
ve devamlı haramla beslenmiştir. Böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir? (Müslim, Zekat: 27; Dârimî, Rıkak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Fudeyl b. Mersuk’un rivâyetiyle bilmekteyiz.
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara sûresi 284. ayeti olan “... aklınızdan
geçeni açıklasanız da gizleseniz de Allah mutlaka hesaba çekecektir...” ayeti nazil olunca bizi
üzmüştü. Kendi kendimize şöyle demiştik: Birimiz içinden bir şey geçirecek bunun hesabı kendisine
sorulacak, neyin bağışlanıp neyin bağışlanmayacağını da bilemeyeceğiz. O ayetten sonra Bakara 286.
ayet indi ve bu ayetin hükmünü kaldırdı: “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını
yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi yararına, her kötülük de kendi zararınadır.” (Tirmizî
rivâyet etmiştir.)
Ümeyye (r.anha)’dan rivâyete göre, bizzat kendisi Âişe (r.anha)’ya Bakara 284. ayetiyle,
Nisa sûresi 123. ayeti olan: “... Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır.” Ayetinin tefsirini sordu.
Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’e sorduğumdan beri bu ayetin tefsirini bana kimse
sormamıştı. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: Bu ayette geçen konu, kulun yakalandığı bir sıtma
hastalığı veya başına gelen bir musibet veya kaybettiği küçük bir miktar dünyalık için üzülmesinden
dolayı kınanmıştır. Sonunda kul madenin kıpkırmızı ateşten temizlenip çıktığı gibi günahlarından
temizlenir çıkar. (Müsned: 24651)
Tirmizî: Âişe hadisi olarak bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Hammad b. Seleme
rivâyetiyle bilmekteyiz.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bakara 284. ayeti inince kalplerimiz o
kadar sıkıntıya girmişti. O güne kadar öyle bir sıkıntı görmemiştik Ashab durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e
arz ettiler, Rasûlullah (s.a.v.)’de işittik itaat ettik deyiniz buyurdu. Allah’ta onların kalplerine imanı
yerleştirdi de Allah Bakara sûresi 285. 286. ayetlerini indirdi. “Peygamber Rabbinden kendisine
indirilenlere iman etti, mü’minler de iman ettiler. Onlardan her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve
elçilerine inanırlar ve O’nun elçileri arasında hiçbir ayırım yapmazlar. İşittik itaat ettik, bizi bağışlamanı
dileriz. Zira tüm yolculukların varış yeri sensin, derler. Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha
fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı her iyilik kendi yararına, her kötülük de kendi zararınadır. Ey
Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak, bizi sorgulama! (Allah: Sorgulamayacağım buyurdu) Ey
Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. (Allah: Yüklemeyeceğim
buyurdu) Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma. Günahlarımızı affet, bizi bağışla ve
bize acı. (Allah tamam öylece yaptım buyurdu) (Müslim, İman: 187)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. İbn Abbâs’tan da değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
Bu konuda Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e: Âl-i Imrân
sûresi 7. ayeti olan “...Kalpleri gerçeklerden sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları
karıştıracak şeyler bulmak için ve ona keyfî anlamlar yüklemek amacıyla kitabınmüteşabih denilen kısmına uyarlar...” ayetinin tefsirini sordum da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onları gördüğünüz zaman kendilerini tanı ve onlardan sakın.”
Yezîd şöyle dedi: “Onları gördüğünüz zaman kendilerini tanıyınız ve onlardan uzak
durunuz.” Bu sözü iki üç sefer tekrarladı. (Buhârî, Tefsirül Kur’ân: 27; Müslim: İlim: 17)
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e Âl-i Imrân sûresi 7.
ayetinin tefsiri soruldu da bunun üzerine şöyle buyurdu: “O Kur’ân’ın müteşabih ayetlerine uyanları
gördüğünüzde kalbleri sapanlar diye Allah’ın adlandırdığı kimseler onlardır, onlardan
sakının.” (Buhârî, Tefsirül Kur’ân: 27; Müslim: İlim: 17)
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her
peygamberin diğer peygamberlerden bir dostu vardır. Benim dostum ise atam, Halil İbrahim’dir.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Âl-i Imrân 68. ayetini okudu: “ İnsanların İbrahim’e en yakın olanı,
O’na uyanlar, şu peygamber ve O’na iman edenlerdir. Allah ta, mü’minlerin en yakın
dostu ve her türlü işlerini düzeltip yürütendir.” (Müsned: 3609)
Mahmûd Ebû Nuaym vasıtasıyla Sûfyân’dan, babasından, Ebû’d Duhâ’dan ve Abdullah b. Mes’ûd’tan
geçen hadisin bir benzerini rivâyet etti ve senedinde “Mesrûk’u” zikretmedi.
Tirmizî: Bu rivâyet Ebû’d Duha’nın, Mesrûk’tan rivâyetinden daha sağlamdır. Ebû’d Duha’nın adı
Müslim b. Sabîh’tir.
Ebû Küreyb, Vekî’ vasıtasıyla Sûfyân’dan, babasından, Ebû’d Duha’dan ve Abdullah b. Mes’ûd’tan,
Ebû Nuaym hadisinin bir benzerini rivâyet etti bu rivâyette Mesrûk yoktur.
Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: “Her kim yemininde yalancı
olduğu halde bir Müslüman’ın malını elde etmek için yemin ederse Allah’ı kendisine karşı
gazâblanmış olarak bulur.” Eş’as b. Kays dedi ki: Bu hadis benim hakkımda söylenmiştir; şöyle ki:
Benimle bir Yahudî arasında bir toprak meselesi vardı. Derken Yahudî benim hakkımı inkar etti. Bunun
üzerine O’nu Rasûlullah (s.a.v.)’e götürdüm. Rasûlullah (s.a.v.), bana delilin var mıdır? Buyurdu. Ben de
hayır dedim. Rasûlullah (s.a.v.), Yahudiye yemin et buyurdu, bunun üzerine ben Ey Allah’ın Rasûlü! O
yemin eder ve malımı götürür dedim. Bunun üzerine Allah, Âl-i Imrân sûresi 77. ayetini indirdi:
“Doğrusu Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir menfaat karşılığında
değiştirenler var ya; işte onlar öteki dünyanın nimetlerinden faydalanamayacaklardır.
Allah kıyamet günü onlarla ne konuşacak, ne yüzlerine bakacak, ne de onları
günahlarından arındıracaktır. Onlar için acıklı bir azâb vardır. ” (Buhârî, Müsakat: 85; Müslim,
İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda İbn ebî Evfâ’dan da hadis rivâyet edilmiştir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Â l-i Imrân 92. ayeti: “...Ey Mü’minler!
Sevdiğiniz şeylerden Allah rızası için başkalarına harcamadıkça, gerçek erdemliliğe
ve hayra ulaşmış olamazsınız...” ile, Bakara sûresi 245. ayeti: “Allah’ın kat kat
fazlasıyla geri ödeyeceği güzel bir borcu Allah’a verecek olan kimdir?...” ayeti indiği
zaman Ebû Talha’nın bir bahçesi vardı. Ey Allah’ın Rasûlü!, dedi. Bahçem Allah için vakıftır.
Bunu gizli olarak yapabilseydim burada açıklamazdım dedi. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.): “Onu akrabalarına ve yakınlarına miras olarak bırak” buyurdu. (Buhârî, Zekat: 27;
Müslim, Zekat: 17)
Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âl-i Imrân sûresi 61. ayeti olan,“Gelin! oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, biz, siz, hepimizi çağıralım” ayeti inince Rasûlullah (s.a.v.): “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve Ey Allah’ım bunlar
benim ailemdendir” buyurdu. (Müsned: 1522)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Behz b. Hakîm (r.a.)’in babasından ve dedesinden rivâyete göre, Behz Âl-i Imrân sûresi
110. ayeti olan: “Siz müslümanlar, insanlığın iyiliği için yaratılarak yeryüzüne çıkarılmış hayırlı bir
topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız...” ayeti hakkında Rasûlullah
(s.a.v.)’de şöyle buyurduğunu işitti: “Siz Yeryüzünde gelip geçen ümmetlerden yetmişinciyi
tamamlıyorsunuz, siz bunların hepsinden en hayırlı ve Allah yanında da en ikrama layık
olanısınız.” (İbn Mâce, Zühd: 27)
Bu hadis hasendir.
Pek çok kişi bu hadisi Behz b. Hakîm‘den buradaki gibi rivâyet etmiş ancak “İnsanlar arasından
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” bölümünü zikretmemişlerdir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’in Uhud günü yüzü alnından yarılarak
kanlar yüzüne akmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demişti: “Kendilerini Allah’a davet
eden peygamberlerine bunu yapan bir millet nasıl felah bulur. Bunun üzerine Allah Âl-i Imrân sûresi
128. ayetini indirdi: “Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah, ya onların tevbesini
kabul eder, yahud onları varlık sebebine aykırı davrandıkları için azab eder.” (İbn Mâce, Zühd: 27)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)’in
yüzü yarıldı, dişi kırıldı omzundan ok yarası aldı. Kan, yüzünden akmaya başladı hem kanını siliyor hem
de “Kendilerini Allah’a davet eden peygamberlerine bunu yapan bir ümmet nasıl kurtuluş
bulacak?” buyuruyordu. Bunun üzerine Allah, Âl-i Imrân sûresi 128. ayetini indirdi. (Müslim, Cihâd: 27;
İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), dört kişiye bedduâ ederdi.
Bunun üzerine Allah Âl-i Imrân 128. ayetini gönderdi: “Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait
değildir Ey peygamber! Allah dilerse onların tevbesini kabul eder, yahud da onları
varlık sebebine aykırı davrandıkları için azablandırır.” (Buhârî, Meğazi: 17; Nesâî, Tatbik: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir. Nafi’in, İbn Ömer’den rivâyeti olarak garib
görülmüştür.Yahya b. Eyyûb bu hadisi İbn Aclan’dan rivâyet etmiştir.
Ebû Talha (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Uhud savaşında başımı kaldırıp sağıma
soluma bakınmaya başladım. O esnada Müslümanlardan kalkanının siperinde uyuklamaktan dolayı
kafasını eğmeyen kimse yoktu işte bu olay Âl-i Imrân sûresi 154. ayetindeki belirtilen olaydır: “Sonra
Allah, bu kederin ardından size bir emniyet duygusu ve bazılarınızı sarıp kuşatan bir iç sükûneti,
uyuklama hali vermişti...” (Buhârî, Meğazî: 27)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ebû Talha dedi ki: “Uhud savaşı günü savaş konumunda iken
bizi uyku bastırdı. Ebû Talha: O gün uyku bastırılan kimselerden idim, kılıcım elimden düşüyor tekrar
alıyorum, tekrar düşüyordu. Diğer bir gurub insanlar daha vardı ki onlar münafıklardı. Çok korkak ürkek
hakka karşı çok kuşkucu idiler.” (Buhârî, Meğazî, 27)
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), benimle
karşılaştı ve Ey Câbir, seni neden kırgın görüyorum? dedi. Ben de: Ey Allah’ın Rasûlü! Babam, Uhud
gününde şehîd düştü, geride kalan borç ve çoluk-çocuk bıraktı, dedim. Rasûlullah (s.a.v.), babanın Allah
tarafından nasıl karşılandığını sana haber vereyim mi? Ben de evet Ey Allah’ın Rasûlü! dedim. Şöyle
buyurdular: Allah bir kimseyle ancak perde arkasından konuşmuştur. Fakat babanı diriltmiş ve arada
perde olmaksızın yüz yüze konuşarak şöyle buyurmuştur: Ey kulum dile benden sana dileğini vereyim o
da Ey Rabbim beni dirilt senin yolunda ikinci kez öldürüleyim. Allah’ta şöyle buyurdu: Enbiya sûresi 95.
ayete göre tekrar dünyaya dönmek mümkün değildir ve Âl-i Imrân 169. ayet indirildi: “Fakat Allah
yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Hayır onlar diridir. Rableri katında rızıklanmaktadırlar.” (İbn Mâce, Mukaddime: 122)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir.
Abdullah b. Muhammed b. Akîl, Câbir’den bu hadisin bir kısmını nakletmiştir. Bu hadisi sadece Musa
b. İbrahim’in rivâyetiyle bilmekteyiz. Ali b. Abdullah el Medînî ve pek çok ileri gelen hadisçiler bu hadisi Musa
b. İbrahim’den bize aktarmışlardır.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, kendisine Âl-i Imrân 169. ayetin tefsiri
soruldu da bunun üzerine şöyle dedi: Aynı soruyu bizde sormuştuk ta bize şöyle haber verilmişti: Onların
ruhları yeşil kuşlar şeklindedir. Cennet’te diledikleri şekilde gezip dolaşırlar sonra Arş’a asılı kandillere
dönerler Allah onlara yönelip baktı ve şöyle dedi: Bir şeyin artırılmasını ister misiniz ki size onu
artırayım. Onlar da Ey Rabbimiz dediler. Neyin artırılmasını dileyelim Cennet’teyiz dilediğimiz şekilde
gezinip duruyoruz. Sonra Allah onlara ikinci kez bakıp şöyle buyurdu: İlave olarak istediğiniz bir şey var
mı? Derhal sizin için artırayım? Onlar da Rablerinden bir şey istemeden bırakılmayacaklarını görünce
şöyle dediler: “Ruhlarımızı cesetlerimize çevir de dünyaya tekrar dönelim ve senin yolunda ikinci kez
şehîd olalım.” (Fakat Enbiya 95. ayetlere göre bu mümkün olmamaktadır.) (Müslim, İmara: 27; İbn Mâce,
Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn ebî Ömer, Sûfyân vasıtasıyla Atâ b. Sâib’den, Ebû Ubeyde’den İbn Mes’ûd’tan bu hadisin bir
benzerini bize rivâyet ederek şunu ilave etmişlerdir: “Peygamber (s.a.v)’e selamlarınızı ilet ve Ey Rabbimizbizim senden razı olduğumuzu ve bizden de razı olunduğunu ona bildir.”
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, merfu olarak şöyle anlattı: Malının zekatını
vermeyen her bir kimsenin boynuna kıyamet günü Allah bir yılan takacaktır. Sonra buna
uygun olarak Âl-i Imrân sûresi 180. ayetini okudu: “Allah’ın kendilerine ikram edip
verdiği malları, infak etmekte cimrilik gösterenler o biriktirdikleri malların, kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece
cimrice sarıldıkları şey, kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir. Zira
göklerin ve yerin mirası Allah’ındır, hepsi O’na kalacaktır. Ve Allah yaptığınız her
şeyden haberi olandır.” Abdullah b. Mes’ûd başka bir seferde de Rasûlullah (s.a.v.)’in
buna uygun olarak aynı ayeti okumuştu.
Müslüman kardeşinin malını yalan yere yemin ederek kendi zimmetine geçiren kişi
kıyamet günü Allah’ı kendisine kızgın vaziyette bulacaktır buyurdu ve buna uygun olarak Âl-i
Imrân 77. ayetini okudu: “Doğrusu Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir menfaat
karşılığında değiştirenler var ya; işte onlar öteki dünyanın nimetlerinden
faydalanamayacaklardır. Allah kıyamet günü onlarla ne konuşacak, ne yüzlerine
bakacak, ne de onları günahlarından arındıracaktır. Onlar için acıklı bir azâb
vardır.” (Nesâî, Zekat: 27; İbn Mâce, Zekat: 17)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu Cennet’te bir kamçı
boyu kadar yer, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Dilerseniz Âl-i Imrân 185.
ayetini okuyunuz “... Orada ateşten uzaklaştırılıp Cennete konulacak olanlar, gerçek
kurtuluşa ermişlerdir. Zira bu dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka
bir şey değildir.” (Dârimî, Rıkak: 27)
Mervan b. Hakem (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mervan kapıcısı olan Rafî’e dedi ki:
Git, İbn Abbâs’a şöyle söyle eğer her bir kimse yaptığına sevinir ve yapmadığı işlerle de övülmesini isterse
mutlaka azâb görecekse hepimiz azâblanacağız Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Bu ayetten size ne!
Çünkü bu ayet ehli kitap olan Yahudî ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir. Sonra İbn Abbâs, Âl-i Imrân 187.
ayetini okudu: “Allah kendilerine kitap verilenlerden, O kitabı mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
gizlemeyeceksiniz diye kesin söz almıştı. Fakat, onlar bunu kulak ardı ettiler ve küçük bir kazançla
değiştirdiler. Ne kötü bir alışverişti bu.” Arkasından da hemen 188. ayeti okudu: “Ettikleri kötülüklere
sevinen ve yapmadıkları iyiliklerle övülmek isteyenlerin, davranışlarını doğru sanma, onların azâbtan
kurtulacaklarını da sanma, onlar için acıklı bir azâb vardır.” İbn Abbâs şöyle devam etti: Peygamber
(s.a.v), o kitap ehline bir şeyler sormuştu da onlar o gerçeği gizleyip başka bir şeyler söyleyip çıkıp gittiler
onlar istenilen şeyi değil de başka bir şeyi haber verdiler de böylelikle de övülmek istediler. Kendilerinden
isteneni söylemeyip gizlediklerine de sevinip gittiler. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim,i Sıfat-ül Münafıkın:
17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
Muhammed b. Münkedir (r.a.)’den rivâyete göre; Câbir b. Abdullah’tan şöyle işittiğini
anlatmıştır. Hastalanmıştım Rasûlullah (s.a.v.), beni ziyarete geldi ben kendimden geçmiş baygın
durumda idim. Ayılınca, malım konusunda nasıl hareket edeyim diye sordum. Rasûlullah (s.a.v.), sustu
ve Nisa sûresi 11. ayeti nazil oldu: “Allah size çocuklarınızın alacağı miras hakkında şunu emreder:
Erkek iki kadının hissesine eşit bir miktar alacaktır...” (Buhârî, Vudu: 27; Müslim, Feraiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kimse bu hadisi Muhammed b. Münkedir’den rivâyet
etmişlerdir.
Fadl b. Sabah el Bağdadî, Sûfyân vasıtasıyla, İbn’ül Münkedir’den, Câbir’den, bu hadisin bir benzerini
bize aktarmış olup, Fadl b. Sabbah’ın hadisi buradakinden daha uzuncadır.
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, demiştir ki: Evtas savaşı günü müşrikler
içerisinde kocaları bulunan bazı kadınlar cariye olarak savaş ganimetleri içersinde bize düşmüştü fakat
bazı kimseler bu kadınlarla cinsel ilişki yapmayı hoş karşılamadılar da Allah Nisa sûresi 24. ayetini
indirdi: “Savaşta esir olarak elinize geçirdiğiniz cariyeler dışında tüm evli kadınlar size haram
kılınmıştır...” (Müslim, Rada: 27; Nesâî, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Yine Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Evtas savaşı günü kendi
toplumlarında kocaları bulunan bazı esir kadınlar ganimetten pay olarak hissemize düşmüştü.
Müslümanlar durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e anlattılar ve Allah, Nisa sûresi 24. ayetini indirdi. (Müslim,
Rada: 27; Nesâî, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Aynı şekilde Sevrî, Osman el Bettî’den, Ebû’l Halîl’den, Ebû Saîd el
Hudrî’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) büyük günahlar hakkında şöyle buyurdu:
“Allah’a ortaklar tanımak, ana babaya âsi olmak, adam öldürmek, yalan şâhidliği veya yalan
söylemek.” (Bu hadis Nisa sûresi 31. ayetin tefsiri durumundadır) (Buhârî, Şehadet: 27; Müslim, Eyman:
17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Ebû Bekre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Günahların en büyüğünü size bildireyim mi?” Ashab “Evet Ey Allah’ın Rasûlü!” dediler. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’a ortaklar koşmak, ana babaya âsi olmak” Rasûlullah (s.a.v.) yaslanmış
durumda iken doğrularak: “yalancı şâhidlik ve yalan söylemek” bu son cümleyi o kadar tekrarladı ki
keşke sussaydı dedik. (Buhârî, Şehadet: 27; Müslim, Eyman: 17)
Tirmizî: Bu hasen garib sahihtir.
Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Büyük
günahların bir kısmı şunlardır. Allah’a ortak koşmak, ana babaya âsi olmak veya yalan yere
yemin etmektir.” Üçüncüyü söylerken Şu’be tereddüd etmiştir. (Buhârî, Eyman: 27; Nesâî, Tahrim-üd
Dem: 17)
Zeyd b. Sabit (r.a.)’den rivâyete göre, Nisa sûresi 88. ayeti hakkında şöyle demiştir: Uhud
savaşında Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından bazıları savaştan çekilmişlerdi. Müslümanlar bunlar hakkında iki
taraf oldular; Bir kısmı onlar öldürülmeli diyor diğer taraf ise hayır diyorlardı. Bunun üzerine Nisa 88. ayet indi:
“ Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında kiminiz onlardan yana kiminiz onlara karşı tutum
alarak aranızda iki guruba ayrılıyorsunuz? Oysa yaptıkları işlerden dolayı Allah onları tepe
taklak etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Allah’ın sapıklık
içinde bıraktıklarına bir çıkış yolu bulamazsın.” Sonra Rasûlullah (s.a.v.): “O Medîne temiz
beldedir” buyurdu ve şöyle devam etti: “Ateşin madenlerin kirlerini temizleyip çıkarıp attığı
gibi Medîne’de Müslümanlar arasındaki kirleri atar.” (Buhârî, Hac: 27; Müslim, Hac: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Benî Süleym’den bir adam koyunlarını
otlatırken Peygamber (s.a.v)’in ashabından bir müfrezeyle karşılaştı ve onlara selam verdi. Onlarda size,
sizden korunmak için selam verdi, kanaatine vararak kalkıp onu öldürdüler koyunlarını da alıp Rasûlullah
(s.a.v.)’e götürdüler Allah’ta, Nisa sûresi 94. ayetini indirdi: “O halde ey iman edenler Allah yolunda
savaşa çıktığınız zaman karşılaştığınız durumu açıkça kavramaya çalışın ve size barış teklif edene
veya Müslüman olduğunu bildirene dünya hayatının gelip geçici, kazancına duyduğunuz özlem ve
istekle sen mü’min değilsin demeyin oysa ganimetlerin çoğu Allah katındadır...” (Buhârî, Tefsir-ül
Kur’ân: 27; Müslim, Tefsir: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda Üsame b. Zeyd’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Berâ b. Âzib (r.a.)’den rivâyete göre, Nisa sûresi 95. ayeti indiği zaman gözleri görmeyen
Amr b. Ümmü Mektum, Peygamber (s.a.v)’e geldi ve Ey Allah’ın Rasûlü! gözleri görmeyen bir
kimseyim bana ne yapmamı emredersin? dedi. Allah: “Bir mazeretleri olmaksızın” bölümünü indirdi
ve Peygamber (s.a.v), vahiy katiplerine: “Yazdığınız kürek kemiğini veya levhayı, kalemi getirip
kaydediniz.” buyurdu. (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Bu hadis hasen sahihtir. Amr b. Ümmü Mektum denildiği gibi Abdullah b. Ümmü Mektum da denilir. Bu kimse Abdullah b. Zaide’dir. Ümmü Mektum onun annesidir.
İbn Şihâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Sehl b. Sa’d, bana anlattı ve şöyle
dedi: Mervan b. Hakem’i mescidde otururken gördüm ve gelip yanına oturdum o da Zeyd b. Sabit’in
kendisine anlattığını bize anlattı şöyle ki: Nisa süresi 95. ayeti “Bir mazeretleri olmaksızın” kısmı
olmadan indirilmişti de Allah Rasûlü bana bu ayeti yazdırmıştı tam o esnada İbn Ümmü Mektum
çıkageldi ve Ey Allah’ın Rasûlü cihâda katılma imkanım olsaydı mutlaka cihâd ederdim dedi. Kendisi
gözleri görmeyen bir adamdı. Bunun üzerine Allah Peygamberine vahyin ilave kısmı olan: “Bir
mazeretleri olmaksızın” bölümünü indirdi. Rasûlullah (s.a.v.)’in dizi dizimin üstünde idi dizimi
ezecek kadar ağırlaştı sonra bu ağırlık kaldırıldı ve böylece “Bir mazeretleri olmaksızın” bölümü de
indirilmiş oldu. (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kişi Zührî’den, Sehl b. Sa’d’tan bu hadisin bir benzerini
bize aktarmışlardır.
Ya’la b. Ümeyye (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’a dedim ki:
Nisa sûresi 101. ayetinde Allah, korku içinde bulunursanız namazları kısaltınız buyuruyor. Bugün tüm
insanlar emniyet içerisindedir. Durum ne olacak? O da şöyle dedi: Senin şaştığın bu duruma ben de
şaşmıştım ve Rasûlullah (s.a.v.)’e sormuştum o da şöyle buyurmuştu: “Allah’ın size sadaka olarak
verdiği bir bağıştır, O’nun bağışını kabul ediniz.” (Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Nesâî, Taksir-üs
Salat: 17)
Abdullah b. Şakîk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Hüreyre bize şöyle
anlattı: Rasûlullah (s.a.v.), askerleriyle Dacnan ve Usfan arasında bir yere inmişti, müşrikler kendi
aralarında şöyle dediler: Bunların bir namazları vardır ki bu namaz kendilerine babalarından ve
oğullarından daha kıymetlidir. Bu ikindi namazıdır. Bu namaz vaktinde kesin kararınızı verip
üzerlerine çullanınız. Ancak Cebrail, Peygamber (s.a.v)’e gelerek orduyu iki kısma ayırmasını emretti,
bir gurup namaz kılarken diğerleri savaşı sürdürecektir. Tedbirli ve kontrollü hareket edecekler bir
rekat kılınınca diğer gurup savaşa geçip onlarda bir rekat namaz kılacaklardır. Böylece askerlerin
namazı birer rekat, imam durumunda olan Rasûlullah (s.a.v.)’in namazı ise iki rekat olacaktır. (Bu
hadis Nisa 102. ayetinin açıklamasıdır) (Buhârî, Salat-ül Havf: 27)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle Abdullah b. Şakîk’ın, Ebû Hüreyre’den rivâyeti olarak hasen garibtir.
Bu konuda Abdullah b. Mes’ûd, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Câbir, Ebû Ayyaş ez Zürakî, İbn Ömer,
Huzeyfe, Ebû Bekre, Sehl b. Ebî Hasme’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tarık b. Şihâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Yahudilerden biri Ömer b. Hattâb’a
şöyle dedi: Ey Mü’minlerin emiri! Maide sûresi 3. ayeti olan “...Bugün size, dininizi kemale erdirdim,
nimetimi üzerinize tamamladım ve size din olarak İslâm’ı verip, ondan razı oldum...” ayeti bize
indirilmiş olsaydı o günü bayram günü ilan ederdik. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Bu ayetin hangi
günde indiğini çok iyi biliyorum; bu ayet Cuma gününe rastlayan bir arefe günü inmiştir. (Buhârî, Tefsir-ül
Kur’an: 27; Müslim, Tefsir: 17)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rahman olan
Allah’ın eli dopdolu ve cömerttir. Gece, gündüz devamlı olarak vermesi onu eksiltmez. Söyleyiniz
bakalım gökleri yarattığından beri neler vermiştir? Gerçek şu ki onun elindeki eksilmemiştir.
O’nun arşı su üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır. Alçaltan ve yükselten de O’dur.” (Bu ayet
Maide 64. ayet üzerine inmiştir.) (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Zekat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu hadis maide sûresi 64. ayetinin tefsiridir. Bu hadis hakkında âlimler şöyle diyorlar: Bu tür hadislere
bize geldiği şekilde yoruma gitmeksizin vehme kapılmaksızın inanırız. Bunu pek çok imamla birlikte Sevrî,
Malik b. Enes, İbn Uyeyne, İbn’ül Mübarek böyle söylemişlerdir. Şöyle ki bu tür hadisler aktarılır onlara inanılır
nasıl ve niçin diye sorulmaz.
Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v)’in ashabından bazı kimseler
şarabın haram kılınmasından önce vefat etmişlerdi. İçki haram kılınınca bazı kimseler: “Şarap içtikleri
dönemde ölüp giden kimselerin hali ne olacak?” diye sordular. Bunun üzerine Maide 93. ayeti nazil
oldu: “İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile
buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram
olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın
kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın
kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve
kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Şu’be bu hadisi Ebû İshâk’tan, Berâ’dan rivâyet etmiştir. Aynı
şekilde Bündar’ın da bir rivâyeti vardır.
Ebû İshâk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Berâ şöyle demiştir: Rasûlullah
(s.a.v.)’in ashabından bazı kişiler şarap içtikleri dönemde vefat etmişlerdi. Şarabın yasaklanmasına dair
ayet inince Peygamber (s.a.v)’in ashabından bazı kimseler şarap içtikleri dönemde ölen kardeşlerimizin
durumu ne olacak? demişlerdi de Maide sûresi 93. ayeti nazil oldu: “ İman edip, doğru ve yararlı
işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp,
doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir
günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman
etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha
da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah,
iyilik yapanları sever.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ashab; şarabın haram kılınması hükmü
inince şarap içtikleri dönemde ölüp gidenlerin hakkındaki durumu sordular da Maide sûresi 93. ayeti
indi: “ İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah’ın kitabı ve elçisi ile
buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram
olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah’ın
kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah’ın
kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu
ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Maide sûresi: 93 ayeti nazil
olunca Rasûlullah (s.a.v.) bana “Sen onlardansın” buyurdu. (Müslim, Fedail-üs Sahabe: 27)
Musa b. Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik’den işittim şöyle
diyordu: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e Ey Allah’ın Rasûlü, benim babam kimdir? diye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’de “baban falan kimsedir” buyurdu. Bunun üzerine Maide sûresi 101. ayeti nazil
oldu: “ Ey iman edenler! Açıklandığı zaman sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’ân
indirilmekte iken onları sorsaydınız size açıklanabilirdi. Yine de Allah daha önce, bu
kuralı bilmeden sorduklarınızdan dolayı, sizi affetmiştir. Zira Allah, çok bağışlayıcı
ve cezayı geciktirirse de ihmal etmeyip acele etmeyendir.” (Buhârî, İtisam: 27; Müslim,
İmara: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âl-i Imrân 97. ayeti olan: “O Kâ’be ki
apaçık işaretlerle dopdolu olup, İbrahim’in makamı da oradadır. Kim oraya girerse huzur bulur.
Bundan dolayı Kâ’be’yi haccetmek, gücü yeten tüm insanların yerine getirmek zorunda
oldukları bir görevdir. Kim bu vazifeyi inkâr edip yapmazsa bilsin ki, Allah alemlerden bağımsız
olup her bakımdan kendine yeterlidir.” Ayeti inince Ashab her sene mi? diye sordular. Rasûlullah
(s.a.v.), cevap vermedi sustu. Sonra Ey Allah’ın Rasûlü! Her sene mi diye tekrar sordular “hayır” dedi,
eğer evet demiş olsam her yıl haccetmeniz gerekecekti. Bunun üzerine Allah, Maide sûresi 101. ayeti
indirdi: “Ey iman edenler! Açıklandığı zaman sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’ân
indirilmekte iken onları sorsaydınız size açıklanabilirdi. Yine de Allah daha önce, bu
kuralı bilmeden sorduklarınızdan dolayı, sizi affetmiştir. Zira Allah, çok bağışlayıcı
ve cezayı geciktirirse de ihmal etmeyip acele etmeyendir.” (İbn Mâce, Menasik: 27)
Bu hadis Ali’nin rivâyeti olarak hasen garibtir.
Bu konuda Ebû Hüreyre ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.
Ebû Bekir es Sıddık (r.a.)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar! Siz Maide
sûresi 105. ayetini okuyorsunuz; “Ey iman edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz.
Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin
dönüşü Allah’a olacaktır. Ve o zaman Allah size hayatta yapmış olduğunuz herşeyi
bildirecektir.” Halbuki ben Peygamber (s.a.v)’den şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanlar bir
zâlimi görürlerde ona zulmünden el çektirmezlerse Allah’ın onları genel bir azaba
uğratması kaçınılmazdır.” (Ebû Dâvûd, Melahım: 27; İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Pek çok kişi bu hadisi İsmail b. Ebû Hâlid’den buradaki gibi merfu
olarak rivâyet etmişlerdir. Bazıları ise bu hadisi Kays’tan, Ebû Bekir’den merfu olmaksızın Ebû Bekrin sözü
olarak rivâyet etmektedirler.
Ebû Umeyye eş Şa’banî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Sa’lebe el Huşenî’ye
geldim şu ayet hakkında ne diyorsun diye sordum. Ebû Sa’lebe hangi ayet dedi. Bende Maide sûresi 105.
ayetidir dedim; “Ey iman edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru
yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü
Allah’a olacaktır. Ve o zaman Allah size hayatta yapmış olduğunuz herşeyi
bildirecektir.” Bunun üzerine şöyle dedi: Dikkat et bu ayeti bilen bir kimseye sormuş
durumdasın. Ben de aynı şekilde bu ayeti Rasûlullah (s.a.v.)’e sormuştum şöyle
buyurmuştu: “Birbirlerinize iyilikleri emredin kötülüklerden sakındırın ancak cimriliğe
boyun eğildiğini gördüğünde, insanların arzu ve hevesleri peşinde gittiklerini
gördüğünde, dünyanın dine tercih edilip herkesin kendi görüşünü beğendiği dönemlerde sadece kendi kendinin çaresine bak ve avamı bırak ondan sonra
öyle günler gelecek ki o günlerde dinin emirlerine uyma hususunda gösterilecek
sabır ateş parçasını elde tutmak gibi zor olacaktır. O günlerde Müslüman olarak
yaşamaya çalışanlara bu günkü sizin elli kişinin amelini isteyen kimselerin sevâbı
kadar sevap yazılacaktır.”
Abdullah b. Mübarek dedi ki: Utbe’den başkası bu hadiste bana şu ilaveyi yaptı: Ey
Allah’ın Rasûlü! Bizden elli kişi mi? Yoksa onlardan elli kişinin sevâbı mı? Rasûlullah
(s.a.v.), “Hayır sizden elli kişinin sevâbı” buyurdu. (Nesâî, Sayd: 27; İbn Mâce, Fiten: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah, İsa’ya, Maide sûresi 116. ayet:
“Ve işte gün gelecek Allah, “Ey Meryem oğlu İsa!” diyecek; “Sen misin insanlara Allah’ı bırakın
da beni ve annemi iki İlah tanıyın diyen?” İsa cevap verdi: “Seni ortaklardan ve noksanlıklardan,
tenzîh ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım, sen
muhakkak bilirdin. Sen benim içimdeki herşeyi bilirsin. Halbuki, ben senin zatında olanı bilemem.
Şüphe yok ki, akılla bilinemeyen tüm gerçekleri bilen sensin, yalnızca sen.” teki sorusu hakkında
nasıl cevap vereceğini ona telkin edip öğretmiştir. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Son inen sûre Maide
sûresidir.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. İbn Abbâs’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Son inen sûre;
“Nasr” sûresidir.”
Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, En’am sûresi 65. ayetinin ilk yarısı inince Rasûlullah
(s.a.v.): “Sana sığınırım” dedi. Sonra ikinci yarısı inince; “Bu iki husus öncekinden daha hafiftir.”
buyurdu. “De ki: “Yalnız O’dur, sizi tepenizden ve ayaklarınızın altından azâbla kuşatma
kudretine sahip olan; ve elbette sizi gurup gurup birbirinize düşürüp, birbirinizi kırdırıp
geçirmeye de güç yetirendir. Bak iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle
açıklıyoruz.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27)
Tirmizî: Hasen sahihtir.
Sa’d b. ebî Vakkâs (r.a.)’den rivâyete göre, En’am sûresi 65. ayeti nazil olduğu zaman;
Rasûlullah (s.a.v.); “Bu gerçekleşmiş olan hadise mutlaka olacaktır.” buyurdular. (Müsned: 1387)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: En’am 82. ayeti nazil
olunca; “İman edip, imanlarını varlık sebebine aykırı davranarak karartmayanlar, işte
onlardır, güven içinde olacak olan ve doğru yola ulaşmış olanlar.” Bu hüküm onlara
ağır gelmişti ve Ey Allah’ın Rasûlü, dediler. Hangimiz kendine yazık etmemiştir?
Rasûlullah (s.a.v.): “Hayır sizin o anladığınız anlam değildir burada kastedilen zulüm,şirktir. Lokmanın oğluna söylediğini işitmediniz mi? Lokman sûresi: 13. ayet:
“Lokman oğluna öğüt vererek şöyle konuştu: “Ey benim sevgili oğlum! Allah’ın yanı
sıra, başka güçlere ilahlık yakıştırma! Bil ki, böyle düzmece ortaklık yakıştırmalar
gerçekten Allah’a karşı yapılan, çok büyük bir haksızlıktır.” (Buhârî, İman: 27; Müslim,
İman: 17)
Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’nın yanında oturmuş
durumdaydım. Bana künyemle hitab ederek Ey Ebû Âişe dedi ve şöyle devam etti: Üç şey vardır ki bunlardan
birini söyleyen Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur. Kim, Muhammed, Rabbini gördü derse Allah’a karşı en
büyük iftirayı yapmış olur. Çünkü Allah En’am 103’de; “Hiçbir beşerî görüş ve tasavvur O’nu
anlayamaz, halbuki O her türlü beşerî görüş ve tasavvuru çepeçevre kuşatır. Zira yalnız
O’dur, hikmetine tam nüfûz edilemeyen ve herşeyden haberdar olan.” buyurur ve yine
Şura süresi 51. ayetinde de: “Allah bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahiy
vasıtasıyla, yahut perde arkasından konuşur, ya da bir elçi gönderip, kendi izniyle
dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücelerin yücesidir ve yaptığı herşeyi yerli yerince
yapar.” buyurur. Ben yaslanmış durumdaydım, oturuş vaziyetine geldim ve Ey Mü’minlerin
anası benim konuşmama müsaade eder misin? İşi aceleye getirme dedim. Allah Necm sûresi
13. ayetinde; “Onu bir kere daha görmüştü.” Tekvir 23. ayetinde de “Hem onu berrak bir
ufukta gördü” buyurmamış mıdır? Âişe, şöyle dedi: Vallahi bu konuyu Rasûlullah (s.a.v.)’e ilk
soran benim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: “O görülen Cebraildir, o Cebraili kendi
yaratıldığı şekilde iki defa gördüm. Onu gökten inerken ve yaratılışının büyüklüğü gök
ile yer arasını kaplamış olarak görmüştüm.” Her kim; Muhammed’in, Allah tarafından
indirilenlerden bir şeyler gizlediğini iddia ederse Allah’a karşı büyük bir iftira yapmış olur.
Çünkü; Allah, Maide sûresi 67. ayette: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni insanlara
tamamen bildir. Sen onu tam yapmadığın sürece, Rabbinin mesajını hiç yaymamış
olursun. Allah seni inanmayan insanların şerlerinden koruyacaktır. Allah kendisinden
gelen gerçekleri örtbas eden insan guruplarını asla doğru yola iletmez.” buyuruyor. Her
kimde peygamberin; yarın olacak hadiseleri bildiğini iddia ederse yine Allah’a büyük bir iftira
yapmış olur. Çünkü Allah, Neml sûresi 65. ayetinde: “De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan
başka kimse, görünmeyeni, Allah’ın gizli ilmini bilmez. Ve onlar ne vakit diriltileceklerini
de bilmezler.” Bu şekilde buyuruyor. (Buhârî, İman: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Mesrûk b. Ecda Ebû Âişe diye künyelenir. Mesrûk b.
Abdurrahman’dır. Aynı zamanda ismine Divan’da denilir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Her kim üzerinde Peygamber
(s.a.v)’in mührü bulunan sahifeye bakmaktan hoşlanırsa En’am sûresi 151 - 153. ayetlerini okusun: “ De ki:
“Gelin Allah’ın gerçekten neyi yasakladığını size anlatayım: O’ndan başka şeylere asla
ilâhlık yakıştırmayın; anne-babanıza iyilik yapın ve onlara karşı saygısızlıkta bulunmayın
ve çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin; çünkü sizin de, onların da rızıklarını
sağlayacak olan biziz. Açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin ve adaleti yerine
getirmek dışında, Allah’ın kutsal saydığı insan hayatına haksızca kıymayın. Allah size
aklınızı kullanasınız diye bunları emreder.” “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. O
halde ona uyun, diğer yollardan gitmeyin ki, sizi O’nun yolundan ayırıp saptırmış olurlar.
Allah bütün bunları size emretti ki, yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmuş olasınız.” (Tirmizî
rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), En’am sûresi 158. ayetinde geçen,
“Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini...” hakkında şöyle dediği bize aktarılmıştır: “O ayet güneşin batıdan
doğmasıdır.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bazıları bu hadisi merfu olmaksızın rivâyet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Üç şey
çıkmadan önce kişi iman etmemiş ise o kişiye artık imanı fayda vermeyecektir.” (Enam sûresi 158.
ayet) “Deccâl, Dabbet-ül arz ve güneşin batıdan doğması.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İman:
17)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah şöyle
buyurur: O’nun sözü gerçektir. Kulum bir iyilik yapmayı gönlünden geçirirse ona bir sevap yazın,
eğer o iyiliği yaparsa on kat olarak yazın. Eğer bir kötülük yapmayı içinden geçirirse onu yazmayın,
şayet o kötülüğü işlerse ona bir günah yazın. Şayet ondan vazgeçerse veya onu yapmazsa ona bir
sevap yazın.” Rasûlullah (s.a.v.) bunu söyledikten sonra En’am sûresi 160. ayetini okudu: “Kim Allah’ın
huzuruna iyi bir iş ve davranışla çıkarsa, bu yaptığının on katını kazanacaktır. Ama kim de kötü bir
iş ile Rabbinin huzuruna çıkarsa, onun aynısıyla cezalandırılacaktır. Ve kimseye de haksızlık
yapılmayacaktır.” (Buhârî, İman: 27; Müslim, İman: 17)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Araf sûresi 143. ayetinden:
“Rabbi dağa nuru ile tecelli edince onu tuzla buz etti...” ayetini okudu.
Hammad, şu kadar diyerek hadisenin dehşetini anlatmak istedi. Süleyman ise baş parmağını diğer
parmaklarına dokundurarak “Dağ yere gömüldü” dedi, “Musa’da bayılıp düştü.” (Müsned: 11812)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Sadece Hammad b. Seleme’nin rivâyetiyle bilmekteyiz.
Abdulvehhab el Verrak, Muâz b. Muâz vasıtasıyla, Hammad b. Seleme’den, Sabit’den, Enes’den bu
hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Müslim b. Yesâr el Cühenî (r.a.)’den rivâyete göre, Ömer b. Hattâb’a Araf 172. ayetinin tefsiri
soruldu da bunun üzerine şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’e bu ayetin sorulduğunu işittim. Rasûlullah (s.a.v.)
buyurmuştu ki: “Allah, Adem’i yarattıktan sonra sırtını sağ eliyle sıvazladı ve ondan bir zürriyet
işleyeceklerdir. Sonra Adem’in sırtını tekrar sıvazladı ondan bir zürriyet çıkardı ve bunları cennet için
yarattım. Bunlar cennetliklerin amelini işleyeceklerdir. Sonra Ademin sırtını tekrar sıvazladı ondan
bir zürriyet daha çıkararak bunları da Cehennem için yarattım, bunlarda Cehennemliklerin amelini
işleyeceklerdir” buyurdu. Bunun üzerine o ayetin tefsirini soran şahıs: “Ey Allah’ın Rasûlü! O halde
çalışıp çabalamak ne işe yarar?” Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Allah bir kulu Cennet için yarattığı
zaman onu Cennetliklerin ameli üzerinde kullanır da o kişi Cennetliklerin ameli üzere ölür ve Cennete
girer. Bir kulu da Cehennem için yarattığı zaman onu da Cehennemliklerin ameli üzerinde kullanır,
sonunda Cehennemliklerin amellerinden biri üzere ölür ve Allah onu Cehenneme sokar.” (Ebû Dâvûd,
Sünnet: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: “Allah, Adem’i
yarattığında onun sırtını sıvazladı ve kıyamete kadar yaratacağı her canlı ondan küçük parçalar
halinde bir kenara döküldü bunlardan her insanın iki gözü arasında bir parıltı yarattı sonra onları
Adem’e sundu.” Bunun üzerine Adem dedi ki: “Ey Rabbim! Bunlar kimdir?” Allah: “Bunlar senin
zürriyetindendir” buyurdu. İçlerinden bir adam gördü ve onun gözleri arasındaki nurun parıltısı hoşuna gitti
ve “Ey Rabbim bu kimdir?” dedi. Allah: “Bu senin zürriyetinden gelen son ümmetlerden bir kişidir ki
adı Dâvûd’tur.” Adem: “Rabbim onun ömrü ne kadardır” dedi. Allah “Altmış sene” buyurdu. Adem:
“Benim ömrümden ona kırk yıl ilave et” dedi.
Adem’in ömrü dolunca ölüm meleği kendisine geldi. Adem: “Daha kırk yıllık ömrüm yok
mudur?” dedi. Ölüm meleği: “Bu kırk yılı oğullarından Dâvûd’a vermedin mi?” diye karşılık verdi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: “Adem bu durumu inkar etti, zürriyeti de inkar
etmektedir. Adem’e unutturuldu bu yüzden zürriyeti de unutmaktadır. Adem yanıldı zürriyeti de
yanılmaktadır.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Ebû Hüreyre’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
Sa’d (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bedir savaşı bitince ganimet mallarından bir kılıç
alarak Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim ve Ey Allah’ın Rasûlü! dedim; Allah, müşriklere karşı kalbime rahatlık
verdi -veya buna yakın bir ifade- dolayısıyla bu kılıcı bana hediye et. Bunun üzerine buyurdular ki: Bu kılıç
ne senindir ne de benim. Ben de belki benim gibi savaşta üstün yararlılık göstermeyen birine verilecektir,
dedim. Biraz sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana yaklaştı ve “Sen istediğinde benim değildi artık benim oldu
onu sana bağışlıyorum.” buyurdu. Sonra Enfal sûresi 1. ayeti indi; “Ey peygamber! Sana savaşlarda elde
edilen enfâl hakkında sorarlar. De ki: Bütün ganimetler Allah’a ve O’nun elçisine aittir. Öyleyse
yolunuzu, Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın, birbirinizle aranızı düzeltip kardeşlik bağlarını canlı
tutun. Eğer gerçekten inanan kimselerseniz, Allah’ın ve peygamberin buyruklarına uyun.” (Müslim,
Cihâd: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde bu hadisi Simak b. Harb, Mus’ab’tan rivâyet
etmişlerdir. Bu konuda Ubâde b. Sâmit’den de hadis rivâyet edilmiştir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşını
bitirince kendisine: “Ebû Sûfyân’ın kafilesini ele geçir onun hiçbir koruyucusu yoktur.” denildi. İbn
Abbâs esirler arasında bağlı olduğu halde: “Bu doğru olmaz. Allah sana iki guruptan birini vaad
etmişti ve vaad ettiğini sana verdi. “Hani Allah iki düşman topluluğundan birisinin, sizin elinize
düşeceği konusunda size söz vermişti; sizlerse güçsüz, silahsız olan kervan topluluğunun, elinize
düşmesini arzu ediyordunuz. Allah da, sözleriyle hakkın hak olduğunu göstermek ve kendisinden
gelen gerçekleri örtbas edenlerin, kökünü kazımak istiyordu.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)’in
doğru söyledin buyurdu. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) müşriklere
baktı, onların sayısı bin idi. Müslümanlar ise üçyüz on küsür kimse idi. Rasûlullah (s.a.v.), kıbleye döndü
Ellerini uzattı ve Rabbine şöyle duâ etmeye başladı: “Allah’ım bana vaad ettiğini yerine getir,
Allah’ım! Müslümanlardan şu cemaati helak edersen yeryüzünde sana ibadet eden kalmaz.”
Ellerini açıp kıbleye yönelerek yaptığı bu duâ o kadar uzadı ki üst elbisesi omuzundan düştü. Ebû Bekir
yanına geldi, elbisesini omuzuna koydu ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Peygamberi, Rabbinden istediğin
yeter Allah sana vaad ettiğini mutlaka yerine getirecektir. Bunun üzerine Allah: Enfal sûresi 9. ayetini
indirmişti: “Hani, yardım için Rabbinize yalvarıp yakarmıştınız da, O da bunun üzerine, size şöyle
cevap vermişti: “Size birbiri ardından inen bin melekle yardım edeceğim.” (Müslim, Cihad: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadisin Ömer’in rivâyetinden olduğunu sadece İkrime b.
Ammâr’ın, Ebû Zümeyl’den rivâyetiyle bilmekteyiz. Ebû Zümeyl’in ismi Simak el Hanefî’dir.
Bu olay Bedir gününde olmuştur.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bedir savaşı bitip esirler
getirilince Rasûlullah (s.a.v.): “Bu esirler hakkında ne diyorsunuz” dedi. -Bu hadis biraz uzuncadır-
Sonra Rasûlullah (s.a.v.); “Onlardan her biri ya fidye verecektir veya boynu vurulacaktır” buyurdu.
Abdullah b. Mes’ûd diyor ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Süheyl b. Beyda bundan müstesna olsun, O’nun
İslam’dan bahsettiğini işittim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) sustu o gün üzerime gökten taş
yağmasından korktuğum kadar hiçbir gün korkmamıştım. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.): “Süheyl b. Beyda
müstesnadır.” buyurdu. Sonra ayet Ömer’in görüşüne uygun olarak indi: Enfal sûresi 67. ayet:
“Yeryüzünde küfrün belini kırıp, tam hakimiyet sağlamadıkça hiçbir peygambere esir almak
yakışık almaz. Siz bu dünyanın geçici kazançlarını istiyorsunuz. Ama Allah, sizin için ahiretteki
Cenneti elde etmenizi istiyor. Çünkü Allah en yüce iktidar sahibi olup, yaptığı herşeyi yerli yerince
yapandır.” (Müsned: 13452)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ganimetler
sizden önceki toplumların hiçbirine helal olmamıştır. Ganimetleri gökten bir ateş iner ve onları
yakar idi.” Süleyman el A’meş diyor ki: Bu gün Ebû Hüreyre’den başkası bunu söylemiyor. Bedir
savaşı bitince ganimetler konusunda insanlar değişik görüşler ortaya attılar Allah’ta Enfal sûresi 68 - 69.
ayetleri indirdi: “Allah tarafından, önceden buyurulmuş böyle bir ilke olmasaydı, aldığınız bütün
bu esirler yüzünden, başınıza mutlaka büyük bir azâb çökerdi. “Artık savaşta elde ettiğiniz
ganimetlerden, helal ve temiz olarak kullanın ve yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın,
şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve acıyandır.” (Müsned: 7124)
Tirmizî: Bu hadis A’meş’in rivâyeti olarak hasen sahih garibtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Osman b. Affân (r.a.)’e Mesânî
sûreler’den olan Enfal sûresi ile ayetlerinin sayısı yüz civarında olan Berae (Tevbe) sûresinin arasını
birleştirmenize, ikisi arasına besmele yazmamanıza ve yedi uzun sûrelerin arasına koymanıza sebeb
nedir? Hangi sebep sizi böyle yapmaya sevketti dedim. Osman şu cevabı verdi: “Rasûlullah (s.a.v.)’e
ayetler indirilmekte iken vahiy katiplerini çağırır ve bu ayetleri şu sûrelerin şurasına koyunuz
buyururdu.” Enfal sûresi; Medîne’de inen ilk sûrelerdendi. Berae (Tevbe) ise Kur’ân’ın son inen
sûresidir. İkisinin konusu da aynı şeyden bahseder dolayısıyla ben ikisini bir sûre zannetmişimdir.
Rasûlullah (s.a.v.), bu iki sûrenin ayrı mı bir mi? olduğunu açıklamadan vefat etmiştir. Bundan dolayı bu
iki sûreyi birbirine birleştirdim ve arasına besmeleyi koymadım. Yedi uzun sûre arasına koydum. (Ebû
Dâvûd, Salat: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Avf’ın, Yezîdel Fârisî vasıtasıyla İbn Abbâs’tan
rivâyetiyle bilmekteyiz.
Süleyman b. Amr b. Ahvas (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Babam, Amr
b. Ahvas bana anlattı. Kendisi Peygamber (s.a.v) ile birlikte veda haccında bulunmuştu. Rasûlullah
(s.a.v.), o hutbesinde Allah’a hamdetti onu övdü, bazı şeyleri hatırlattı ve va’z etti. Sonra şöyle sordu:
“Hangi gün daha mukaddestir? Hangi gün daha mukaddestir? Hangi gün daha mukaddestir?”
Müslümanlarda: “Haccı ekber günü olan; Kurban bayramının birinci günüdür.” dediler. Bunun
üzerine buyurdular ki: Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, şu gününüz, şu ayınız, şu beldeniz gibi kutsal
olup, haramdır. Dikkat edin! her cinayet işleyen cezasını kendisi çekecektir. Hiçbir baba çocuğunun
suçundan dolayı sorumlu tutulamayacağı gibi hiçbir çocukta babasının yaptığından dolayı ceza çekemez.
Dikkat edin! Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Müslüman, kendisi helal etmedikçe kardeşinin
bir şeyi kendisine helal olmaz. Dikkat edin! Cahiliye dönemindeki tüm faizler kaldırılmıştır. Ana
paralarınız sizindir. Haksızlık etmeyecek ve haksızlıkta görmeyeceksiniz. İlk kaldırılan faiz Abbâs b.
Abdulmuttalib’in faizi olup hepsi kaldırılmıştır. Dikkat edin cahiliye dönemindeki tüm kan davaları da
kaldırılmış olup, kaldırılan ilk kan davası Hâris b. Abdulmuttalib’in kan davasıdır. Hâris Leys
oğullarında süt emzirmekte iken Hüseyl tarafından öldürülmüştü.
Dikkat edin! Kadınlara karşı iyi davranın onlar sizin barındırmanız altında yaşayan hiçbir şeye
güçleri yetmeyen kimselerdir. Onlara zarar vermeye kalkmayın ancak apaçık bir suç işlerlerse onları
yataklarında ayırınız. Yine düzelmezlerse onları yaralamamak suretiyle dövebilirsiniz. Size itaat ettiklerisürece onlarda suç bulmaya çalışmayınız.
Dikkat ediniz! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi kadınların da sizin üzerinizde hakları
vardır. Kadınlarınız üzerinde sizin hakkınız sevmediğiniz ve hoşlanmadığınız kimseleri evinize
almamalarıdır. Dikkat ediniz sizin üzerinizde onların hakkı ise yeme ve giyim konusunda iyi davranıp
yediğinizden yedirip giydiğinizden giydirmenizdir. (İbn Mâce, Menasik: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Ebû Bekir’i hac
emiri olarak göndermiş ve kendisine hac süresince yapacağı işleri de bildirmişti. Sonra arkasından Ali’yi
gönderdi. Ebû Bekir yoluna devam edip giderken; Rasûlullah (s.a.v.)’in devesi Kasvan’ın sesini duydu ve
gelen kimsenin Rasûlullah (s.a.v.) olduğunu tahmin ederek telaşlandı. Derken Ali ile karşılaştı. Ali, Ebû
Bekir’e Peygamber (s.a.v)’in mektubunu verdi. Rasûlullah (s.a.v.), mektuptaki bilgilerin ilan edilmesini
emretmişti. Beraberce yürüdüler ve haclarını yaptılar. Ali teşrik günlerinde kalkıp şu ilanâtı yaptı: Allah
ve Peygamberin koruması her müşrikten uzaktır. Ey müşrikler bundan böyle yeryüzünde dört ay daha
gezip dolaşın. Ancak bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac görevini yapmayacaktır. Çıplak kişi Ka’be’yi
tavaf edemeyecektir. Cennete ancak mü’min olanlar girecektir. Ali bu mesajları iletiyor yorulduğunda da
Ebû Bekir bunları insanlara duyuruyordu. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle İbn Abbâs rivâyeti olarak hasen garibtir.
Zeyd b. Yüseyyi (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ali’ye, hac mevsiminde hangi
emirlerle gönderilmiştin diye sorduk. Dedi ki: Dört şeyle gönderilmiştim; Çıplak olarak Ka’be tavaf
edilmeyecektir, Peygamber (s.a.v) ile bir müşrik arasında bir sözleşme varsa o sözleşme bitimine kadar
devam edecektir. Anlaşması olmayanların süresi dört aydır, Cennete ancak mü’min olan kimse girecektir.
Bu seneden sonra hac ve umre için Müslümanlarla müşrikler bir araya gelemeyeceklerdir. (Tirmizî rivâyet
etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir
kimsenin mescidlere girip çıkıp namaz kılma alışkanlığını görürseniz onun imanına şâhid olunuz
çünkü Allah şöyle buyurur: (Tevbe sûresi 18. ayet) “Allah’ın mescidlerini ziyaret etmek, yahut
onarıp gözetmek, canlı tutup zirvede kalmasını sağlamak ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan,
namazlarında sürekli ve dosdoğru olan, zekatlarını veren, Allah’tan başka kimseden korkup
çekinmeyen kimselere aittir. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tirmizî
rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Sevbân (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tevbe sûresi 34. ayeti; “Ey iman edenler!
Bilin ki, hahamların, rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızca yiyip yutuyor ve onları
Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Fakat bütün o altını, gümüşü toplayıp Allah yolundaharcamayanlara, işte onlara sonraki hayatta çok çetin azabı müjdele.” İndiği zaman Peygamberle bir yolculukta beraber idik Peygamber (s.a.v)’in bazı ashabı Bu ayet altın ve gümüş
biriktirmenin kötülüğü hakkında indi hangi mal daha hayırlıdır? Bilsek de onu edinmiş olsaydık dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “En değerli şey Allah’ı devamlı hatırlayan dil,
Allah’ın nimetlerine şükrederek kulluk yapan kalb, imanı konusunda erkeğine yardımcı olan
kadındır.” (İbn Mâce, Nikah: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Ebû Bekir ona şöyle anlattı: Peygamber (s.a.v) ile mağarada
bulunduğumuz sırada O’na şöyle demiştim: “Onlardan biri ayaklarının ucuna baksalar mağarada
bizi göreceklerdi.” Bunun üzerine “Ey Ebû Bekir üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne
zannediyorsun.” buyurdular. (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Fezail: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadis sadece Hemmâm’ın rivâyetiyle nakledilmektedir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’tan işittim şöyle
diyordu: Münafıkların başı olan Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), Onun cenaze namazına
çağrıldı ve O da kalkıp gitti. Namaz kılmak için cenazenin karşısına geçince yerimden kalkarak göğsü
hizasına dikildim ve falan falan günler onun hakkında şöyle şöyle diyen sen iken Allah’ın düşmanı
Abdullah b. Übey’in cenaze namazını mı kılacaksın? Rasûlullah (s.a.v.) tebessüm ediyordu kendisine lafı
uzattığımda Ey Ömer benden geri dur! Ben iki şey arasında muhayyer bırakıldım ve birini seçmişimdir.
Bana Tevbe sûresi 80. ayette; “Şimdi o münafıkların bağışlanmaları için, Allah’a ister duâ et, ister
etme, hiç birşey değişmeyecektir. Onlar için istersen, yetmiş kez af dile, Allah’ı ve O’nun elçisini
inkâra yeltenmelerinden dolayı Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, böylesine kötülüğe
batmış bir toplumu, doğru yola çıkarmaz.” denmişti, eğer yetmişi aştığım takdirde bağışlanacağını
bilmiş olsaydım yetmişten fazla istiğfar ederdim.
Sonra cenaze namazını kıldı ve cenazeyle beraber yürüdü defin işi bitinceye kadar kabrin başında
durdu. Ömer sözünü şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v.)’e karşı bu cesaretime şaştım. Allah’a yemin
olsun ki Allah Rasülü de bunu biliyordu. Definden bir zaman sonra şu ayet indi: Tevbe 84 - 85; “Onların
dünyevî zenginlikleri ve çocuklarının çokluğundan umdukları bahtiyarlık, seni imrendirmesin.
Allah bütün bunlarla dünyada onları, azaba uğratmayı ve kâfir olarak canlarının çıkmasını
istiyor.” “Allah’a iman edin ve peygamberiyle birlikte savaşın, diyen bir sûre indiği zaman,
onlardan servet sahipleri, senden izin isterler. Bizi bırak ta, savaştan geri kalanlarla birlikte
kalalım derler.” Ömer dedi ki: “Bundan sonra Peygamber (s.a.v) vefat edinceye kadar hiçbir
münafık’ın cenaze namazını kılmadı ve kabri başında da durmadı.” (Buhârî, Cenaiz: 27; Ebû Dâvûd,
Cenaiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Abdullah b. Übey’in oğlu Abdullah
öldüğü zaman Peygamber (s.a.v)’e geldi ve gömleğini bana verirsen onu babama kefen yapacağım ve
senden babamın cenaze namazını kılmanı ve babama bağışlanması için duâ etmeni istiyorum dedi.
Rasûlullah (s.a.v.), gömleğini verdi. Techiz ve tekfin işini bitirdiğinde bana haber veriniz buyurdu. Sonra
cenaze namazını kılmak istediğinde Ömer kendisine çekti ve “Allah münafıklara cenaze namazını
kılmayı yasaklamadı mı?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de: Ben iki, şey arasında serbestim; “İster duâ et,
ister etme...” sonra onun cenaze namazını kıldı Bunun üzerine Allah Tevbe sûresi 84. 85. ayetlerini
indirdi: Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) münafıkların cenaze namazını kılmayı bıraktı. (Buhârî, Cenaiz:
27; Müslim, Fedail: 117)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İki kişi Tevbe 108. ayeti; “Ey
peygamber! Böyle bir yere asla adımını atma. İçine adım atacağın en uygun mescid, daha ilkgünden beri, Allah’tan yana sağlam bir bilinç ve duyarlılık temeli üstünde yükseltilen
mesciddir ki, orada arınmak isteğiyle dolup taşan adamlar vardır. Allah da zaten kendini
arındıranları sever.” Mescid konusunda münakaşa ettiler. Biri “O Kuba mescididir” dedi. Diğeri de
“Rasûlullah (s.a.v.)’in mescididir.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.); “O benim şu
mescidimdir.” buyurdu. (Müslim, Hac: 27; Nesâî, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis Imrân b. ebî Enes rivâyeti olarak hasen sahih garibtir. Ebû Saîd’den başka
şekillerde rivâyet edilmiştir. Üneys b. eb’îl Yahya babasından ve Ebû Saîd’den bu hadisi rivâyet etmiştir.
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir adamın müşrik olan anne ve babası için istiğfar
ettiğini işittim ve kendisine annen ve baban müşrik oldukları halde istiğfar mı ediyorsun? dedim. O da İbrahim
(a.s), babası müşrik olduğu halde; etmemiş miydi? dedi. Durumu Peygamber (s.a.v)’e aktardım Tevbe 113. ayeti
indi: “Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştıran kimselerin Cehennemlik oldukları besbelli olduktan sonra,
yakın akrabalar olsa bile, onların bağışlanmalarını dilemek, artık ne peygambere, ne de iman edenlere
yakışır.” (Nesâî, Cenaiz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Bu konuda Saîd b. Müseyyeb ve babasından da hadis rivâyet edilmiştir.
Zeyd b. Sabit (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Bekir Yemamelilerin öldürülmeleri
üzerine bana adam göndermişti. Derken Ömer b. Hattâb’ı onun yanında buldum. Ebû Bekir dedi ki: Ömer
bana geldi ve şöyle dedi: Yemame olayında Kur’ân hafızlarının öldürülmesiyle olay hayli kızışmıştır. Bütün
bölgelerde Kur’ân hafızlarına karşı bu tür olayların olacağından endişe etmekteyim bu takdirde pek çok
Kur’ân hafızı yok olup gidecektir. Bu yüzden Kur’ân’ın derlenip toplanması için emir vermeniz
görüşündeyim. Ebû Bekir, Ömer’e şu karşılığı verdi. Rasûlullah (s.a.v.)’in yapmadığı bir şeyi ben nasıl
yaparım? Ömer: Bu iş vallahi hayırlıdır, dedi. Ömer bu konuda bana müracaata devam etti. Neticede Allah,
Ömer’in gönlünü açtığı konuda benim gönlümü de açtı bende Ömer’in görüşüne uydum. Zeyd dedi ki: Ebû
Bekir şöyle konuştu: Sen gençsin akıllısın sana güveniyoruz. Sen Rasûlullah (s.a.v.)’in vahiy katiplerinden
idin. Kur’ân-ı araştır. Zeyd dedi ki: Vallahi dağlardan birini bana taşımayı yüklemiş olsalardı bana göre bu
işten daha ağır olmazdı. Rasûlullah (s.a.v.)’in yapmadığı bir şeyi siz nasıl yapacaksınız dedim. Ebû Bekir: Bu
iş vallahi hayırlı bir iştir dedi. Ebû Bekir ve Ömer bu konuda bana müracaata devam ettiler neticede o ikisinin
gönlünü açtığı şeye Allah benim gönlümü de açtı; Kur’ân-ı kağıt ve deri parçalarından, hurma ağacı
kabuklarından, taşlar üzerindeki yazılardan ve hafızların göğüslerinden araştırmaya başladım. Tevbe sûresinin
128. 129. ayetlerini Huzeyme b. Sâmit’te buldum. (Buhârî, Cihâd: 27)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Huzeyfe b. Yemân, Osman b. Affân’a geldi, Osman Iraklılarla
beraber Şamlıları Ermenistan ve Azerbeycan’ın fethi için savaşa hazırlanıyordu. Huzeyfe Kur’ân konusunda
bazı ihtilaflar görmüş ve Osman b. Affân’a: Ey Mü’minlerin emiri! Dedi. Yahudi ve Hıristiyanların ihtilaf edip
ayrılığa düştükleri gibi bu ümmette Kur’ân konusunda ihtilafa düşmeden yetiş ve yapman gerekenleri yap dedi.
Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya yazılmış tek nüsha olan o mushafı bize gönder çoğaltıp tekrar iade ederiz diye
haber gönderdi. Hafsa mushafı Osman’a yolladı. Osman (r.a.)’de: Zeyd b. Sabit, Saîd b. Âs, Abdurrahman b.
Hâris b. Hişâm ve Abdullah b. Zübeyr’e bu mushaftan mushaflar çoğaltınız diye talimat verdi. Osman üç
Kureyşliden oluşan bu ekibe Zeyd b. Sabit’le ihtilaf ettiğiniz yeri Kureyş lehçesine göre yazınız çünkü Kur’ân
onların lehçesiyle inmiştir. Sonunda mushafları çoğalttılar. Osman (r.a.)’da o mushaflardan her birini belli
merkezlere gönderdi. (Buhârî, Cihâd: 27)
Zühri dedi ki: Hârice b. Zeyd, Zeyd b. Sabit’in bana şöyle söylediğini aktardı: Ahzab sûresinden bir
ayeti aradım Peygamber (s.a.v)’in onu okuduğunu işitmiştim (Ahzab sûresi 23. ayet) bu ayeti Huzeyme b.
Sabit’in veya Ebû Huzeyme’nin yanında buldum ve sûrenin gerekli yerine koydum.
Zühri dedi ki: O günlerde “tabût” ve “Tabûh” üzerinde ihtilaf etmişlerdi. Kureyşliler Tabût diyorlar.
Zeyd b. Sabit ise Tabuh diyordu. Bu mesele Osman’a götürüldü. Osman da Tabût yazın çünkü Kur’ân, Kureyş
lehçesiyle inmiştir dedi.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Zührî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah, firavunu
sulara gömdüğü anda firavun, (Yûnus sûresi 90. ayet) “Derken İsrailoğullarını, denizin öte yakasına
geçirdik; bunun üzerine Firavun ve ordusu, zulüm ve saldırıyla onların ardına düştü, denizin
dalgaları onları örtüp de, Firavun boğulmak üzereyken “Şu anda inandım, İsrailoğullarının
inandığı ilahdan başka gerçek ilah yok ve ben de artık kendimi O’na teslim edenlerdenim” dedi.”
Cebrail: “Ey Muhammed ona rahmet ulaşmasından korktuğum için denizin dibinde onun ağzına
çamur tıkarken beni görmeliydin!” (Müsned: 2027)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Adiyy b. Sabit ile Atâ b. Sâib’den biri Peygamber
(s.a.v)’den merfu olarak şöyle aktardı. “Firavunun lailahe illallah deyip bu yüzden Allah’ın ona
rahmet etmesinden korkarak Cebrail, firavunun ağzına çamur tıkamaya çalışmıştı.” (Müsned:
2027)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen sahih garibtir.
Ebû Rezîn (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü dedim. Allah
mahlukatını yaratmadan önce nerede idi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Altında ve üstünde hava
bulunmayan, bizce meçhul ve karanlık bir yerdeydi. Arşını su üzerinde yaratmıştı.” Ahmed b.
Meni’ diyor ki: Yezîd b. Harun şöyle demiştir: “Ama” kendisiyle beraber hiçbir varlık yok demektir. (İbn
Mâce, Mukaddime: 19)
Ebû Musa (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, zâlime fırsat
verir belki de mühlet verir sonunda onu yakaladığında yakasını bırakmaz.” Sonra Hûd sûresi 102.
ayetini okudu: “İşte senin Rabbin varoluş gayesine aykırı hareket eden kentlerin toplumlarını,
böylece kıskıvrak yakalayıverir. Şüphesiz ki, O’nun yakalaması çok şiddetli ve çok
zorludur.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 17; Müslim, Birr: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Ebû Usame, Büred’den bu hadisin bir benzerini rivâyet
etmiş ve “Fırsat verir” demiştir. İbrahim b. Saîd el Cevherî, Ebû Usame’den, Büreyd b. Abdullah’tan dedesi
Ebû Bürde’den, Ebû Musa’dan geçen hadisin bir benzerini bize rivâyet etti ve tereddüte düşmeden “Fırsat
verir” dedi.
Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, “O gün gelince Allah’ın izni olmaksızın, kimse
konuşamayacaktır. O gün bir araya getirilenlerden kimileri, felakete uğramış üzüntülü ve mutsuz,
kimileri de mutlu ve sevinçli olacaklardır.” Hûd sûresi 105. ayeti indiği zaman Peygamber (s.a.v)’e
sordum. Ey Allah’ın peygamberi kesinleşmiş bir şey için mi amel etmekteyiz yoksa Allah tarafından takdir
edilmemiş bir konum üzerine mi çalışıp çabalamaktayız? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bilakis
kesinleşmiş ve kalemlerin yazmış olduğu şey üzerinde... Fakat herkes yaratıldığı duruma kolay
getirilmiştir. (Ebû Dâvûd, Sünne: 17)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen garibtir. Bu hadisi sadece Abdullah b. Ömer rivâyetiyle
bilmekteyiz.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir adam peygambere geldi ve
şöyle dedi: “Şehrin uzak bir semtinde bir kadınla oynaştım kendisiyle cinsel temas haricinde her şeyi
yaptım işte huzurundayım hakkımda dilediğin hükmü ver.” Bunun üzerine Ömer: “Kendini örtmüş
olsaydın Allah’ta seni örterdi” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), O’na hiçbir karşılık vermedi. Adam gitti.
Peygamber (s.a.v), O adamın peşinden birisini göndererek onu çağırdı ve ona şu ayeti okudu: “Gündüzün
başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya devamlı ve duyarlı ol. Çünkü
iyilikler kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır bu.” (Hûd sûresi114) Bunun üzerine orada bulunanlardan bir adam: Bu uygulama sadece ona mı mahsustur diye
sordu. Rasûlullah (s.a.v.): “Bütün herkese aittir” buyurdular. (Buhârî, Mevakît: 17; Müslim, Tevbe: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İsrail aynı şekilde Simâk’den, İbrahim’den, Alkame, Esved’den ve
Abdullah’tan bir benzerini rivâyet etti. Sûfyân es Sevrî, Simak’den, İbrahim’den, Abdurrahman b. Yezîd’den ve
Abdullah’tan bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.Fakat ötekilerin rivâyeti Sevrî’nin rivâyetinden daha
sağlamdır.
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Bir adam; bir kadından haram olduğunu bildiği halde
bir öpücük almıştı. Peygamber (s.a.v)’e gelip bunun keffaretini sordu ve, “Gündüzün başında ve
sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya devamlı ve duyarlı ol. Çünkü iyilikler
kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır bu.” Hûd sûresi 114.
ayeti nazil oldu. O adam: Bu uygulama sadece bana mı aittir diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.): “Sana ve ümmetimden bu duruma düşen herkese” diye cevap verdi. (Buhârî, Mevakît: 17;
Müslim, Tevbe: 27)
Ebû’l Yüsür (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Bana hurma satın almak
üzere bir kadın geldi. Ben de: “İçerdeki hurmalar bunlardan iyidir” dedim. Bunun üzerine kadın da
benimle birlikte içeri girdi; Ben de eğilerek kadını öptüm. Sonra Ebû Bekir’e gelip durumu kendisine
anlattım. Ebû Bekir: “Bu işi sakla, tevbe et hiç kimseye söyleme” dedi. Sabredemedim Rasûlullah
(s.a.v.)’e gelip durumu kendisine anlattım. Rasûlullah (s.a.v.): “Allah yolunda savaş eden bir gazinin
ailesine böyle mi yapman gerekirdi?” O adam o anda “Müslüman olmamış olsaydım” dedi ve
kendisinin Cehennemliklerden olduğunu sandı. Rasûlullah (s.a.v.), uzun bir süre başını önüne eğdi Allah
kendisine: “Gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde, namaz kılmaya
devamlı ve duyarlı ol. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Allah’ı hatırında tutanlar için bir öğüt ve
hatırlatmadır bu.” Hûd sûresi 114. ayetini indirdi.
Ebû’l Yüsür dedi ki: Sonra Peygamber (s.a.v)’in yanına geldim ve Rasûlullah (s.a.v.), bu ayeti bana
okudu. Peygamber (s.a.v)’in ashabı: “Ey Allah’ın Rasûlü! bu hüküm ve uygulama sadece bu kimseye
mi yoksa herkese mi?” dediler. Rasûlullah (s.a.v.): “Bütün herkesedir” buyurdu. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İbrahim oğlu,
İshâk oğlu, Yakup oğlu, Yusuf ki ikram sahibi kimselerin oğludur... Ben hapishanede Yusuf’un
kaldığı kadar kalsam ve beni hapishaneden çıkarma için görevli gelse derhal kabul eder ve
çıkardım. Ama Yusuf’a elçi gelince Yusuf, elçiye “Efendine dön ve ona sor: Ellerini kesen
kadınların maksadı neydi?” Yûsuf sûresi 50. ayetini okudu: “Ve Yûsuf’un yorumu kendisine ulaşırulaşmaz hükümdar: “O’nu bana getirin” dedi. Ama elçiler kendilerine geldiğinde, Yûsuf
dedi ki: “Efendinize gidin ve ona sorun, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? Bunu araştırıp
ortaya çıkarsın. Çünkü Rabbim, şüphesiz o kadınların tuzaklarını bütün gerçeğiyle bilmektedir.”
Allah, Lut’a rahmet etsin. Sağlam bir dayanağa dayanmış idi. Yani Allah’a güvenip dayanıyordu.
Başka insanlardan güveneceği bir kimsesi yoktu. Sonra Allah diğer peygamberleri toplumun içinden en
üst noktadaki kişilerden gönderdi. (Müsned: 8041)
Ebû Küreyb b. Abde ve Abdurrahîm vasıtasıyla Muhammed b. Amr’dan, Fadl b. Musa’nın geçen
hadisin bir benzerini bize rivâyet etti. Bu rivâyette şu fazlalık vardır: “Allah, Lut’dan sonra her peygamberi
kavminden servetli kişiler arasından gönderdi.”
Muhammed b. Amr servet: “Çokluk ve kuvvettir” dedi.
Tirmizî: Bu rivâyet Fadl b. Musa’nın rivâyetinden daha sağlamdır.
Bu hadis hasendir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Ra’d sûresi 4. ayeti
olan “... Hal böyleyken yemişlerinde ve lezzetlerinde bir kısmını diğerinden farklı kılıyoruz...”
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kuru ve yaş hurma, tatlı ve ekşi.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Berâ (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), İbrahim sûresi 27. ayeti; “Allah iman
edenlerin durumunu dünya hayatında da, ahirette de sapasağlam sarsılmaz ve dosdoğru biçimde
tutarlı söz olan, kelime-i tevhîd sözü ile dile getirilen anlayış ve inançla sağlamlaştırır. Varoluş
gayesi dışına çıkanları ise, sapıklık içinde bırakır ve Allah dilediğini yapar.” hakkında şöyle
buyurdu: “Kabirde kendisine Rabbin kimdir? Hangi dine mensupsun? Peygamberin kimdir? diye
sorulduğu vakit.” (Buhârî, Cenaiz: 17; Müslim, Cennet: 27)
Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Âişe (r.anha)’dan, İbrahim sûresi 48. ayetiolan; “Yerin başka bir yere, göğün başka bir göğe dönüştürüleceği ve bütün insanların var
olan, tek olan ve herşeyin üzerinde hükümran olan Allah’ın huzuruna çıkacakları gün, Allah’ın
önceden verdiği sözü yerine gelecektir.” Okudu ve Ey Allah’ın Rasûlü! o gün insanlar nerede
olacaklardır diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Sırat üzerinde” buyurdu. (Müslim, Sıfat-ül Kıyame: 17;
İbn Mâce: Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Âişe’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
Übey b. Ka’b (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Uhud savaşı bitince Ensâr’dan altmış
dört kişi muhâcirlerden de aralarında Hamza’nın da bulunduğu altı kişi şehîd düşmüştü müşrikler oşehîdlerin kulak ve burunlarını kesmek süretiyle “müsle” yapmışlardı. Ensâr bunun üzerine eğer
bizde bir başka savaşta onlardan bazılarını öldürsek mutlaka kendilerine bu yaptıkları “müsle” den
fazlasını yapacağız dediler Mekke fethi günü Allah, Nahl sûresi 126. ayetini indirdi; “Eğer bir kimseye
ve bir topluma ceza verecekseniz, onların sizi cezalandırdıkları gibi ve o miktar cezalandırın
onları. Fakat kendinizi tutarsanız bilin ki, güçlüklere göğüs germesini bilenler için, bu tutum daha
iyi ve daha hayırlıdır.” Bunun üzerine bir adam: Bu yüzden sonra Kureyş’in işi bitmiştir, artık dedi
Rasûlullah (s.a.v.) ise: “Dört kişiden başkasına dokunmayınız” buyurdu. (Müsned: 20280)
Tirmizî: Bu Übey b. Ka’b hadisi hasen garibtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Mîrâc’a
çıkarıldığımda Musa ile karşılaştım -Ebû Hüreyre, onun özelliklerini saydı dedi- ve bir de gördüm ki
saçları kıvırcık olmayıp uzun boylu şenûe erkeklerine benzer birisi. Rasûlullah (s.a.v.), sözlerine şöyle
devam etti: İsa ile de karşılaştım onun da özelliklerini şöyle saydı. Orta boylu yanakları kırmızı sanki
hamamdan çıkmış gibi İbrahim’i de gördüm oğullarından kendisine en çok benzeyeni benim. Bana o
gece iki kap getirildi; birinde süt diğerinde de şarap vardı. Bana hangisini istersen al denildi. Bende sütü
aldım ve içtim. Bunun üzerine bana fıtrata yani tabii olan şeye yönlendirildin veya fıtrata uygun olanı
tercih ettin denildi. Eğer şarabı tercih etmiş olsaydın ümmetin azgın olurdu. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27;
Müslim, İman: 17)
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kureyş
benim bir gece içerisinde Kudüs’e gidip geldiğine inanmayınca Ka’benin Hıcr denilen bölgesinde
ayağa kalktım Allah o anda Beyti Makdis’i gözümün önüne açıverdi de ona bakarak onun
alametlerini kendilerine bildirmeye başladım.” (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda Mâlik b. Sa’saa, Ebû Saîd ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, İsra 60. ayetindeki “rüya meselesi” uyku içersindeki
rüya değil, İsra gecesi gözüyle gördüğü şeylerdir. “Lanetlenmiş ağaç” ise zakkum ağacıdır. (Buhârî,
Menakıb: 7)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), “Güneşin doruğu aşmasından,
gecenin karanlığı basıncaya kadarki süre içerisindeki belirli vakitlerde namazı gereği üzere kıl.
Sabah namazını da unutma, çünkü sabah namazı ikindi namazı gibi gece ve gündüz meleklerin
tanık olduğu bir namazdır.” İsra sûresi 78. ayet hakkında şöyle buyurdu: “Gecenin melekleriyle
gündüzün melekleri bu namaz esnasında hazır bulunurlar.” (Buhârî, Ezan: 27; Müslim, Mesacid: 17)
Tirmizî: Bu hadis sahihtir.
Ali b. Misher bu hadisi A’meş’den, Ebû Salih’den, Ebû Hüreyre’den ve Ebû Saîd’den benzeri şekilde
rivâyet etmiştir. Aynı şekilde Ali b. Hucr, Ali b. Misher vasıtasıyla A’meş’den aynı hadisi benzeri şekilde rivâyet
etmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), “O gün her toplumu, uydukları
kişilerle beraber çağıracağız. Gerçekten de kitabı sağ eline verilenler, tutanaklarını sevinçle
okuyacaklardır. Bununla birlikte, kimseye de kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.” İsra sûresi 71.
ayeti hakkında şöyle demişti: Onlardan biri çağrılır amel defteri sağ eline verilir. Vücudu yetmiş arşın
uzatılır. Yüzü ak edilir. Başına parlayan incilerden bir taç giydirilir ve arkadaşlarına doğru yol alır.
Arkadaşları onu uzaktan görürler ve şöyle derler: Allah’ım bu kardeşimizi bize ulaştır ve onu bizim için
mübarek kıl. Nihayet onların yanına gelir ve müjdeler olsun size. Her biriniz için aynı mükafat vardır.
Kafire gelince onun yüzü karartılır. Cismi yetmiş arşın büyütülür, başına da bir taç giydirilir. Adamları da
onu görür ve şöyle derler: Bunun şerrinden Allah’a sığınırız, “Allah’ım bizi onunla bir araya getirme”derler. O da onların yanına gelir. Allah’ım onu rezil et. Bunun üzerine O da Allah sizi
uzaklaştırsın der sizden her biriniz için aynı ceza vardır. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), “Gecenin bir kısmında da
uyanıp teheccüd namazı kıl, bu sadece sana mahsustur ve farz namazlardan fazlaca kılınan bir
namazdır. Umulur ki, Rabbin belki ahirette seni, övgüye değer bir konuma yükseltir.” İsra sûresi
79. ayetini: “Makam-ı mahmud’u; şefaat olarak tefsir etmiştir.” (Müsned: 9307)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Feth yılı Rasûlullah (s.a.v.), Mekkeye
girdiğinde Ka’be’nin çevresinde üçyüz altmış tane put vardı. Rasûlullah (s.a.v.) bunlara elindeki
sopasıyla veya bir değnek parçasıyla vurmaya ve şöyle demeye başladı. İsra sûresi 81. ayetiyle Sebe’
sûresi 49. ayetini okudu: “Ve yine de ki: “Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan amaçsız ve
anlamsız olan herşey de yıkılıp gitti. Zaten sahte ve tutarsız olan, er geç yıkılıp gitmek
zorundadır.” “De ki: “Hak ve gerçek sistem, İslâm geldi. Bundan sonra batıl yani değersiz ve sahte
olan sistemler ne yeni birşey getirebilir, ne de geçmiş gitmiş olanı geri döndürebilir.” (Buhârî,
Mezalim: 27; Müslim, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda İbn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Mekke’de idi sonra
kendisine hicret etmesi emredildi ve şu ayet nazil oldu: “Ve duâ ederken de ki: “Ey Rabbim!
Girişeceğim her işe, doğruluk ve içtenlik üzere girmemi, bırakacağım her işten de doğruluk ve
içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından destekleyici bir güç ve kuvvet ver.” (İsra sûresi
80. ayet.) (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Medîne’de bir ekin tarlasında
Peygamber (s.a.v), ile birlikte yürümekte idim Rasûlullah (s.a.v.), hurma ağacından bir değneğe
dayanıyordu. Derken, Yahudilerden bir guruba uğradı. Onlardan bir kısmı keşke ona bir şeyler
sorsaydınız derken bir kısmı da O’na bir şeyler sormayın, hoşlanmadığınız şeyleri size söyleyebilir
dediler. Sonra o Yahudiler Ey Ebû’l Kasım dediler, bize ruhtan bahset. Peygamber (s.a.v), bir sûre ayakta
durdu başını kaldırdı anladım ki kendisine vahiy gelmektedir. Vahiy bitince Rasûlullah (s.a.v.), şöyle
dedi: “Sana ruhtan yani insanın ruhu, Cebrâil, vahyin gelişi ve Kur’ân’ın Allah’tan gelişi hakkında
soruyorlar, de ki: “Ruh, Rabbimin emrindedir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.” İsra 85.
ayetini okudu. (Buhârî, İlim: 27; Müslim, Sıfat-ıl Kıyame: 17)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar
kıyamet günü üç sınıf halinde mahşer yerinde toplanacaklardır; Bir gurup binitli, bir gurup yaya,
bir gurup ta sürünür durumdadır.” Ashab: “Ey Allah’ın Rasûlü! Yüz üstü nasıl yürüyecekler?”
dediler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Onları ayakları üzerinde yürütmeye kâdir olan Allah yüzleri
üstünde de yürütmeye kâdirdir. Onlar her tümsekten ve dikenden yüzleriyle sakınacaklardır. (Müsned:
8293)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Vüheyb bu hadisi Tavus’tan, babasından, Ebû Hüreyre’den buna yakın bir şekilde rivâyet etmişlerdir.
Behz b. Hakîm (r.a.)’in babasından ve dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Sizler mahşer yerine yayalar, binitliler ve yüzüstü sürünenler olaraktoplanacaksınız.” (Müsned: 19171)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, İsra sûresi 110. ayeti Mekke’de inmiştir. Rasûlullah
(s.a.v.), namazında okuduğu Kur’ân’da sesini yükseltirse müşrikler onu indiren Allah’a, onunla beraber
gelen peygambere söverlerdi. “Namazda sesini yükseltme” sonra onu indirene ve onu getirene sövülür.
“Sesini pek de kısma” Ashabın duyacağı kadar bir sesle oku ki senden Kur’ân-ı alıp öğrensinler.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
İbn Abbâs (r.a.), İsra 110. ayetinde “Namazda sesini pek yükseltme fazla da kısma ikisi
arasında bir yol tut” ayeti hakkında şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’in, Mekke’de saklandığı sıralarda idi.
Rasûlullah (s.a.v.), ashabına namaz kıldırdığı vakit Kur’ân okurken sesini yükseltirdi. Müşrikler bunu
duyunca Kur’ân’a, onu indirene ve onunla birlikte gelene söverlerdi. Bunun üzerine Allah, Peygamber
(s.a.v)’e şöyle buyurdu: Namazdaki okuyuşunda sesini pek yükseltme müşrikler işitir ve Kur’ân’a
söverler sesini fazlaca da kısıp ashabının Kur’ân-ı öğrenmelerine de engel olma. Bu ikisinin arasında bir
yol tut.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Salat: 17)
Zir b. Hubeyş (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Huzeyfe b. Yemân’a, Rasûlullah
(s.a.v.) Beyt-i Makdiste namaz kıldı mı diye sordum. Hayır diye cevap verdi. Bunun üzerine ben evet
kıldı dedim. Huzeyfe: Ey kel adam bunu sen mi söylüyorsun? Ve neye dayanarak söylüyorsun? dedi. Ben
de Kur’ân’a dedim, Kur’ân seninle benim aramda hakemdir. Huzeyfe dedi ki: Kim Kur’ân’dan delil
gösterirse -Sûfyân diyor ki- sağlam delil getirmiş demektir veya Kur’ân’dan delil getiren kazanmıştır.
Sonra Zir b. Hubeyş, İsra sûresi 1. ayetini okudu. Huzeyfe: O’nun Mescid-i Aksa’da namaz kıldığı
kanaatinde misin? Diye sordu. Hayır dedim. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Aksa’da
namaz kıldığı kanaatinde misin? Diye sordu. Hayır dedim. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i
Aksa’da namaz kılsaydı Mescid-i Haram’da namaz yazıldığı gibi orada da üzerine namaz yazılırdı.
Huzeyfe şöyle devam etti: Rasûlullah (s.a.v.)’e sırtı uzunca bir binit getirildi; Adımı gözünün görebildiği
yer kadar olan bu Burak’ın sırtında Cibril ile beraber Cennet, Cehennem tüm ahiret va’dlerini gördüler.
Sonra dönüşlerini başlamalarına bağlayarak döndüler. Huzeyfe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)’in bindiği
Burak’ın bağlandığından bahsederler. Kendisinden kaçar diye mi? Halbuki Burak gayb ve şühûd tüm
alemleri bilen Allah tarafından onun emrine verilmiştir. (Müsned: 22197)
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: Kıyamet günü Ademoğllarının efendisi benim fakat bununla övünmüyorum, Hamd sancağı
benim elimdedir. Fakat bunada övünmüyorum. Gerek Adem gerekse başka tüm peygamberler o gün
benim sancağımın altında toplanacaklardır. Yeryüzünün yarılıp ilk olarak mahşer yerine getirilecek
olan da yine benim buna da övünmüyorum. Sonra insanlar üç korku geçirecekler ve Adem’e gelerek
sen bizim atamız Adem’sin Rabbine bizim için şefaatçi oluver diyecekler. O da şöyle diyerek ben bir
günah işledim ve bu yüzden yeryüzüne indirildim. Ama siz Nuh’a gidiniz. Nuh’a gelirler. Nuh ta şöyle
der: Ben dünya halkına ağır bir bedduâ ettim ve bu yüzden yok olup gittiler. Fakat siz İbrahim’e
gidin... İbrahim’e giderler o da şöyle der: Ben üç yalan söyledim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
İbrahim bu üç yalanıyla Allah’ın dinini savunmuştu. Ama siz Musa’ya gidin. Musa’ya gelirler, Musa:Ben bir adam öldürmüştüm o suç bana yeter siz İsa’ya gidin. İsa’ya gelirler. İsa’da der ki:
Allah’tan başka bana ibadet edildi... Ama siz Muhammed’e gidiniz. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bana gelirler ben de onlarla birlikte giderim.”
İbn Ced’an diyor ki: Enes (r.a.) şöyle diyordu: Sanki ben Rasûlullah (s.a.v.)’e bakıyorum
Cennet kapısının halkasını tutacak ve kapıyı çalacağım. Kim o diye sorulacak ve Muhammed
denilecektir. Bana kapıyı açacaklar ve merhaba diye karşılayacaklar. Ben de secdeye kapanacağım.
Allah bana hamd-ü senalar ilham edecek. Sonra bana şöyle denilecek başını kaldır. Dile ne dilersen;
dileğin yerine getirilecektir. Şefaat et şefaatin kabul edilecek, söyle sözün dinlenecek işte İsra sûresi
79. ayette belirtilen “Övgüye değer bir konuma yükseltecektir” buyurduğu makam-ı mahmud
budur. Sûfyân dedi ki: Burada Enes’den aktarılan kısım sadece “Cennet kapısının halkasını tutup
kapısını çalacağım” sözüdür. (İbn Mâce, Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bazıları bu hadisi Ebû Nadre’den İbn Abbâs’tan daha uzun bir
şekilde rivâyet etmişlerdir.
Saîd b. Cübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs’a, Nevfel Bekalî;
İsrailoğullarının peygamberi olan Musa’nın Hızır’la arkadaş olan Musa olmadığını söylüyor dedim. İbn
Abbâs şu karşılığı verdi: Allah düşmanı yalan söylemiştir. Übey b. Ka’b’tan şöyle dediğini işittim. Rasûlullah
(s.a.v.)’den işittim buyurdu ki Musa İsrailoğullarına hutbe verirken kendisine soruldu: İnsanların en âlimi
kimdir? Bunun üzerine en âlimi benim dedi. En büyük ilmi Allah, Musa’ya vermediği için Musa’yı kınadı ve
kendisine şöyle vahyetti. İki denizin birleştdiği yerde kullarımdan bir kul vardır ki o senden daha bilgilidir.
Musa: Ey Rabbim onunla nasıl buluşabilirim? Allah, Musa’ya şöyle buyurdu: Zenbil’in içerisine bir balık koy
balığı nerede kaybedersen o kimse oradadır. Musa yola koyuldu. Adamı da kendisiyle birlikte yola çıktılar
Musa’nın adamı Yûşa b. Nun’dur, Yûseu’da denilir. Musa zenbiline balığı yerleştirdi. Arkadaşıyla birlikte
yürümeye başladılar. Sonunda bir kayanın yanına vardılar. Musa ve adamı uyuya kaldılar. Zenbilin içindeki
balık harekete başladı ve zenbilden çıkıp denize kavuştu. Allah, balık’tan suyun akışını kesti su bir kemer gibi
oldu ve balık için bir yol Musa ve adamı için de şaşılacak bir şey oldu.
Gece gündüz durmadan yürüdüler Musa’nın adamı balığın kaybolduğunu haber vermeyi unuttu.
Sabah olunca Musa adamına “Kuşluk yemeğimizi getir gerçekten şu yolculuk çok yordu bizi dedi. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: Musa kendisine emredilen yeri geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Musa’nın
adamı: Gördün mü kayanın yanında oturduğumuz zaman balığı unutmuştum onu bana unutturan ve sana
söylememe engel olan da ancak şeytandır. Tuhaf şey nasıl oldu da yol bulup suya ulaştı. Musa: Buydu
aradığımız işte ya! dedi ve izleri üzerine hemen geri döndüler. Rasûlullah (s.a.v.), “Kendi izlerini takip
ederek” buyurdu. Sûfyân dedi ki: Bazı kimseler o kayanın yanında hayat pınarı olduğunu iddia ediyorlar. O
pınarın suyu bir ölüye dokunursa hemen canlanırmış. Balığın bir kısmı yenmiş olmasına rağmen üzerine su
damlayınca canlanıverdi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Kendi izlerini takip ederek kayaya vardılar,
Musa üzeri örtülü bir adam gördü ve ona selam verdi. O kimse: “Senin memleketinde selam ne gezer” dedi.
Musa da şöyle dedi: “Ben Musa’yım.” O kimse: “İsrailoğullarının Musa’sı mı?” dedi. Musa da “evet”
dedi. Bunun üzerine o kimse: “Ey Musa! Sen Allah’ın sana verdiği bir ilimle berabersin ki ben o ilmi
bilmem. Ben de bir ilim üzereyim ki Allah onu bana bildirdi. Bu ilmide sen bilmezsin” dedi. Musa dedi
ki: “Sana öğretilen bilgilerden bana öğretmek üzere senin peşinden gelebilir miyim?” dedi. O da: “Sen
benimle birlikteyken olacak olanlara katlanamazsın. İç yüzünü kavramana imkan olmayan tecrübe
alanı içersine girmeyen bir şeye nasıl dayanabilirsin ki?” Musa: “Allah dilerse dedi görürsün
katlanacağım ve bu konuda sana uyumsuzluk göstermeyeceğim.” Hızır ona dedi ki: “Eğer benim
peşimden geleceksen, yapacağım şeyler hakkında ben sana bir açıklamada bulununcaya kadar bana
hiçbir şey sormayacaksın.” Musa da “evet” dedi. Sonra Hızır ve Musa deniz boyunca yürümeye başladılar
derken bir gemi onlara yaklaştı. Musa ve Hızır kendilerini taşımaları için gemidekilerle konuştular. Hızır’ı
tanıdıkları için ikisini de ücretsiz bindirdiler. Sonra Hızır geminin kalaslarından birini koparıp tahrip etti.
Bunun üzerine Musa ona şöyle dedi: “Bu insanlar bizi ücretsiz bindirdiler sen de bile bile onların
gemilerini tahrib ettin. “İçindekileri boğmak için mi o gemide yara açtın? Doğrusu çok kötü bir iş
yaptın diye çıkıştı.” O zat: “Ben sana; bana, asla katlanamayacağını söylememiş miydim?” dedi. Musa:
“Unuttum, bu yüzden beni azarlama bu yaptığım işten dolayı bana güçlük çıkarma” dedi. Sonra
gemiden çıktılar, sahil boyunca yürümekte iken çocuklarla oynayan bir erkek çocuğu gördüler; Hızır, O
çocuğun başını eliyle kopararak öldürdü. Bu sefer Musa: “Tertemiz bir canı bir can karşılığı olmaksızın
öldürdün öyle mi? gerçekten sen korkunç bir iş yaptın.” O zat dedi ki: “Dememiş miydim sana;
gerçekten de sen benimle beraber olmaya dayanamazsın diye.” Rasûlullah (s.a.v.): “Bu hatırlatma
birincisinden daha ağır olmuştur” dedi. Musa şu karşılığı verdi: “Bundan sonra artık sana bir şeysoracak olursam benimle arkadaşlık etme! Çünkü bir daha özür dilemeyecek hale geldim.”
Sonra kalkıp gittiler. Nihayet bir kasabaya vardılar, onlardan yemek istedilerse de onları konuklayıp yediren
bir kişi bile çıkmadı. Bu kasabada yıkılmak üzere bir duvar gördüler o zat bu duvarı yıkılmaktan kurtarıp
eliyle düzeltiverdi. Bu sefer Musa şöyle dedi: “Bizi misafir etmediler, bizi doyurmadılar; Eğer dileseydin
bu yaptığın iş için bir ücret alırdın” O kimse: “İşte, seninle benim aramda ayrılık zamanı. Sana
sabredemediğin olayların iç yüzünü haber vereceğim.”
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah, Musa’ya rahmet etsin. Sabretmiş olmasını çok isterdik ki
Allah her ikisinin de daha uzun haberini bize aktarmış olsun. İbn Abbâs şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: Birincisi Musa’da meydana gelen bir unutma idi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Bir
serçe geminin kenarına kondu gagasını suya daldırdı. Hızır şöyle dedi: Senin ve benim toplam ilmim
Allah’ın ilminden şu serçenin eksilttiği kadar bile eksiltmez. Saîd b. Cübeyr dedi ki: İbn Abbâs Kehf
sûresi 79-82. ayetlerini okudu: “ 79) O gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul kimselerindi. Onu
kusurlu bir hale getirmek istedim. Çünkü, arkalarında her sağlam gemiye, zorla el koyan bir
hükümdar olduğunu biliyordum.” 80) Öldürdüğüm çocuğa gelince, onun anası ve babası inanmış
kimselerdi. Bu çocuğun onları azgınlığa ve kâfirliğe sevketmesinden korktuk da, onu öldürmüş
olduk. 81) Rablerinin onlara bu çocuğun yerine, ondan daha temiz, daha merhametli, ana babasına
iyilik eden bir çocuk vermesini istedik. “ 82) Ve duvara gelince, o duvar kasabada yaşayan iki yetim
oğlan çocuğuna aitti ve altında hukuken onların olan bir hazine gömülüydü, babaları da temiz bir
adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve hazineleri çıkarıp elde etmelerini diledi.
Dolayısıyla, bütün bu yaptıklarımı, ben kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın olayların
içyüzü ve gerçek anlamı...” (Buhârî, İlim: 17; Müslim: Fezail: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Musa’nın
arkadaşına “Hızır” adının verilmesi onun kuru otlar üzerinde oturup kalktığında kuru otlar
yeşerip sallanmaya başlamıştı.” (Buhârî, Ehadis-ül Enbiya: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Kehf sûresi 94. ayette
bahsedilen sed hakkında şöyle buyurdu: Ye’cüc ve Me’cuc hergün o seddi delmeye çalışırlar
delmeye yaklaştıkları vakit başlarındaki amir onlara şöyle seslenir: “Dönün yarın delersiniz” Allah
ta ertesi güne o seddin oyulan kısmını öncekinden daha sağlam duruma getirir. Sonunda müddetleri
dolup Allah onları insanlar üzerine salmayı isteyince; Başlarındaki yetkili dönün onu “İnşallah”
yarın delersiniz diyerek inşallah kelimesini söyler onlar ertesi gün geldiklerinde seddi dünkü
bıraktıkları şekilde bulurlar ve seddi delerek insanlar arasına çıkarlar. Bütün suları içerler, İnsanlar
onlardan kaçar, oklarını göğe fırlatırlar oklar kana bulanmış vaziyette geri döner. Bunun üzerine
şımarık bir durumda şöyle derler: Yeryüzünde olanları kırıp geçirdik gökte olanları da mağlub ettik.
Sonra Allah onların boyun köklerinde bir kurt meydana getirir de bu yüzden hepsi kırılıp yok olur
giderler. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti: Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin
ederim ki, O kırılıp yok olan Ye’cüc ve Me’cüc’un leşlerini yeryüzündeki tüm hayvanlar yiyecek ve
çok güzel beslenerek etlenip yağlanacaklardır. (İbn Mâce, Fiten: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu şekilde sadece bu rivâyetle bilmekteyiz.
Ebû Sa’d b. ebî Fudale el Ensarî (r.a.) -ki kendisi sahabîdir- şöyle demiştir: Rasûlullah(s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah insanları şüphesiz olarak kıyamet günü topladığında
bir seslenici şöyle ilan edecektir: Her kim Allah için yaptığı bir işte bir başkasını da ortak yapmış ise
sevâbını Allah’ın dışındaki ortak koştuğu kimselerden istesin. Şüphesiz ki Allah her türlü ortakların
ortaklığından uzak olandır.” (Kehf sûresi 110. ayet) (İbn Mâce, Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Muhammed b. Bekir rivâyetiyle bilmekteyiz.
Muğîre b. Şu’be (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), beni
Necran’a göndermişti, Necranlılar bana dediler ki: siz Kur’ân’da Meryem sûresi 28. ayetinde “Ey
Harun’un kız kardeşi” diye okumuyor musunuz? Oysa Musa ile İsa arasında pek çok zaman
geçmemiş midir? Onlara nasıl cevap vereceğimi bilemedim ve Rasûlullah (s.a.v.)’e dönüp durumu ona
anlattım. Buyurdu ki: Onlara kendilerinden önceki peygamberlerin ve Salih insanların isimlerini
kullandıklarını haber vermedin mi? (Müslim, Adad: 27)
Tirmizî: Bu hadis sahih garibtir. Bu hadisi sadece İbn İdris’in rivâyetiyle bilmekteyiz.
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Meryem sûresi 39.
ayetini okudu ve şöyle buyurdu: Ölüm, boz renkli bir koç şeklinde getirilip Cennetle Cehennem
arasındaki bir noktada durdurulacaktır. Sonra Ey Cennet halkı denilecek hepsi başlarını döndürüp o
tarafa bakacaklar. Sonra ey Cehennemlikler denilecek onlarda başlarını o tarafa çevirip bakacaklar
ve hepsine birden şöyle sorulacak: “Bunu tanıyor musunuz?” Onlar da evet diyecekler bu ölümdür
sonra o ölüm dedikleri koç yere yatırılıp boğazlanacaktır.
Allah Cennetliklere yaşama ve ebedilik takdir etmemiş olsaydı sevinçlerinden ölürlerdi. Aynı
zamanda Allah Cehennemliklere Cehennem’de yaşamak ve ebedilik takdir etmemiş olsaydı onlar da
kederlerinden dolayı ölürlerdi. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)
Katâde (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Meryem 57. ayeti hakkında şöyle dedi: Enes b. Mâlik,
Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu bize aktarmıştır: “Mîrâc’a çıktığımda İdris peygamberi
dördüncü kat sema’da gördüm.” (Nesâî, Salat: 27)
Tirmizî: Bu konuda Ebû Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasen sahihtir.
Saîd b. ebû Arûbe Hemmâm ve pek çok râvîler, Katâde’den, Enes’den, Mâlik b. Sa’sa’dan miraç
hadisini uzunca rivâyet etmişlerdir. Bence bu hadis onun bir parçasıdır.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Cebraile bizi yaptığın ziyaretlerden daha çok
ziyaret etmene bir engel var mıdır? Diye sordu. Bunun üzerine Meryem sûresi 64. ayeti nazil oldu: “Ve melekler:
“Biz ancak, Rabbinin buyruğuyla ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve aralarındaki her şeyimiz O’nundur, yani
O’nun emrine tabidir ve Rabbin asla hiçbir şeyi unutmaz.” (Buhârî, Bed-il Halk: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Hüseyin b. Hureys, Vekî’ vasıtasıyla Ömer b. Zerrin’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Süddî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mürre el Hemedanî’ye; Meryem sûresi 71.
ayetinin tefsirini sordum o da bunu kendisine Abdullah b. Mes’ûd’un aktardığını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “Tüm insanlar Cehenneme mutlaka uğrayacaklar sonra amelleri karşılığında oradan
çıkıp kurtulacaklardır. Oradan ilk çıkacak olanların hızı şimşeğin parlaması gibidir. Sonra rüzgar
gibi, sonra atın koşması sonra da devenin üzerindeki binici gibi, sonra da insanların koşması gibi daha
sonra da insanın yürümesi gibi sırattan geçip Cehennem’den kurtulacaklardır.” (Dârimî, Rıkak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Şu’be, Süddî’den merfu olmaksızın rivâyet etmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah bir kulu
sevdiği zaman: “Cebraile ben falanı sevdim sende onu sev diye seslenir.” Cebrail’de bunu gökyüzüne
ilan eder. Sonra o kimsenin sevgisi yeryüzü halkına indirilir de böylece yeryüzündeki insanlar da o kimseyi
sever hale gelir işte Meryem sûresi 96. ayetinin anlamı budur. Allah bir kulundan da hoşlanmadı mı Cibriliçağırır ve: “Ben falan kuluma kızgınım onu sevmiyorum” der bu bildirin gökyüzünde ilan edilir.
Sonra bu haber yeryüzüne indirilir de insanlar o kimseye nefret ederler. (Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, Birr
ve Sıla: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Abdurrahman b. Abdullah b. Dinar babasından, Ebû Salih’den,
Ebû Hüreyre’den bu hadisi benzeri şekilde rivâyet etmiştir.
Mesrûk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Habbab b. Eret’den şöyle dediğini işittim. Kendinde
bulunan bir alacağımı tahsil etmek için Âs b. Vâil es Sehmî’ye geldim. O da Muhammed’i inkar etmedikçe bu
alacağını sana vermeyeceğim, dedi. Bende sen ölüp tekrar diriltileceğin güne kadar bile olsa onu inkar edemem,
dedim. Ben öldükten sonra diriltilecek miyim? dedi. Evet dedim. O da o zaman orada benim malım ve çocuklarım
olacak sana orada veririm dedi. Meryem sûresi 77. ayeti bu sebeble nazil oldu: “Ayetlerimizi inkâr edip, “Bana
muhakkak mal da, evlat da verilecektir” deyip isyan eden o adamı gördün mü?” (Buhârî, Büyü’ 27; Müslim,
Sıfat-ül Kıyame: 17)
Hennâd, Ebû Muaviye vasıtasıyla Â’meş’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.
Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Hac sûresi 1-2. ayetleri nazil
olunca bir seferde idi ve ashabına o gün nasıl bir gündür biliyor musunuz? dedi. Ashab ta: Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: Allah o gün Adem’e, Cehennemin payını Cehenneme
gönder, buyuracak. Adem de Cehennem’in payı ne kadardır? Diye soracak Allah’ta dokuz yüz doksan dokuzu
Cehennem’e biri Cennet’e, buyuracaktır. Bunun üzerine Müslümanlar ağlamaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “Orta yolu tutarak doğru yola yöneliniz. Hiçbir peygamber yoktur ki ondan önce bir
cahiliye dönemi olmamış olsun. Bu sayı cahiliye döneminden olacaktır. Eğer bu sayı cahiliye
döneminden tamamlanmaz ise münafıklardan üzeri tamamlanacaktır. Önceki ümmetlere göre sizin
örneğiniz, binit hayvanlarının ayaklarındaki tırnaklarının iç kısmındaki çıkıntı gibidir veya devenin
bir yanındaki ben kadar sayılırsınız.” Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Ben sizin Cennetliklerin dörtte
biri olmanızı ümit etmekteyim.” Bunun üzerine Müslümanlar tekbir getirdiler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle devam etti: “Cennetliklerin üçte biri olmanızı kuvvetle ümid etmekteyim.” Müslümanlar yine tekbir
getirdiler. Rasûlullah (s.a.v.)’de “Cennetliklerin yarısı olmanızı ümid etmekteyim.” Müslümanlar tekrar
tekbir getirdiler. Artık Rasûlullah (s.a.v.)’in üçte ikisini deyip demediğini bilemiyorum. (Müsned: 19055)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bir başka şekilde Imrân b. Husayn tarafından da rivâyet edilmiştir.
Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir yolculukta peygamberle
beraberdik Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı arasında yürüyüşte bir fark meydana gelmişti. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Hac sûresi 1-2. ayetlerini yüksek sesle okudu. Ashab bunu işitince bineklerini
kamçıladılar Rasûlullah (s.a.v.)’in bir söz söylemek üzere olduğunu anladılar. Rasûlullah (s.a.v.), o
günün nasıl bir gün olacağını biliyor musunuz? buyurdu. Ashab: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler.
Rasûlullah (s.a.v.): O gün öyle bir gündür ki Allah Adem’i çağıracak ve Cehennemin payını Cehenneme
gönder buyuracak. Adem de şöyle diyecek Ey Rabbim Cehennemin payı ne kadardır. Allah’ta şöyle
buyuracak her binden dokuzyüz doksan dokuzu Cehennemlik biri ise Cennetliktir. Bunun üzerine orada
bulunanlar o kadar üzüntüye kapıldılar ki yüzlerinde tebessüm izi bile kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.),
ashabının bu halini görünce şöyle buyurdu: “Kulluk yapınız ve iyimser olunuz. Muhammed’in canı
elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizler mahlukatın ikisiyle berabersiniz Ye’cüc ve Me’cüc... Bu
iki gurup yaratıklar kimlerle beraber olurlarsa onları çoğaltırlar ademoğlu ve iblisin soyundan
gelen kim olursa olsun. Ravi diyor ki: Bunu duyunca halkın yüzü güldü ve sıkıntıları gider gibi
oldu.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kulluk yapın iyimser olun Muhammed’in canı kudret
elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler tüm insanlar arasında devenin bir yanındaki ben gibisiniz
veya binit hayvanlarının tırnaklarının iç kısmındaki iki tümsek gibisiniz.” (Müsned: 19055)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Abdullah b. Zübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Ka’benin atîk diye adlandırılmasının tek sebebi hiçbir zorba oraya hâkim olamamıştır yani zorbalardan
korunmuş bir yerdir. (Hac sûresi 29. 33. ayetlerde geçen kelime Atîk) (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadis Zührî vasıtasıyla mürsel olarak rivâyet edilmiştir. Kuteybe, Leys vasıtasıyla Akîl’den, Zührî’den bu hadisin bir benzerini nakletmiştir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Mekke’den
çıkarıldığı zaman Ebû Bekir, Peygamberlerini çıkardılar ve mutlaka helâk olacaklardır. Bunun üzerine
Allah, Hac sûresi 39. ayetini indirdi: “Kendileriyle savaşa girişilen mü’minlere, zulme
uğramalarından dolayı, savaş izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım ulaştıracak güçtedir.”
Bunun üzerine Ebû Bekir: “İleride savaş olacağını kesinlikle bilmiştim” dedi. (Müsned: 1768)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Peygamber (s.a.v)’in hanımı Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir:
Mü’minün sûresi 60. ayetini Rasûlullah (s.a.v.)’e sordum ve dedim ki: “Onlar şarap içen ve
hırsızlık edenler midir?” Rasûlullah (s.a.v.): “Hayır Sıddîk’in kızı” buyurdu. Fakat onlar
kendilerinden kabul edilmemesinden korktukları halde oruç tutan namaz kılan ve sadaka verenlerdir.
İşte böyleleridir, hayırda yarışanlar diyerek Mü’minün sûresi 61. ayetini okudu. (İbn Mâce, Zühd: 17)
Tirmizî: Bu hadis Abdurrahman b. Saîd’den Ebû Hazim’den, Ebû Hüreyre’den benzeri şekilde
rivâyet edilmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Nadr’ın kızı Rübeyyi’, Peygamber (s.a.v)’e geldi -
oğlu Harîs b. Süraka, serseri bir okla Bedir savaşında şehîd düşmüştü- ve bana oğlum Harîs’den haber
ver dedi. Eğer hayır içindeyse sabreder ve mükafatımı Allah’tan beklerim dedi. Şayet hayır içinde
değilse var gücümle duâya sarılırım dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Ey
Harîse’nin annesi Cennet içinde Cennetler vardır. Senin oğlun ise Firdevs-i A’lâ Cennetine ulaşmıştır.
Firdevs Cenneti diğer Cennetlerin yaylası, en uygun ve elverişli yeridir. (Buhârî, Cihâd: 27)
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v), Mü’minün sûresi 104.
ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Ateş onların yüzlerinin derilerini yakıp kavuracakta üst dudağı
başının yarısına varacak alt dudağı ise göbeğine inecek kadar sarkacaktır.” (Müsned: 11409)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
Amr b. Şuayb, babasından ve dedesinden rivâyete göre, şöyle demiştir: Kendisine Mersed
b. ebî Mersed denilen bir adam vardı bu adam Mekke’den esirleri taşıyarak Medîne’ye götürürdü.
Mekke’de “Anak” denilen fahişe bir kadın daha vardı ki bu kadın Mersed’in dostu idi. Mersed, Mekke
esirlerinden bir kimseye kendisini taşıyacağını va’d etmişti. Mersed şöyle anlattı. Bir mehtaplı gecede
geldim Mekke duvarlarından birinin gölgesinde durdum. Anak’ta geldi duvarın kenarında benim
gölgemin karaltısını gördü, yanıma yaklaşınca beni tanıdı ve “Mersed misin?” diye sordu. Ben de:
“Mersed’im” cevabını verdim. “Merhaba hoş geldin, bu geceyi bizim yanımızda geçir” dedi. Ben de:
“Ey Anak! Allah zinayı haram kıldı” dedim. Bunun üzerine Anak: “Ey oba halkı bu adam
esirlerinizi kaçırıyor” diye bağırdı. Bunun üzerine sekiz kişi peşime düştü. Handeme yolunu tuttum
sonunda bir kaya yarığına veya mağaraya girdim onlarda gelerek benim başımın ucunda dikildiler. Hatta
orada idrarlarını yaptılar idrarları başımın üstüne aktı. Fakat Allah onların gözlerini benden kör etti.
Onlar dönüp gittiler. Ben de adamıma döndüm onu yüklendim kendisi biraz ağırdı. Izhır denilen yere
kadar onu götürdüm ve orada zincirlerini çözdüm onu taşıyordum beni çok yormuştu. Sonunda
Medîne’ye vardım. Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek Ey Allah’ın Rasûlü! Anak ile evlenebilir miyim?
Rasûlullah (s.a.v.), sustu bana hiç cevap vermedi, sonra Nur sûresi 3. ayet nazil oldu: “Zina yapan
erkek, ancak zina yapan kadınlara veya müşrik olanlara arzu duyup onlarla evlenir. Zina eden
kadın da, ancak zina yapan erkeklere veya müşrik olanlara arzu duyup onlarla evlenir. Bu şekilde
zina edenlerle evlenme mü’minlere haram kılınmıştır.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ey Mersed!
Zina eden erkek ancak zina eden kadınla ve müşrikle evlenir zina eden kadın ise ancak zina eden erkekle
ve müşrikle evlenir; “Sen, O kadınla evlenme” (Nesâî, Nikah: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup sadece bu şekliyle bilmekteyiz.
Saîd b. Cübeyr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mus’ab b. Umeyr’in Irak valiliği
döneminde lian yapan karı koca hakkında bunlar birbirinden ayrılması gerekir mi diye bana soruldu. Ben de
ne cevap vereceğimi bilemedim. Bulunduğum yerden Mekke’deki Abdullah b. Ömer’in evine gitmek üzere
yola çıktım. Mekke’ye vardığımda onun yanına girmek için izin istedim. Bana öğle istirahatı (kaylule)
yapmaktadır denildi. Benim sesimi duyunca içeriden kendisi şöyle seslendi: Cübeyr’in oğlu gir, mutlaka
seni buraya kadar önemli bir iş getirmiştir. Ben de girdim hayvanın palanından bir yatak yapıp yattığı
gözüme ilişti ve hemen Ey Ebû Abdurrahman! Lian yapan karı koca birbirinden ayrılır mı? dedim.
Abdullah: “Sübhanallah, evet ayrılır” dedi. Bu konuyu ilk önce soran kişi falan oğlu falandır. Peygamber
(s.a.v)’e gelerek Ey Allah’ın Rasûlü! dedi. Birimiz karısını zina eder durumda görürse ne yapmasını
emredersiniz? Konuşsa büyük bir meseleyi ifşa etmiş sussa büyük bir meseleyi geçiştirmiş olacaktır.
Peygamber (s.a.v), sustu ve kendisine cevap vermedi. O kişi o günden sonra tekrar Rasûlullah (s.a.v.)’e
geldi ve gerçek şu ki size sorduğum duruma kendim düşmüş bulunmaktayım. Bunun üzerine Allah Nur
sûresi 6. 7. 8. 9. ayetleri indirdi: “ 6) Kendi eşlerini zina ile suçlayan, fakat kendilerinden başka
şâhidleri olmayan kimselere gelince, bu suçlamayı yapanların her biri doğru söylediklerine dair, dört
defa Allah’ı şâhid tutsunlar. 7) Ve beşincisinde de, bu suçlamayı yapan kişi, eğer yalancılardansa,
Allah’ın lanetine razı olduğunu ifade etsin. 8) Ve suçlanan kadına gelince, onun kocasının yalan
söylediğine dair, Allah’ı dört defa şâhid tutması, bu suça verilecek cezayı ondan giderir. 9) Ve
beşincisinde, kocası doğruyu söylüyorsa, Allah’ın gazabına razı olduğunu ifade etmesidir.” Sonra
Rasûlullah (s.a.v.), O adamı çağırdı ona bu ayetleri okudu va’z, nasihat ederek hatırlatmalarda bulundu ve
dünya azabının ahiret azabından daha hafif olduğunu haber verdi. Adam: Seni hak ile gönderen Allah’ayemin ederim ki bu karım hakkında yalan söylemedim.
Sonra ikinci olarak kadını çağırdı ona da va’z ve hatırlatmalarda bulundu dünya azabının ahiret
azabından çok daha hafif olduğunu bildirdi. Kadın da dedi ki: Hayır seni hak ile gönderen Allah’a yemin
olsun ki kocam doğru söylemedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) önce erkekten başladıve erkek
kendisinin doğru söylediğine dair Allah’a dört sefer yemin etti, beşincisinde ise eğer yalancılardan ise
Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını diledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kadına döndü kadın kocasının
gerçekten yalancı olduğuna dair Allah’a dört defa yemin etti. Beşincisinde şayet kocası doğrulardan ise
Allah’ın gazabının kendisi üzerine olmasını diledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), onları birbirinden ayırdı.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Lian: 17)
Bu konuda Süheyl ibn Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasen sahihtir.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Hakkımda söylenenler söylendiği zaman
benim bundan haberim yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp benim hakkımda bir hutbe vermişti. Bu
hutbesinde Kelime-i şehâdet getirmiş Allah’a gereği şekilde Hamd-ü sena ettikten sonra hutbesine şöyle
devam etti: Şimdi ailemi itham eden bazı kimseler hakkında bana yol gösteriniz. Vallahi ben ailem
hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum ve olacağına da ihtimal vermiyorum. Bir kişiyi itham ettiler ki
vallahi onun üzerinde de bir kötülük olacağına ihtimal vermiyorum. O kimse ben olmadan evime girmiş
değildir. Hangi savaşa çıktımsa benimle beraber çıkmıştır.
Bunun üzerine Sa’d b. Muâz kalktı ve Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver onların boyunlarını
vuralım. Arkasından Hazreçoğullarından bir adam kalktı -Hassân b. Sabit’in anası o kimsenin
kabilesindendi- ve şöyle dedi. Ey Muâz yanılıyorsun eğer o kimseler Evs kabilesinden olmuş olsalardı
onların boyunlarını uçurmak hoşuna gitmezdi. Neredeyse mescid içersinde Evs ve Hazreç arasında kötü
bir olay çıkacaktı. Âişe: Benim bundan da haberim yoktu o günün akşamı idi bir ihtiyaçtan dolayı
çıkmıştım yanımda Mıstah’ın annesi vardı tökezlendi düştü ve şöyle dedi: “Mıstah sürünsün” kendisine
şöyle dedim: Ey ana kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun? Kadın sustu sonra ayağı tekrar tökezledi yine
“Mıstah sürünsün” dedi. Ben de kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun? Dedim. Susta bir şey demedi.
Üçüncü sefer tökezleyince yine “Mıstah sürünsün” dedi. Ben de kendisini azarladım ve: “Ey Ana!
Kendi oğluna mı sövüp sayıyorsun” dedim. O da şöyle konuştu: “Vallahi ona sadece senin için sövüp
sayıyorum” dedi. Ben de: “Hangi konuda” dedim. Bunun üzerine bana lafı açtı ve olanları anlattı. Ben
de: “Gerçekten tüm bunlar oldu mu?” dedim. “Evet vallahi” dedi. Hemen evime döndüm niçin
çıktığımı ne yapacağımı hiç bilemedim. Şok’a girdim ve sıtma hastalığına yakalandım. Peygamber(s.a.v)’e beni babamın evine gönder dedim. Bir erkek çocuğu ile beni gönderdi. Evimize
girdiğimde annemi evin zemininde buldum. Babam ise birinci katta Kur’ân okumakta idi. Anam:
“Kızcağızım niçin geldin?” dedi. Ben de olup biteni haber verdim hakkımda söylenenleri anlattım. Bu
meseleler bana yaptığı tesiri onda yapmadı. Dedi ki: “Kızcağızım meseleyi bu kadar büyütme! Vallahi
kendisini seven bir erkeğin nikahı altında olan üstelik kumaları da bulunan güzel bir kadına hased
edilmemesi ve hakkında dedi kodu yapılmaması pek nadirdir.” Yine gördüm ki bu olaylardan benim
kadar etkilenmemiştir. “Babam bu olayları biliyor mu?” diye sordum. “Evet biliyor” dedi. “Peki,
Rasûlullah (s.a.v.) bunu biliyor mu?” dedim. “Evet biliyor” dedi. Ben de gözyaşlarımı tutamadım ve
ağladım. Üst katta Kur’ân okumakta olan babam, ağladığımı duyunca aşağıya indi ve anneme nesi var
bunun diye sordu. Annem de: “Kendisi hakkında konuşulanlar kulağına ulaşmış” dedi. Bunun
üzerine babamın gözleri yaşla doldu taştı ve: “Ey Kızım! Mutlaka evine dönmüş olacaksın” dedi. Ben
de evime döndüm Rasûlullah (s.a.v.), evime geldi benim hakkımda hizmetçime bazı şeyler sordu.
Hizmetçi kadın da şöyle dedi: “Hayır vallahi onun hakkında hiçbir kusur bilmiyorum, tek bildiğim
kusuru ekmek yaparken uyuklardı da davar gelerek onun hamurundan veya mayasından yerdi”
dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından biri onu azarlayarak Rasûlullah (s.a.v.)’e doğru söyle dedi ve ileri
geri konuştular. Kadın: “Sübhanallah” dedi ve; “Vallahi onun hakkında kuyumcunun sarı altın
hakkında bildiği ne ise ben de onun hakkında suçsuz olduğunu biliyorum” dedi.
Hakkında laf edilen Safvân’ın kulağına da olaylar ulaşınca o da “sübhanallah” demişti ve vallahî
hiçbir kadının elbisesini hiçbir maksatla açmadım. Âişe diyor ki: “Bu kimse sonradan Allah yolunda
şehîd düşmüştür.” Âişe şöyle devam etti: “Annem ve babam yanımda sabahladılar. Rasûlullah (s.a.v.),
yanıma girinceye kadar yanımdan ayrılmadılar. Rasûlullah (s.a.v.), ikindi namazını kılarak yanıma girdi.
Annem ve babam sağımdan ve solumdan beni kuşatmışlardı. Rasûlullah (s.a.v.), şehâdet getirdi, Allah’a
layık olduğu şekilde hamd-ü senada bulundu. Sonra şöyle dedi: Ey Âişe! Bir kötülük işlemiş ve nefsine
zulmetmiş isen Allah’a dön tevbe et. Allah şüphesiz kullarının tevbesini kabul eder. Ensardan bir kadın
gelmişti ve kapının önünde oturmakta idi. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)’e: Bu kadının bir şey anlatmasından
çekinmiyor musun? Peygamber (s.a.v), bir süre daha nasihat etti. Babama döndüm, O’na cevap ver
dedim. O da ne diyeyim diye karşılık verdi. Anama döndüm sen ona bir cevap ver dedim o da ne diyeyim
diye karşılık verdi. İkisi de cevap vermeyince, Ben şehâdet getirdim Allah’a hamdettim onu layık olduğu
şekilde övgülerle andıktan sonra şöyle dedim: Dikkat edin! Vallahi ben böyle bir şeyi asla yapmadım
desem -Allah böyle olduğuma şâhidtir- bu ifade sizin yanınızda bana bir fayda sağlayıcı değildir. Bu
konuda çok konuştunuz ve bu konu içinize sinmiştir. Eğer bu işi ben yaptım desem -Allah benim böyle
bir iş yapmadığımı biliyor- ama siz hadiseyi kendi aleyhine kabullendi diyeceksiniz. Ben vallahi kendime
ve size uygun olabilecek bir örnek bulamıyorum. Ancak bu sırada Yakup ismini zihnimde aradım fakat
onu çıkaramadım. Ancak Yusuf’un babası Yakub’un: Sabretmek güzeldir. Allah sizin tüm
anlattıklarınıza karşı kendisinden yardım beklenir, dediğini hatırlıyorum. Âişe şöyle devam etti: O anda
Rasûlullah (s.a.v.)’e vahiy indirildi. Biz sustuk kendisinden vahiy durumu kalktığı zaman yüzündeki
sevinci hemen anladım. O alnını siliyor ve şöyle diyordu: “Ey Âişe müjdeler, Allah senin suçsuz
olduğunu bildiriyor” dedi. Ben ise o anda çok öfkeli idim. Annem ve babam: “Kalk ve Rasûlullah
(s.a.v.)’e teşekkür et” dediler. Ben de: Hayır vallahi ona da teşekkür etmeyeceğim, size de teşekkür
etmeyeceğim; sadece suçsuz olduğumu bildiren Allah’a hamdedeceğim.
Çünkü sizler bu iftirayı duyduğunuzda ne reddettiniz nede beni müdafaa ettiniz. Âişe şöyle dedi:
“Cahş’ın kızı Zeyneb’e gelince Allah onu dini konusunda korudu ve benim hakkımda sadece hayır
konuştu. Fakat onun kız kardeşi Hamne helak olanlar arasında helak olmuştur.
Bu hadisede konuşanlar Mıstah, Hassân b. Sabit ve münafık Abdulah b. Übey b. Selül dü.
Abdullah b. Selül meseleyi daima kurcalar ve söylenenleri toplardı. İçlerinde iftirada en büyük payı
alan Hamne idi. Âişe sözünü şöyle sürdürdü. Babam Ebû Bekir’i, Mıstah’ı hiçbir şekilde
yararlandırmayacağına yemin etmişti. Bunun üzerine Allah, Nur sûresi 22. ayeti indirdi: “İçinizden
iyilik ve varlık sahibi olanlar yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere onların
hatalarından dolayı yardımda bulunmamaya yemin etmesinler. Ve yapageldikleri yardımdan
bir eksiltme yapmasınlar, onların kusurlarını affedip bağışlasınlar, aldırış etmesinler. Dikkat
edin! Allah’ın sizi bağışlamasını sevip arzu etmez misiniz? Gerçekten Allah, çok bağışlayan ve
çok merhamet edendir.” Ebû Bekir, evet vallahi Ey Rabbimiz bizi bağışlamanı elbette isteriz dedi
ve Mıstah’a önceden yapmamakta olduğu yardıma yeniden döndü. (Buhârî, Meğazi, 27; Müslim,
Tevbe: 17)
Tirmizî: Bu hadis Hişâm b. Urve’nin rivâyet olarak hasen sahih garibtir. Yunus b. Yezîd, Ma’mer ve
pek çok kimse bu hadisi Zührî’den, Urve b. Zübeyr’den, Saîd b. Müseyyeb’den, Alkame b. Vakkâs el
Leysî’den, Ubeydullah b. Abdullah’tan ve Âişe’den bu hadisi Hişâm b. Urvenin rivâyetinden daha uzun ve tam
olarak rivâyet etmişlerdir.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Benim suçsuzluğumu ilan eden ayetler
indirildiği zaman Peygamber (s.a.v), minbere çıktı durumu anlattı ve inen ayetleri okudu. Minberden
inince iftira işinde baş rolü oynayan iki erkekle bir kadına iftira cezasının tatbik edilmesi için emir verdi
de ceza onlara uygulandı. (Buhârî, Meğazi: 27; Müslim, Tevbe: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup sadece Muhammed b. İshâk’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Şuara sûresi 214. ayeti olan “Ve en yakın
hısım ve akrabalarından başlayarak erişebileceğin herkesi uyar” ayeti inince Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştu: “Ey Muttalib’in kızı Safiye, Ey Muhammed’in kızı Fatıma, Ey Abdulmutalib
oğulları... Allah’a karşı sizin için yapabileceğim bir şey yok ama malımdan istediğiniz kadar
alabilirsiniz.” (Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde Vekî’ ve başkaları Hişâm b. Urve’den ve babasından
ve Âişe’den, Muhammed b. Abdurrahman et Tufavî’nin rivâyeti gibi rivâyet etmişlerdir.
Bazıları da Hişâm b. Urve’den, babasından ve Peygamber (s.a.v)’den mürsel olarak rivâyet etmiş olup
senedinde “Âişe’yi” zikretmemişlerdir.
Bu konuda Ali ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Şuara 214. ayeti inince; Rasûlullah
(s.a.v.), Kureyş’i topladı, hususi ve Umumî çağrılarda bulunarak şöyle buyurdu: Ey Kureyş topluluğu
kendinizi ateşten koruyunuz çünkü ben sizin için ne bir zarar nede bir fayda verme gücüne sahip değilim
Ey Abdumenaf oğulları topluluğu kendinizi ateşten koruyun, sizler için ne faydam nede zarar verebilecek
gücüm yoktur. Ey Kusay oğulları topluluğu kendinizi Cehennem ateşinden koruyun size fayda ve zarar
verebilecek bir gücüm yoktur.
Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi ateşten koruyun sizler için ne fayda ne de zarar verebilecek
bir gücüm yoktur. Ey Muhammed’in kızı Fatıma sende kendini Cehennem ateşinden koru senin için
fayda ve zarar verebilecek bir imkanım yoktur. Senin için sadece akrabalık bağım vardır onun gereklerini
yapacağım. (Buhârî, Vesâyâ: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle hasen sahih garibtir. Bu hadis sadece Musa b. Talha’nın rivâyetiyle
bilinir. Ali b. Hucr, Şuayb b. Safvân vasıtasıyla Abdulmelik b. Umeyr’den, Musa b. Talha’dan, Ebû Hüreyre’den
mana olarak benzeri şekilde rivâyet edilmiştir.
Simak b. Harb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Mus’ab b. Sa’d’ten işittim.
Babasından babasından naklederek şöyle diyordu: Benim hakkımda dört ayet indirildi dedi ve şöyle
anlattı: Sa’d, benim hakkımda dört ayet indirildi dedi ve şöyle anlattı: Sa’d’ın annesi, oğlu Müslüman
olunca şöyle demişti: “Allah anne ve babaya iyilik yapmayı emretmemiş midir? O halde ölesiye
kadar yemek yemeyeceğim veya sen dininden dönersin.” Sa’d dedi ki: Onu yedirmek için ağzını
açarlar ve bir şeyleri zorla yedirirlerdi. Bunun üzerine Ankebût 8. ayeti indirildi: “Biz insana yapacağı
hayırlı işlerden biri olarak, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik; ama buna rağmen, eğer
onlar körü körüne herhangi bir şeyi bana ortak koşmanı isterlerse, onlara uyma. Çünkü, hepiniz
sonunda dönüp bana geleceksiniz, o zaman hayatta iken yapmış olduğunuz herşeyi, iyi ve kötü
yönleriyle gözünüzün önüne sereceğim.” (Müslim, Cihâd: 27; Nesâî, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ümmü Hanî (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), “...toplantılarınızda her
türlü hayasızlığı yapacaksınız öyle mi?...” Ankebût sûresi 29. ayeti hakkında şöyle demiştir:
“Yeryüzündeki insanlara fiske taşı atarlar ve onlarla alay ederlerdi.” (Müsned: 25656)
Tirmizî: Bu hadis hasendir. Bu hadisi sadece Hatîm b. ebî Sağîre’nin, Simâk’den yaptığı rivâyetle
bilmekteyiz.
Ahmed b. Abde ed Dabbî,Süleym b. Ahzar vasıtasıyla Hatîm b. ebû Sağire’den bu senedle hadisin bir
benzerini rivâyet etmiştir.
İbn Abbâs (r.a.), Rûm sûresi 1-3. ayetleri hakkında “ğalebet” ve “ğulibet” şeklinde okumuştur.
Müşrikler; İranlıların, Rumları mağlub etmelerini isterlerdi. Çünkü kendileri de onlar gibi puta tapan kimselerdi.
Müslümanlar ise kitap ehli olduklarından Rumların İranlılara gâlib gelmelerini istemekte idiler. Müşrikler bunu Ebû
Bekir’e söylediler. Ebû Bekir de Peygamber (s.a.v)’e söyledi ve Rasûlü Ekrem muhakkak Rumlar gâlib gelecektir,
buyurdu. Ebû Bekir Peygamber (s.a.v)’in sözünü müşriklere anlattı. Bunun üzerine müşrikler seninle bizim aramızda
bir müddet tayin et şayet biz bahsi kazanırsak şu ve şu kadar deve bizim olacak eğer siz bahsi kazanırsanız şu ve şu
kadar deve sizin olacaktır, dediler. Ebû Bekir süreyi beş yıl olarak tayin etti. Fakat Rumlar gâlib gelemediler. Durumu
Peygamber (s.a.v)’e anlattılar. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Bu süreyi on yıla kadar uzatsaydın. Ebû Saîd diyor ki:
“Bıd’ı” ondan aşağı demektir. İbn Abbâs diyor ki: Bundan sonra Rumlar gâlib geldiler. İşte Allah’ın Rum sûresi 1-5.
ayetleri bundan dolayı inmiştir. Sûfyân diyor ki: Rumların, Bedir günü İranlılara gâlib geldiklerini işittim. (Tirmizî
rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Bu hadisi sadece Sûfyân’ın Habib b. ebî Amre’den
rivâyetiyle bilmekteyiz.
Niyâr b. Mükrem el Eslemî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “ 1) Elif, Lâm, Mîm. 2)
Bizanslı Rûmlar yenilgiye uğradılar. 3) Bizans ordusu Arapların yurtlarının bulunduğu yakın bir yerde
yenildiler. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra, yeniden üstünlük sağlayacaklar. 4) Bir kaç yıl içinde;
çünkü karar yetkisi eninde sonunda Allah’a aittir. İşte o gün inananlar sevineceklerdir.” Rum sûresi 1-
4. ayetleri inince İranlılar bu ayetlerin indiği dönemlerde Rumları yenilgiye uğratmışlardı. Müslümanlar ise
Rumların İranlılara gâlib gelmelerini istemekte idiler. Çünkü kendileri de onlar da kitap ehli idiler. Bundan
dolayı Allah, Rum sûresi 4-5. ayetlerini indirdi: “ 4) ...İşte o gün inananlar sevineceklerdir. 5) Allah’ın
yardımına; çünkü O dilediğine yardım eder. O güçlüdür, gücüne hiçbir güç erişemez, O çok acıyan ve
merhamet edendir.”
Kureyş ise İranlıların gâlib gelmelerini istiyorlardı. Çünkü Kureyş te İranlılar da ne kitap ehli idiler ne
de ölümden sonraki dirilmeye inanıyorlardı. Allah bu ayetleri indirdiği zaman Ebû Bekir çıktı Mekke
çevresinde Rum sûresi 1-4. ayetlerini var gücüyle bağırdı. Kureyşten bazı kişiler Ebû Bekir’e bu konu sizinle
bizim aramızda olsun sizin adamınız Muhammed, Rumların İranlıları birkaç sene içersinde mağlub edeceğini
ilan ediyor. Bu konuda seninle bahse tutuşabilir miyiz? Ebû Bekir: “Evet” dedi. Bu olay bahse girmenin
haram kılınmasından önce idi. Ebû Bekir ve müşrikler bahse girdiler ve belli bir rakamda anlaştılar. Sonra
Ebû Bekir’e; “Bıd’ı” birkaç kelimesini kaç sene olarak tayin edeceksin? Seninle bizim aramızda ortalama bir
müddet tayin edebilirsin, dediler. Sonra müddeti altı sene olarak tayin ettiler. Bu altı sene Rumlar zafer
kazanmadan geçti müşriklerde Ebû Bekir’in rehinini aldılar. Yedinci sene girince Rumlar, İranlılara karşı
gâlib geldiler. Müslümanlar, Ebû Bekrin Altı seneyi tayin etmesini kınadılar. Çünkü Allah; “Bıd’ı” üçten
dokuza kadar zaman birimi buyurmuştu. O zaman pek çok kimseler Müslüman olmuştu. (Tirmizî rivâyet
etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis Niyâr b. Mükrem’in rivâyeti olarak sahih hasen garibtir. Bu hadisi sadece
Abdurrahman b. ebû’z Zinad’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah: “Salih kullarıma hiçbir
gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kimsenin gönlümden geçmeyen nimetler
hazırladım” buyurmuştur. Allah’ın kitabında bunun doğrulayıcısı Secde sûresi 17. ayetidir. (Buhârî,
Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)
Şa’bî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Muğîre b. Şu’be, minber üzerinde merfu olarak
Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle aktarıyordu. Musa Rabbine sordu ve Ey Rabbim dedi. Cennetliklerin en aşağı
derecede olanı kimdir? Allah şöyle buyurdu: “Tüm Cennetlikler Cennete girdikten sonra Cennete gelecek
bir adamdır ki kendisine gir denilecek o da: “Nasıl gireyim herkes her tarafı işgal etmiş ve alacaklarını
almışlar” diyecektir. Bunun üzerine ona şöyle denilecek: “Dünya krallarından bir krala ait olan her
şeyin senin olmasına razı olur musun?” “Evet Ey Rabbim ben buna razıyım” diyecek sonra kendisine:
“Sen, buna ve bunun katlarına sahip olacaksın” denilecek o da: “Kabul ettim Ey Rabbim” diyecektir.
Yine kendisine tüm bunlar ve hepsinin 10 katı senindir denilecektir. O da Ey Rabbim razıyım tamam
diyecektir. Sonunda kendisine şöyle denilecek: “Canının çektiği her şeye gözünün beğendiği her şeye
sahib olacaksın” denilecektir. (Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bazıları bu hadisi Şa’bî’den, Muğîre’den merfu olmaksızın rivâyet
etmişlerdir. Merfu olanı daha sahihtir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcam Enes b. Nadr -ki ben onun ismini
taşıyorum- Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber Bedir savaşına katılmamıştı bu kendisine çok zor gelmişti de
şöyle demişti: “Rasûlullah (s.a.v.)’in yaptığı ilk savaşta kendisiyle birlikte olamadım. Fakat başka
bir savaş olursa o savaşta ne yapacağımı elbette herkes görecektir” dedi, başka türlü konuşmaktan
çekindi. Ertesi yıl Rasûlullah (s.a.v.) ile Uhud savaşına katılmıştı. O sırada Sa’d b. Muâz ile karşılaşmış
ve: “Ey Ebû Amr nereye” demiş oda: “Cennetin kokusuna doğru...” demiş o kokuyu Uhud’un
yanında buluyorum demiştir. Savaştı ve sonunda şehîd edildi. Cesedinde kılıç ok ve mızrak yarası olarak
seksenden fazla yara bulundu.
Halam, Nadr kızı Rübeyyi’: “Kardeşimi sadece parmak uçlarından tanıyabildim” demiştir.
Ahzab sûresi 23. ayet bu olay üzerine indi: “Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah’a verdikleri
sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi ve şehîd oldu, kimi de şehîdliği
beklemektedir. Verdikleri sözü münafıklar gibi değiştirmediler.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara:
17)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcası, Bedir savaşına katılmamış
ve şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in müşriklere yapılacak bir savaşta beni bulundurursa neler
yapacağımı herkes görecektir. Uhud savaşındaki Müslümanların kısa bir süre bozguna uğradıklarını
görünce şöyle demişti: Müşriklerin meydana getirdikleri bu bozgun durumundan beni sorumlu tutma
kendi arkadaşlarımın da kaçışmalarından dolayı senden özür dilerim dedi ve sonra ilerledi. O sırada Sa’d
b. Muâz kendisiyle karşılaşmış ve: “Ey kardeşim ne yaparsan ben de seninle beraberim fakat senin
yaptığını yapamıyorum” demişti. Sonra onun vücudunda kılıç darbesi ok ve mızrak yarası olarak
seksenden fazla yara bulundu. Ahzab sûresi 23. ayeti bu gibi kimseler hakkında nazil olmuştur:
“Mü’minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını
yerine getirdi ve şehîd oldu, kimi de şehîdliği beklemektedir. Verdikleri sözü münafıklar gibi
değiştirmediler.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)
Yezîd: “Bu ayet, bu gibi şehîdler hakkındadır” diyor.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), hanımlarını dünya ve
ahiret konusunda serbest bırakması emredildiğinde benden başladı ve şöyle dedi: “Ey Âişe ben sana bir
meseleyi hatırlatacağım; sen buna cevap vermek içinacele etmeyebilirsin? Anne ve babandan
danışıp görüşlerini de alabilirsin.” Âişe şöyle devam etti: Anam babamın benim kendisinden ayrılmayı
bana emretmeyeceklerini bilmekte idi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), sözünü şöyle sürdürdü ve Ahzab sûresi
28-29. ayetlerini okudu: “Ey peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü
istiyorsanız, gelin size boşanma bedelini vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer sizler
Allah’ı, elçisini ve ahiret hayatının güzelliklerini istiyorsanız bilin ki Allah, sizden güzel hareket ve
davranışta bulunanlara, büyük bir mükafat hazırlamıştır.” Bunun üzerine ben anne ve babama
bunun neresini danışacağım ben Allah’ı ahiret yurdunu ve peygamberini istiyorum. Peygamberlerin tüm
aileleri de aynen benim yaptığım gibi yaptılar. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Talak: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi aynı zamanda Zührî, Urve ve Âişe’den rivâyet edilmiştir.
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Biz, Hârisenin oğlu Zeyd’i, Muhammed’in
oğlu Zeyd diye çağırırdık. Nihayet Ahzab sûresi 5. ayeti indi: “Evlatlık olarak aldığınız çocuklara gelince,
onları gerçek babalarının isimleri ile çağırın. Bu Allah nezdinde, daha adaletli bir davranıştır. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları din kardeşleriniz ve dostlarınız olarak görün. Her
konuda olduğu gibi, bu konularda da yanılarak yaptığınız hususlarda, size bir günah yoktur. Asılönemli olan, kalplerinizle kastederek yaptığınız işlerde günah vardır. Gerçekten de Allah, çok
bağışlayan ve çok acıyandır.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Fedail-üs Sahabe: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Kabûs b. Ebû Zabyan (r.a.), babasından aktararak şöyle demiştir: İbn Abbâs’a, Ahzab
sûresi 4. ayeti hakkında ne dersin orada ne demek istenmiştir dedik şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), bir
gün namaza durmuştu; hatırına bir şeyler geldi ve namazında yanılmıştı da kendisiyle birlikte namaz
kılan münafıklar: O’nun iki kalbi olduğunu görmüyor musunuz? bir kalb sizinle, bir kalbte onlarla
dediler. Bunun üzerine Allah Ahzab sûresi 4. ayetini indirdi: “Allah hiç kimseye tek vücutta, iki kalp
yaratmamıştır ve kendilerini annelerine benzeterek yemin edip boşamaya kalktığınız eşlerinizi de
hiçbir zaman sizin anneleriniz yapmamış ve evlatlıklarınızı da, gerçek çocuklarınız gibi
saymamıştır. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren, kuru laflardan ibarettir. Halbuki Allah, mutlaka
sözün doğrusunu söyler ve doğru yola iletir.” (Müsned: 2285)
Abd b. Humeyd, Ahmed b. Yunus vasıtasıyla Züher’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Zeyneb binti Cahç hakkında “... Fakat Zeyd o
kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik...” ayeti indirilince Zeyneb, Peygamber
(s.a.v)’in diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle derdi: “Sizleri kendi aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat
semanın üstünden Allah evlendirdi.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cuma: 17)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v) evlenmiş ve zifaf
yapmıştı. Bu münasebetle annem Ümmü Süleym hurma keş ve yağdan yapılan “Hays” yemeği yapmıştı ve
bir tabağa koymuş ve Ey Enes bunu Rasûlullah (s.a.v.)’e götür ve ona deki: “Bunu size annem gönderdi.
Size selamı var bu yemek biraz az oldu.” Yemeği Rasûlullah (s.a.v.)’e götürdüm, Annemin selamı var bu
yemeği gönderdi ve az olduğunu da söyledi dedim. Rasûlullah (s.a.v.) onu oraya bırak sonra bazı kişilerin
adlarını vererek falan falanı ve tüm karşılaştığın kimseleri çağır dedi. Ben de isimlerini verdiği kimseleri ve
karşılaştığım kimseleri çağırdım. Enes’e sordum kaç kişiydiler diye üçyüz kişi kadar vardı dedi. Rasûlullah
(s.a.v.), bana dedi ki: Enes Kase’yi getir. Onlarda içeri girdiler sofa ve hücre doldu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Onar kişilik halkalar oluşturulsun ve herkes önünden yesin.” Herkes doyuncaya kadar yedi,
bir gurup çıktı bir gurup girdi. Hepsi yedi Rasûlullah (s.a.v.), Ey Enes Kaseyi kaldır buyurdu. Ben de
kaldırdım koyduğum zaman mı daha çoktu yoksa kaldırdığım zaman mı daha çoktu bilemiyorum.
Davetlilerden bazı insanlar peygamberin evinde oturup sohbete daldılar. Rasûlullah (s.a.v.)’de oturuyordu.
Ailesi ise yüzünü duvardan yana çevirmişti.
Peygamber (s.a.v)’e bu davranışları ağır geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) çıktı, öteki
hanımlarına selam verdi ve dönüp geldi. Peygamber (s.a.v)’in dönüp geldiğini görünce onu üzdüklerini
anlayarak kapıya doğru yüklenip çıkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.) geldive ara yerdeki perdeyi indirdi ve
ailesiyle zifaf yaptı. Ben ise hücrede oturmakta idim. Rasûlullah (s.a.v.) kısa bir zaman kaldıktan sonra
benim yanıma çıktı sonra Ahzab sûresi 53. ayet nazil oldu: “Ey inananlar! İzin verilmedikçe,
peygamberin evlerine girmeyin ve yemek için davet edildiğiniz zaman, erkenden gidip,
hazırlanmasını beklemeye kalkışmayın. Çağrıldığınızda en uygun zamanda girin, yemeği yiyince
hemen ayrılın, lafa dalmayın, bu durum peygamberi üzüyordu fakat O, size bunu söylemekten
utanıyordu. Ama Allah, doğruyu size öğretmekten çekinmez. Peygamber hanımlarından birşey
isteyeceğiniz veya soracağınız zaman, perde arkasından isteyin ve sorun. Bu durum, hem sizin
kalpleriniz, hem de onların kalpleri bakımından fitne ve kötü zannı giderici, temiz bir davranıştır.
Allah’ın peygamberini incitmeniz ve kendisinden sonra, O’nun eşleriyle evlenmeniz, size asla helal
değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bu ayetleri
Müslümanlara okudu.
Ca’d, Enes’den naklederek şöyle dedi: Bu ayetlerin iniş zamanına en yakın olan benim. Bundan
sonra Peygamber (s.a.v)’in hanımları kapandılar ve yabancılardan uzak kalmaya başladılar. (Buhârî,
Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Nikah: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Mes’ûd el Ensarî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bizim
yanımıza gelmişti. Biz de Sa’d b. Ubâde’nin yanında oturuyorduk. Beşîr b. Sa’d, Peygamberimize dedi ki:“Allah bize sana salavat getireceğimizi emretti şimdi sana nasıl salavat getirelim?” Peygamber
(s.a.v) sustu keşke bu soruyu sormamış olsaydı dedik. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Şöyle deyiniz:
“Ey Allah’ım, Muhammed (s.a.v.)’e, O’nun soy sop ve inanan yakınlarına İbrahim (a.s.) ve onun soy
sopuna rahmet edip hoş muamele ettiğin gibi muamele et. Muhammed (s.a.v.)’e onun soy sop ve
inanan yakınlarını mübarek kılıp bereketli hayatlar nasib ettiğin gibi alemde mübarek kıl gerçekten
sen övülmeye layık ve şanı şerefi yüce olansın” Salat budur selam da bildiğiniz gibidir. (Müslim, Salat:
27; Ebû Dâvûd, Salat: 17)
Tirmizî: Bu konuda Ali, Ebû Humeyd, Ka’b b. Ucre, Talha b. Ubeydullah, Ebû Saîd, Zeyd b. Harîce,
(Hârise de denilir) ve Büreyde’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Musa (a.s.) çok
utangaç ve hayalı idi. Hayasından dolayı derisinden bile bir şey görünmezdi. İsrailoğulları bu yüzden
kendisine eziyet ederlerdi ve şöyle derlerdi: “Bunun böylece örtünmesinin tek sebebi ya derisinde cilt
hastalığı olması veya kasık yarığı hastalığı yada başka bir hastalığı vardır.” Allah, Musa’yı onların
söylediklerinden temize çıkarmak istedi. Musa bir gün yalnız kalmıştı, elbiselerini bir taşın üzerine
koyarak yıkanmıştı. Yıkanma işini bitirdiği zaman elbiselerini almak üzere taşa yöneldi fakat taş
elbiselerini alıp yürümeye başladı. Musa da asasını alarak taşın arkasına düştü ve ey taş! elbisemi ver ey
taş elbisemi ver! demeye başladı sonunda İsrailoğullarından bir toplumun yanına bu vaziyette varmış
oldu onlarda Musa’yı çıplak vaziyette ve yaratılış olarak insanların en güzeli olarak gördüler. Böylece
Allah ta O’nu onları söylemekte oldukları şeylerden temize çıkardı. Rasûlullah (s.a.v.), sözüne şöyle
devam etti: Taş durdu, Musa da elbisesini aldı ve giydi. Asasıyla taşa vurmaya başladı. Vallahi Musa’nın
asasının darbelerinden dolayı o taşla üç dört ve beş yara izi vardır. İşte Allah’ın Ahzab sûresi 69.
ayetinde söylediği sözün anlamı budur: “Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet eden, İsrailoğulları
gibi olmayın. Unutmayın ki Allah onu, kendisine karşı ileri sürdükleri iddialardan temize çıkardı.
Çünkü o, Allah katında pek değerliydi, büyük şeref ve itibar sahibiydi.” (Buhârî, Gusul: 27; Müslim,
Hayz: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Daha değişik şekilde Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir. Bu
konuda Enes (r.a.)’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah
gökyüzünde bir işe hükmettiği zaman melekler onun emrine boyun eğerek kanat çırparlar o kanatlarının
sesi sanki sert taşın üzerinde zincirin çıkardığı sese benzer. Kalblerinden korku ve endişe kalkınca:
Rabbiniz ne buyurdu? Diyerek birbirlerine sorarlar ve şöyle derler: “Doğru ve gerçek olanı O ne
yücedir ne büyüktür” (Sebe’ sûresi 23. ayet) Şeytanlarda Allah’ın sözlerinden bir şeyler kapmak için
üst üste yığılmışlardır. (İbn Mâce, Mukaddime: 17)
Ebû Zerr (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Güneş battığı sırada mescide girmiştim.
Peygamber (s.a.v), oturmakta idi ve bana: “Ey Ebû Zerr! Şu güneşin nereye gittiğini biliyor musun?”
buyurdu. Ben de Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dedim. Şöyle buyurdular: O gidiyor secde etmek için izin
istiyor ve kendisine izin veriliyor. Sanki ona günün birinde geldiğin yerden doğ denilecek oda battığı
yerden doğacaktır. Rasûlullah (s.a.v.), sonra Yasin sûresi 38. ayetini okudu: “Ve güneşde de onlar için bir
alamet ve işaret vardır. O da kendine ait bir yörüngede akıp gider. Bu kudret sahibi ve herşeyi bilen
Allah’ın iradesinin bir sonucudur.” İşte bu güneşin istikrar bulmasıdır. Ebû Zerr dedi ki: Abdullah b.
Mes’ûd’un okuyuş şekli böyledir. (Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Tâlib hastalanmıştı. Kureyş onu
ziyarete geldi. Peygamber (s.a.v)’de amcasını ziyarete gelmişti. Ebû Tâlib’in yanında bir kişilik oturma
yeri vardı. Ebû Cehil kalkıp oraya Rasûlullah (s.a.v.)’in oturmasına engel olmaya çalıştı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.)’i Ebû Tâlib’e şikayet ettiler. Ebû Tâlib Rasûlullah (s.a.v.)’e Ey kardeşimin oğlu
milletinden ne istiyorsun? Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onlardan bir kelime istiyorum ki Arapların
hepsi bunlara boyun eğecek acemler de kendilerine cizye ödeyeceklerdir. Ebû Tâlib: “Bir kelimemi?”
diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) “Bir kelime” buyurdu ve şöyle devam etti: Ey amca “lailahe illallah”
deyiniz. Bunun üzerine hepsi birden: “Biz bunu önceki dinlerin hiçbirinde duymadık bu
uydurmadan başkası değildir” dediler. (Sa’d sûresi 7. ayet) bunun üzerine onlar hakkında Kur’ân
indirildi (Sa’d sûresi 1-6. ayetler) (Müsned: 1904)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Yahya b. Saîd, Sûfyân’dan, A’meş’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.
Tirmizî: Yahya b. Imara, Bündar vasıtasıyla Yahya b. Saîd’den Sûfyân’dan, Ameş’den bu hadisin bir
benzerini rivâyet etmiştir.
Zübeyr (r.a.)’den rivâyet edilmiştir, dedi ki: Zümer sûresi 31. ayet indiği zaman Zübeyr
dedi ki: Dünyada aramızda olanlardan sonra birbirimizden davacı olmamız tekrarlanacak mı? Rasûlullah
(s.a.v.) evet buyurdu. Bunun üzerine Zübeyr: “O halde iş o zaman çok ağırdır” dedi. (Müsned: 1321)
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir Yahudi peygambere
gelerek: “Ya Muhammed! Gökleri bir parmağıyla, dağları bir parmağıyla yeryüzünü bir
parmağıyla, diğer tüm yaratıkları da bir parmağıyla tutarak mülkün sahibi benim buyurmaktadır.
Öyle mi demiştir?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) azı dişleri görününceye kadar güldü Zümer sûresi
67. ayetini okudu: “Allah’tan başkasına kulluk edenler, Allah’ı gerçek bir şekilde tanıyamadılar...”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Abdullah (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: Yahudinin geçen sözü üzerine Peygamber (s.a.v),
hayret ederek ve tasdik ederek gülümsedi. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Mûcâhid (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs dedi ki: “Cehennemin
genişliği ne kadardır. Biliyor musun?" Ben de: “Hayır” dedim. İbn Abbâs dedi ki: “Evet vallahi
bilemezsin” Bana, Âişe anlattı kendisi Rasûlullah (s.a.v.)’e Zümer sûresi 67. ayetinin manasını sormuştu.
Âişe diyor ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! O gün insanlar nerede olacaklar?” Şöyle buyurdu: “Cehennem
köprüsü üzerinde...” (Müslim, Sıfat-il Kıyame: 27; İbn Mâce, Zühd: 17)
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Sur’a
üfleyerek görevli melek surunu ağzına almış alnını eğmiş üfleme emrini beklemekte iken ben nasıl dünya
zevkine dalabilirim? Bunun üzerine Müslümanlar: Böyle bir durum olursa ne diyelim. Rasûlullah (s.a.v.),
şöyle buyurdu: “Allah bize yeter ne güzel vekildir. O sadece Rabbimiz olan Allah’a tevekkül edip
güvenip dayanmışız” deyiniz. Sûfyân: “Sadece Allah’a güvenip dayanırız” demiştir. (Müsned: 10614)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre: bir bedevî, Ey Allah’ın Rasûlü! “Sûr” nasıl bir
şeydir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Boynuza benzeyen üflenecek ses çıkaran bir alettir”
buyurdu. (Ebû Dâvûd, Sünnet: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen olup, bu hadisi sadece Süleyman et Teymî’nin rivâyetiyle bilmekteyiz.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle buyurduğunu
aktarılmıştır: Kıyamet günü bir tellal şöyle seslenecektir: “Size ölmemek üzere bir hayat aile
hastalanmamak üzere bir sağlık, asla ihtiyarlığı olmayan bir gençlik ve darlığı olmayan bir bolluk
vardır.” Allah’ın, Araf sûresi 43. ayetindeki mana budur: “Oraya girmeden önce, onların içinde
takılıp kalmış olabilecek düşünce ya da duygu türünden uygunsuz ne varsa hepsini silip atacağız;
orada önlerinde dereler, ırmaklar çağıldayacak ve onlar: “Eksiksiz bütün övgüler bizi bu
bahtiyarlığa eriştiren Allah’a yakışır. Çünkü O bize yol göstermeseydi, biz asla doğru yolu
bulamazdık! Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten doğruları söylemişler” diyecekler. Ve bir ses:
“İşte geçmişte edip eyledikleriniz sayesinde, kazandığınız Cennet bu” diye seslenecek.” (Müslim,
Cennet: 27)
Tirmizî: İbn’ül Mübarek ve başkaları bu hadisi Sevrî’den merfu olmaksızın rivâyet etmişlerdi.
Numân b. Beşîr (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim
şöyle diyordu: “Duâ ibadetin kendisidir” sonra Mü’min sûresi 60. ayetini okudu: “Ama Rabbiniz
buyuruyor ki: “Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim. Şüphesiz ki, bana kulluk etmekten ululuk
taslayarak çekinenler, aşağılık bir halde Cehenneme gireceklerdir.” (İbn Mâce, Duâ: 27)
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ka’be’nin yanıbaşında ikisi Kureyşten
biri sakiften veya ikisini sakiften biri Kureyş’den üç kişi ki anlayışları kıt şişman üç kişi münakaşa
etmişlerdi. Bunlardan biri: Ne dersiniz? Allah konuştuklarımızı işitiyor mu? demişti. Diğeri sesli
konuşursak işitir değilse işitmez dedi. Öteki de sesli konuştuğumuzda da mutlaka işitir dedi. Bunun
üzerine Allah, Fussilet sûresi 22, ayetini indirdi: “Ve siz günahları işlerken kulaklarınızın,
gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şâhidlik edeceklerini ümit etmiyor, onlardan hiçbir şeyinizi
gizlemiyordunuz ve hatta sanıyordunuz ki, yaptıklarınızın pek çoğunu Allah bile bilmez.” (Buhârî,
Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim, Sıfat-il Münafıkın: 17)
Abdurrahman b. Yezîd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Abdullah b. Mes’ûd
şöyle dedi: Ka’be’nin örtüsüne gizlenmiş vaziyette iken, anlayışları kıt, şişman üç kişi geldiler -biri
kureyşten diğer ikisi de akrabaları olan sekîften idiler- Anlayamadığım bir şeyler konuştular sonra
onlardan biri dedi ki: “Ne dersiniz? Allah bu konuştuklarımızı işitiyor mu?” diye sordu. Diğeri
ise: “Yüksek sesle konuşursak işitir, sesimizi kısarsak işitmez” dedi. Öteki ise
konuştuklarımızdan bir şey işitmiş ise hepsini de işitmiştir diye cevap verdi. Abdullah dedi ki:
Durumu Peygamber (s.a.v)’e anlattım, bunun üzerine Allah, Fussilet sûresi 22-23. ayetlerini indirdi:
“Ve siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şâhidlik
edeceklerini ümit etmiyor, onlardan hiçbir şeyinizi gizlemiyordunuz ve hatta sanıyordunuz ki,
yaptıklarınızın pek çoğunu Allah bile bilmez.” “Ve Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zan
yok mu, sizi o helak etti ve zararlı çıkanlardan oldunuz.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’an: 27; Müslim,
Sıfat-il Münafıkın: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Mahmûd b. Gaylân, Vekî’ vasıtasıyla Sûfyân’dan, A’meş’den, Imara b. Umeyr’den, Vehb b. Rabia’dan
ve Abdullah’tan bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Abdulmelik b. Meysere (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tavûs’tan işittim şöyle
diyordu: İbn Abbâs’a, Şûrâ sûresi 23. ayeti: “Allah, o Cenneti, iman edip, doğru ve yararlı işler
yapan kullarına bir müjde olarak vermektedir. De ki ey Muhammed: “Ben sizden,
peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir.
Kim güzel bir iş yaparsa, biz onun bu husustaki sevâbını kat kat artırırız. Şüphesiz ki Allah,
suçları bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir” hakkında soruldu da Saîd b. Cübeyr şöyle dedi:
“Muhammed (s.a.v.)’in ehli beytinin akrabalığı” İbn Abbâs ise şöyle dedi: Biraz acele davrandın,
Rasûlullah (s.a.v.)’in Kureyş’in tüm oymaklarında bir akrabalık bağı olduğunu biliyor musun? Sonra
Rasûlullah (s.a.v.), ayetin tefsiri olarak şöyle demiştir: “Benimle sizin aranızda akrabalığı
koparmamızdan başka...” (Buhârî, Menakıb: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs’tan değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
Ebû Umâme (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Hidayet üzere olduktan sonra sapıklığa düşen bir topluluğa ancak kavga ve çekişmek verilir.”
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Zuhruf sûresi 58. ayetini okudu: “Ve “Hangisi daha iyi, bizim ilahlarımız mı,
yoksa O’mu?” derler. Ama onlar bu karşılaştırmayı tartışma olsun diye ortaya attılar. Doğrusu onlar
kavgacı ve tartışmacı bir toplumdur.” (İbn Mâce, Mukaddime: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadisi sadece Haccac b. Dinar’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), bir yağmur bulutu
gördüğü zaman bir ileri bir geri gelir giderdi o bulut yağmur indirince rahatlardı. Kendisine bunun
sebebini sordum şöyle buyurdu: Bilemem belki de bu bulut, Allah’ın Kur’ân’da Ahkaf sûresi 24. ayette
bildirildiği bulut olabilir: “Nihayet gelecek azabı, ufukta geniş bir bulut halinde, vadilerine doğru
geldiğini görünce: “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler. Hûd peygamber de:
“Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir, acıklı azabı getiren rüzgardır.” (Buhârî, Tefsir-ül
Kur’ân: 27; Müslim, Salat-ül İstiska: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Muhammed sûresi 19. ayeti nazil olması üzerine:
“Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur gerçek İlah olarak ancak Allah vardır. Hem kendi
kusurlarından, hem mü’min erkek ve kadınların kusur ve günahlarından dolayı bağışlanma dile.
Çünkü Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri de bilir, varıp duracağınız yeri de bilir.” Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: Ben hergün Allah’a yetmiş kere istiğfar eder bağışlanmamı isterim. (Buhârî,
Deavat: 27; İbn Mâce, Edeb: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Hüreyre’den, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: Ben, her gün Allah’a yüz
kere istiğfar eder bağışlanmamı isterim.
Yine Rasûlullah (s.a.v.)’den değişik bir şekilde: “Ben günde yüz kere Allah’a istiğfar eder
bağışlanmamı dilerim.” Muhammed b. Amr, Ebû Seleme’den ve Ebû Hüreyre’den aynı hadisi rivâyet
etmiştir.
Zeyd b. Eslem (r.a.)’in babasından rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb’ın şöyle
dediğini işittim: Seferlerinden birinde Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikteydik. Rasûlullah (s.a.v.) ile konuştum,
sustu tekrar konuştum yine sustu sonra tekrar konuştum yine sustu. Ben de devemi hareket ettirdim ve bir
kenara çekildim. Kendi kendime: “Ey Hattâb’ın oğlu, anan acına yansın. Rasûlullah (s.a.v.) ile üç
kere ısrar ettin üçünde de seninle konuşmadı, dolayısıyla hakkında bir Kur’ân ayeti inmesine ne
kadar da layık hale geldin” dedim. Tam bu durumda iken beni çağıran birini duydum, derhal
Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldim. Rasûlullah (s.a.v.): “Ey Hattâb’ın oğlu! Allah bu gece bana bir
sûre indirdi ki bu sûre karşılığında güneşin doğduğu her şey benim olsun istemem; “Şüphesiz biz
senin için apaçık bir zaferin önünü açtık” (Feth 1) (Buhârî, Meğazî: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
Bazıları bu hadisi Mâlik’den, mürsel olarak rivâyet etmiştir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e Hudeybiye dönüşünde
(Feth sûresi 2. ayeti); “Böylece Allah senin hem geçmişte, hem de gelecekteki bütün hatalarına karşı
bağışlayıcılığını gösterecek, yani her türlü sıkıntı ve tasalardan seni kurtaracak ve sana kafa
tutanları, sana baş eğdirmek suretiyle nimetini sana tamamlayacaktır ve gönderdiği son din ile
Cennete götüren yola seni iletecektir.” İnmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana bir ayet indi ki;
Yeryüzünde olan her şeyden bana daha sevimlidir. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), ashabına bu ayeti okudu Onlar
da “Sağlık ve saadetle...” dediler. Allah sana nasıl muamele yapılacağını açıkladı ya bize nasıl muamele
edilecektir? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) (Feth sûresi 5. ayeti) indirildi: “Ve Allah’ın mü’min erkek
ve kadınları, içinden ırmaklar akan Cennetlere sokması, günah ve kusurlarını örtmesi içindir. Bu
Allah katında gerçekten büyük bir kurtuluştur.” (Buhârî, Meğazî: 27; Müslim, Cihâd: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Mücemmi’ b. Cariye’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Sabah namazı vaktinde müşriklerden silahlı seksen kişi Ten’ım
bölgesinden Rasûlullah (s.a.v.)’ın ashabının üzerine indiler. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)’i öldürmek
istiyorlardı. Hepsi yakalandı. Ve Rasûlullah (s.a.v.), Bunların hepsini serbest bıraktı. Bunun üzerine Allah
Feth sûresi 24. ayetini indirdi: “O Allah ki, sizi onların üzerine galip getirdikten sonra, Mekke’nin
göbeğinde onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken O’dur. Allah ne yaparsanız hepsini
görür.” (Müslim, Cihâd: 27; Ebû Dâvûd, Cihâd: 17)
Ebû Cübeyre b. Dahhak (r.a.)’den aktarıldığına göre, şöyle demiştir: Bizden bir kimsenin
iki veya üç ismi olurdu bu isimlerden biri ile çağrılınca bundan hoşlanmayabilirdi. Bunun üzerine
Hucurat sûresi 11. ayeti indirildi: “Siz ey iman edenler! Hiçbir insan başka insanları alaya alıp
küçümsemesin, belki o alaya alıp küçümsedikleri, kendilerinden daha hayırlı olabilirler ve hiçbir
kadın da, başka kadınları küçümseyip alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlı
olabilirler. Ve hiç biriniz başka birinde ayıplar arayıp karalamasın, kınamasın. Kötü lakaplarla
sataşıp, atışıp birbirinizi aşağılamayın. İman ettikten sonra, kötü bir ad sahibi olmak ne çirkin
şeydir. Artık her kim bu şekilde Allah’ın yasak ettiği şeylerden tevbe edip dönmezse, işte onlar
yaratılış gayesine aykırı yaşayanlardır.” (Nesâî, Eşribe: 27; İbn Mâce, Edeb: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Ebû Saîd el Hudrî (r.a.), Hucurat sûresi 7. ayetini okudu ve şöyle dedi: Bu kendisine vahiy
gelen peygamberinizdir. Onun ashabı da önderlerinizin en seçkinleridir. Bu ayette onlar için böyle
söylendiyse ya bugün sizin haliniz nasıl olur? (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Sidretül Müntehaya
varınca şöyle buyurdu: “Yeryüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor.” Allah orada ona
önceden hiçbir peygambere vermediği üç şeyi ona verdi: 1) Bakara sûresinden son iki ayeti, 2) Beş
vakit namaz 3) Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmadıkları sürece ümmetin büyük günahlarının
bağışlanması İbn Mes’ûd, Necm sûresi 16. ayetini okudu ve Sidre altıncı göktedir” dedi.
Sûfyân: Altından pervaneler dedi eliyle işaret edip elini titretti. Mâlik b. Mığvel’den başkası da
şöyle diyor: Yaratıkların bilgileri Sidre’de son bulur. Onun üstündeki bilgilerden haberleri yoktur.
(Müslim, İman: 27; Nesâî, Salat: 17)
Şeybânî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Zirr b. Hubeyş’e Necm sûresi 9. ayeti
hakkında sordum şöyle dedi: İbn Mes’ûd bana bildirdi ki Peygamber (s.a.v), Cebrail’i gördü onun altıyüz
kanadı vardı. (Buhârî, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Şa’bî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: İbn Abbâs, Arafat’ta Ka’b ile karşılaştı ve
ona bir şey sordu. Bunun üzerine Ka’b öyle bir tekbir getirdi ki dağlardan yankısı duyuldu. İbn Abbâs
dedi ki: Biz Haşimoğullarındanız Ka’b ta şu karşılığı verdi: Allah görünmesiyle konuşmasını Muhammed
ile Musa arasında taksim etti. Musa Rabbi ile iki sefer konuştu. Muhammed’de Rabbini iki sefer gördü.
Mesrûk şöyle dedi: Âişe’nin yanına girdim ve Muhammed (s.a.v.), Rabbini görmüş müdür? Diye
sordum. O da şöyle cevap verdi: Öyle bir şey sordun ki tüylerim diken diken oldu. Ben de acele
etmeyiniz, dedim ve Necm sûresi 18. ayetini okudum. Âişe şu karşılığı verdi. Sen yanlış yorum ve
tefsirler yaparak nerelere gidiyorsun? O peygamberin gördüğü kimse Cebrail’dir. Her kim sana
Muhammed (s.a.v.)’in Rabbini gördüğünü veya kendisine emredilenlerden bir şeyi gizlediğini veya
Lokman sûresi 34. ayetindeki bilinmeyenleri bildiğini söylerse en büyük yalanı ve iftirayı yapmış olur.
Fakat Peygamber (s.a.v), Cebrail’i görmüştür. Cebrail’i kendi şeklinde iki sefer görmüştür; biri Sidret-ül
müntehada diğeri de Mekke’de mağarada ilk vahy indiği anda Ciyad mıntıkasında ki onun altı yüz kanadı
vardı ve tüm ufku kaplamıştı. (Müslim, İman: 27; Buhari, İman: 17)
Tirmizî: Dâvûd b. ebî Hind, Şa’bî’den, Mesrûk’tan, Âişe’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiş
olup Dâvûd’un rivâyeti Mûcâlid’in hadisinden daha kısadır.
Abdullah b. Şakîk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Zerr (r.a.)’e Peygamber
(s.a.v)’e ulaşmış olsaydım mutlaka kendisine sorardım dedim. Ebû Zerr, ona neyi soracaktın dedi. Ben
de: Muhammed rabbini görmüş müdür? Diye sorardım, dedim. Ebû Zerr şu karşılığı verdi: Ben ona
sormuştum da oda: “O bir nurdur, onu nasıl görebilirim” demişti. (Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Necm sûresi 11. ayeti hakkında şöyle dedi:
“Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail’i pırıl pırıl bir kumaştan yapılmış elbise içersinde gök ve yeryüzünü
doldurmuş bir vaziyette görmüştü.” (Buhari, Bed-il Halk: 27; Müslim, İman: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Necm sûresi 32. ayeti hakkında peygamberin şöyle
söylediğini aktardı: “Allah’ım bağışlarsın çok bağışlarsın senin hangi kulun ufak tefek kusurlarda
bulunmamıştır.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir. Ancak Zekeriyya b. İshâk’ın rivâyetiyle bilmekteyiz.
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Biz Minâ’da, Peygamber (s.a.v) ile
beraber iken ay bir parçası Hıra dağının ötesine diğeri de berisine olmak üzere ikiye bölündü.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şâhid olunuz buyurdu ve Kamer sûresinin birinci ayetini
okudu.” (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Dedi ki: Mekkeliler, Peygamber (s.a.v)’den bir mucize
istediler, Ay Mekke’de iki defa yarıldı ve Kamer sûresi 1-2. ayetleri indi: “Kıyamet saati yaklaştı ve ay
yarıldı. O inkârcılar bir mucize görseler, hemen yüz çevirirler de; “Hep olagelen bir büyüdür”
derler.” Ayette geçen “Müstemir” kelimesine geçici anlamı verilmiştir. (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim,
Sıfat-il Kıyame: 17)
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ay
ikiye bölündü. Rasûlullah (s.a.v.)’de şâhid olunuz” buyurdu. (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Sıfat-il
Kıyame: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ay
ikiye bölünmüştü de bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Şâhid olunuz!” buyurdu. (Buhârî, Menakıb:
27; Müslim, Sıfat-il Kıyame: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Cübeyr b. Mut’ım (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ay, Peygamber (s.a.v)’in
zamanda bölünerek şu dağın üzerinde iki parça oldu. Bunun üzerine Mekke müşrikleri, Muhammed
bizi büyüledi dediler. Onlardan bazıları da “Bizi büyülediyse tüm insanları da büyüleyemez ya
dediler.” (Müsned: 16150)
Tirmizî: Bazıları bu hadisi Husayn’dan, Cübeyr b. Muhammed b. Cüber b. Mut’ım’dan babasından
ve dedesinden bu hadisin bir benzerini rivâyet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Kureyş müşrikleri kader meselesinde
peygamberle münakaşa yapmak üzere gelmişlerdi de Kamer sûresi 48-49. ayetler indi: “Yüzükoyun
ateşe sürüklenecekleri o gün, onlara denilecek: “Cehennem ateşinin yakışını tadın bakalım.”
“Şüphesiz biz herşeyi belli bir ölçüye, düzene ve plana göre yarattık.” (Müslim, Kader: 17; İbn Mâce,
Mukaddime: 27)
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Vakıa sûresi 82. ayeti hakkında
şöyle buyurdu: “Yani şükrünüzü ve teşekkürünüzü Allah’a yapmanız gerekirken Falan ve filan yıldız
sayesinde bize yağmur yağdı. Falan ve filan yıldızın düşmesiyle falan oldu... gibi şeyler söylüyorsunuz
(Yani Allah’ı unutarak işlerinizin sebeplerini yaratan yerine koyuyorsunuz bize şükretmeniz gerekirken bizi
inkar etmiş oluyorsunuz) (Müsned: 639)
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir.
Bu hadisi merfu olarak sadece İsrail’in rivâyetiyle bilmekteyiz.
Sûfyân es Sevrî bu hadisi Abdul A’lâ’dan ve Abdurrahman es Sülemî’den ve Ali’den benzeri şekilde
merfu olmaksızın rivâyet etmiştir.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Cennet’te bir ağaç
vardır ki binitli bir kimse o ağacın gölgesinde yüzyıl yürürde onu bitiremez dilerseniz Vakıa sûresi 30-31.
ayetlerini okuyunuz: “Uzayıp giden gölgeler, fışkırıp çağlayarak akan sular.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Ebû Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:
Allah buyuruyor ki: Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı hiçbir insanın
kalbinden dahi geçmeyen nimetler hazırladım. Dilerseniz Secde sûresi 17. ayetini okuyunuz: “Böyle
davranan mü’minlere gelince, yaptıklarından dolayı mükafat olarak, öteki dünyada onlara şimdiye
kadar gizli kalan, göz aydınlığı olarak, onlar için nelerin saklanıp bekletildiğini hiç kimse bilip
hayal edemez.” Cennet’te bir ağaç vardır ki binitli bir kişi onun gölgesinde yüzyıl yürürde bitiremez.
Dilerseniz Vakıa sûresi 30. ayeti okuyunuz: “Uzayıp giden gölgeler.” Cennet’te bir kamçılık yer,
dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Dilerseniz Âl-i Imrân sûresi 185. ayetini okuyunuz: “Her
can ölümü tadacaktır. Böylece kıyamet günü yapıp ettiklerinizin karşılığı size tam olarak
ödenecektir. Orada ateşten uzaklaştırılıp Cennete konulacak olanlar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir.
Zira bu dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.” (Buhârî, Bed-il Halk:
17; Müslim, Cennet: 27)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre: Bir Yahudi, Peygamber (s.a.v) ve ashabının yanına
geldi; “Essâmü aleyküm” dedi. Cemaatte ona karşılık verdiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v): “Bu
adam ne söyledi biliyor musunuz?” dedi. Dediler ki: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir ama selam
verdi ey Allah’ın Peygamberi.”
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “O adam şöyle şöyle dedi, dedikten sonra o
adamı bana çağırınız” buyurdu. Bunun üzerine onu çağırdılar. Rasûlullah (s.a.v.): “Essâmü aleyküm”
mü dedin?” diye sordu. Yahudi: “Evet” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kitab
ehlinden biri size selam verdiğinde siz; “Söylediğin söz senin üzerine olsun” diye karşılık veriniz”
buyurdu ve Mücadele sûresi 8. ayetini okudu: “...Sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selamlamadığı
bir tarzda selamlıyorlar...” (Buhârî, İstizan: 27; Müslim, Selam: 17)
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Nadroğullarının
hurmalıklarını yaktırmış ve kestirmiş idi bunlar Büveyre hurmalıkları idi. Bunun üzerine Allah: Haşr
sûresi 5. ayetini indirdi: “Onların hurma ağaçlarından her ne kestiyseniz veya kökleri üzerinde her
ne bıraktıysanız, hepsi Allah’ın izniyle olmuştur ve bu izin, Allah’ın yoldan çıkanları
cezalandırması içindir.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cihâd: 17)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Haşr sûresi 5. ayetindeki: “Lîne” kelimesi hurma
anlamındadır, demiştir. “Allah’ın yoldan çıkanları cezalandırması içindir.” Sözünü ise şöyle tefsir etti:
Onlardan kalelerinden inmelerini istediler. Kendilerine de hurmalarını kesmeleri emredildi ve yüreklerine
bir kuşku düştü. Müslümanlar dediler ki: Bir kısmını kestik bir kısmını bıraktık. Rasûlullah (s.a.v.)’e
mutlaka soracağız. Kestiklerimizden dolayı sevap bıraktıklarımızdan dolayı günahımız var mı? Bunun
üzerine Allah, Haşr süresi 5. ayetini indirdi: “Onların hurma ağaçlarından her ne kestiyseniz veya
kökleri üzerinde her ne bıraktıysanız, hepsi Allah’ın izniyle olmuştur ve bu izin, Allah’ın yoldan
çıkanları cezalandırması içindir.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bazıları bu hadisi Hafs b. Gıyas’tan, Habîb b. ebî Amre’den, Saîd b.
Cübeyr’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir, ve senedinde İbn Abbâs’ı zikretmediler.
Aynı şekilde bu hadisi Abdullah b. Abdurrahman, Mervan b. Muaviye’den, Hafs b. Gıyas’tan, Habîbb.
ebî Amre’den, Saîd b. Cübeyr’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, bir misafir, Ensâr’dan bir adamın yanında geceyi geçirdi
o kimsenin yanında da sadece kendisinin ve çoluk çocuğunun yiyeceği vardı. Karısına dedi ki: Çocukları
uyut, kandili de söndür yemeği de misafirin önüne yaklaştır. Bunun üzerine Haşr sûresi 9. ayeti nazil oldu:“Ve onlardan önce Medîne’yi yurt ve iman evi edinmiş olanlar, kendilerine göç edip gelenleri
severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı, gönüllerinde bir haset hissi taşımazlar, aksine
kendileri ihtiyaç ve zaruret içinde bulunsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih ederler. Kim aç
gözlülükten sakınırsa, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar.” (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, Eşribe: 17)
Ümmü Seleme el Ensârîyye (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Kadınlardan biri
Rasûlullah (s.a.v.)’e: Sana karşı gelmememiz gereken İslam’ın emri nedir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)
de: Ölülere bağırıp çağırarak saç baş yırtarak ağlamayınız buyurdu. Bunun üzerine ben Ey Allah’ın
Rasûlü! dedim; falanoğulları amcamın vefatı üzerine beni ağıtlarıyla yardıma koşarak bize yardım ettiler.
Benim de onlara karşılık vermem gerekir, dedim. Rasûlullah (s.a.v.) bana müsaade etmedi. Fakat ben
defalarca kendisine müraacat ettim, onlara karşılık vermeme izin verdi. Ben de ondan başka şu ana kadar
hiç kimse üzerine sesli olarak ağlamadım. Oysa kadınlardan benden başka sesli olarak ağlamayan kadın
kalmamıştır. (İbn Mâce, Cenaiz: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasendir.
Bu konuda Ümmü Atıyye (r.anha)’dan da hadis rivâyet edilmiştir. Abd b. Humeyd diyor ki: Ümmü
Seleme el Ensârîyye, Yezîd b. Seke’nin kızı Esma’dır.
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), ancak Mümtahine
sûresi 12. ayeti gereğince iman eden kadınları imtihan ederdi.
Ma’mer diyor ki: Tavus’un oğlu babasından rivâyet ederek şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in
eli sahib olmadığı bir kadının eline asla değmemiştir. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İmara: 17)
Ali b. ebî Tâlib (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), ben, Zübeyr ve
Mıkdat b. Esved’i göndererek dedi ki: Gidiniz “Hah” bahçesine vardığınız da orada bir kadın
bulacaksınız üzerindeki mektubu alıp bana getiriniz buyurdu. Biz de çıktık, atlarımız bizimle
koşturuyordu. Nihayet o bahçeye geldik ve birdenbire yolcu kadınla karşılaştık bunun üzerine mektubu
çıkar dedik. Ben de mektub falan yok dedi. Biz de ya mektubu çıkaracaksın veya üzerinden elbiseleri
çıkaracaksın dedik. Bunun üzerine mektubu saç örgülerinin arasından çıkardı. Mektubu, Rasûlullah
(s.a.v.)’e getirdik. Bir de gördük ki mektup Hatıb b. Beltea’dan Mekke’deki bazı müşrik kişilere
gönderilmiş. Hâtıb müşriklere Peygamber (s.a.v)’in bazı işlerini bildiriyor.
Rasûlullah (s.a.v.), Ey Hâtıb bu Nedir? diye sordu. Hâtib: Ey Allah’ın Rasûlü! hakkımda hüküm
vermek için acele etme ben Kureyş’e sığıntı olarak gelip yerleşen biriyim. Gerçek Kureyşli değilim. Sizin
beraberinizdeki olan muhâcirlerin ise mallarını ve ailelerini koruyacak hısımları var. Ben bu Kureyş’in
nesebinden olmadığım için onlara bir iyilikte bulunmak istedim ki bu yüzden benim yakınlarımı
korusunlar. Bu işi kafir olduğum için veya dinimden döndüğüm için veya küfre razı olduğumdan dolayı
yapmış değilim. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v), Doğru söyledi buyurdu. Ömer b. Hattâb ise; Ey
Allah’ın Rasûlü! Beni bırak ta şu münafığın başını uçurayım. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: O, Bedir
gazasına katılmıştır, ne biliyorsun? Belki de; Allah, Bedire katılanlara bakmış ve onlara: “Dilediğinizi
yapın, Ben sizi affetmişimdir,” buyurmuştur. İşte, Mümtahine sûresi 1. ayet, Hâtıb b. Beltea hakkında
inmiştir; “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost
edinmeyin. Onlar size gelen gerçek mesajı inkâr ettikleri, Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan
dolayı, Rasulünü ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkardıkları halde, siz onlara sevgi belirterek mektup
ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için savaşa çıktınızsa,
içinizde onlara sevgi mi besleyip gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi ve açığa vurduğunuz
herşeyi bilirim. Sizden kim böyle yaparsa, gerçekten o doğru yolun ortasında, şaşırıp
sapıtmıştır.” (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Fedail-üs Sahabe: 17)
Amr dedi ki: İbn ebî Rafi’i gördüm, Ali b. ebî Tâlib’in katibi idi.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Bu konuda Amr ve Câbir b. Abdullah’tan da hadis rivâyet edilmiştir. Pek çok kişi bu hadisi Sûfyân b.
Uyeyne’den buradaki gibi rivâyet etmiş olup râvîler hadisteki şu bölümü aktarmışlardır: “Ya mektubu
çıkarırsın veya elbiselerini atarsın.”
Bu hadis aynı zamanda Ebû Abdurrahman b. Yahya’dan, Ali’den yukarıdaki hadise benzer şekilde
rivâyet edilmiştir.
Bazıları bu hadiste “Ya mektubu çıkaracaksın ya da elbiseni soyacağız” demişlerdir.
Câbir (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), Cuma günü ayakta
hutbe okurken Medîne kafilesi geldi. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı hemen ona koştular. Mescidde Ebû Bekir ve
Ömer’in de bulunduğu on iki kişi kalmıştı. Bunun üzerine Cuma sûresi 11. ayet nazil oldu: “Böyle iken
insanlardan bir kısmı, kıtlık senesinde ticaret kervanının geldiğini haber alınca veya dünyevî bir
kazanç yada geçici bir eğlence gördükleri zaman, ona doğru koşup seni mescidde ayakta bırakıverirler.
De ki: Allah katında olan nimetler, Cennetler ve sevap bütün geçici eğlencelerden ve bütün
kazançlardan çok daha hayırlıdır ve Allah rızık vererek ihtiyaçları karşılayanların en
hayırlısıdır.” (Buhârî, Cuma: 17; Müslim, Cuma: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Ahmed b. Müni’ Hişâm vasıtasıyla Husayn’dan Sâlim b. eb’il
Ca’d’den, Câbir’den bu hadisin bir benzerini bize aktarmıştır.
Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Amcamla beraber bulunuyordum.
Abdullah b. Übey’in kendi adamlarına şöyle dediğini işittim: “Allah’ın peygamberinin yanında bulunanlara
hiçbir şey vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler.” “Eğer Medîne’ye dönersek; “Biz üstün olanlar
Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den çıkaracağız.” Bunu amcama anlattım.
Amcam da durumu Peygamber (s.a.v)’e anlattı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), beni çağırdı. Ben de
duyduklarımı kendisine söyledim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Übey ve adamlarına haber gönderdi.
Onlar da söylemediklerine yemin ettiler. Rasûlullah (s.a.v.)’de benim yalancılığıma onun da doğru söylediğine
inandı. O güne kadar başıma gelmeyen bir şey o an başıma gelmiş oldu. Eve kapandım, amcam: “Maksadın
neydi işte, Rasûlullah (s.a.v.) seni yalancı çıkardı ve sana kızdı” dedi. Sonra Allah, Münafıkûn sûresini
indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana haber gönderdi ve bu sûreyi okudu ve şöyle buyurdu: “Allah
seni doğruladı.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)
Zeyd b. Erkâm (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte
savaşa çıkmıştık yanımızda bedeviler de vardı. Suya koşardık A’rabiler, bizden önce suya varırlardı.Derken bir bedevî, bedevî arkadaşlarını geçti. A’rabî geçti, havuzu dolduruyor etrafını taşla
çeviriyor ve üzerine de deriden bir örtü atıyor arkadaşları gelinceye kadar öylece bekliyordu. Ensâr’dan
bir adam bedevinin yanına geldi su içmesi için devesinin yularını çekti fakat bedevî onu bırakmak
istemedi. O da suyun bendini bozdu. Bedevî de bir odunu kaldırıp Ensarî’nin başına vurdu ve başından
yaraladı. Ensarî münafıkların başı Abdullah b. Übey’in yanına geldi ve durumu ona anlattı. Kendisi de
onun adamlarındandı. Abdullah b. Übey kızdı ve şöyle dedi: “Allah’ın peygamberinin yanında
bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler.” Yani bedeviler. Bu bedeviler yemek
vaktinde Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına gelirlerdi. Abdullah b. Übey dedi ki: Onlar, Muhammed’in
yanından dağıldıkları zaman Muhammed’e yemek getirin kendisi ve yanında bulunanlar yesin dedi.
Sonra da arkadaşlarına şöyle konuştu: Eğer Medîneye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.) ve
beraberindeki aşağılık kimseleri Medîne’den çıkaracağız. Zeyd dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v.)’in
binitinde arkasında idim. Abdullah b. Übey’i işittim amcama haber verdim o da gidip Rasûlullah
(s.a.v.)’e haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona haber gönderdi. O da yemin edip olanları
inkar etti. Rasûlullah (s.a.v.) onu doğru kabul edip beni yalan söyledi sandı. Sonra amcam bana geldi ve
maksadın ne idi sonunda Rasûlullah (s.a.v.), sana kızdı ve darıldı. Tüm Müslümanlar da seni yalancı
kabul ettiler. Üzerime hiç kimseye çökmeyen bir sıkıntı çöktü.
Nihayet ben bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber yürürken sıkıntıdan başım sallanıyordu.
Derken Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi kulağımı çekerek yüzüme güldü. Dünyada ebedî kalmak haberi
bile beni bu kadar sevindirmezdi. Sonra Ebû Bekir bana ulaştı ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) sana ne
dedi? Dedi. Ben de: bana bir şey söylemedi kulağımı çekti ve yüzüme güldü dedim. Ebû Bekir müjdeler
sana sevin öyleyse dedi. Sonra Ömer benimle karşılaştı. Ona da Ebû Bekir’e söylediğimi söyledim.
Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), Münafıkûn sûresini okudu.
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)
Hakem b. Uyeyne (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Muhammed b. Ka’b el
Kurazî’nin kırk yıldan beri Zeyd b. Erkâm’dan şöyle aktardığını işitmekteyim: Abdullah b. Übey, Tebük
gazasında; “Medîne’ye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindeki aşağılık
kimseleri Medîne’den dışarı çıkaracağız” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v)’e geldim ve durumu
kendisine anlattım. Übey bu sözü söylemediğine dair yemin etti. Bunun üzerine toplumum beni kınadılar
ve “neden böyle yaptın?” dediler. Eve geldim kederli ve üzüntülü olarak yattım. Sonra Peygamber
(s.a.v), bana geldi veya ben ona gittim: “Allah seni doğruladı” buyurdu. Münafıkûn sûresi 7. ayeti nazil
oldu: “Bunlar o kimselerdir ki; “Allah’ın peygamberinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin
ki, O’nun etrafından dağılıp gitsinler” derler. Göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır ama bu
gerçeği münafıklar anlayamazlar, kavrayamazlar.”
(Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn: 17)
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir savaşta idik (Sûfyân bu
savaşın Mustalıkoğulları savaşı olduğu kanaatindedir.) Bu arada muhâcirlerden bir adam Ensâr’dan bir
kimsenin arkasına vurdu. Muhâcir dedi ki: “Ey Muhâcirler! Yetişin” Ensarî de dedi ki: “Ey Ensâr
yetişin” Rasûlullah (s.a.v.) bunu işitti ve Cahîlî dönemdeki çağrışmaların şimdi aramızda işi ne. Ashab:
Muhâcirlerden bir adam Ensâr’dan bir adamın arkasına vurdu dediler. Rasûlullah (s.a.v.), bu kokuşmuş
cahîlî dönem işlerini bırakınız, dedi. Abdullah b. Übey b. Selül bunu işitti ve şöyle dedi: “Böyle mi
yaptılar. Eğer Medîne’ye dönersek biz üstün olanlar Rasûlullah (s.a.v.), ve beraberindeki aşağılık
kimseleri Medîne’den çıkaracağız.”
Bunun üzerine Ömer dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Şu münafığın boynunu vurayım. Peygamber
(s.a.v.): Bırak onu buyurdu. İnsanlar, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor diye konuşmasın, Ömer’den
başkaları şöyle diyor: O’nun oğlu Abdullah b. Abdullah, ona: “Vallahi kendini zelil ve Rasûlullah
(s.a.v.)’in aziz olduğunu ikrar etmeden Medîne’ye dönemezsin dedi. O da bunu aynen
yaptı.” (Buhârî, Menakıb: 17; Müslim, Birr: 27)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Adamın biri İbn Abbâs’a Teğabün sûresi 14. ayeti
hakkında sordu da İbn Abbâs şöyle dedi: Bunlar Mekkelilerden Müslüman olan ve hicret edip Medîne’ye
peygamberin yanına gelmek isteyen kişilerdir ki: Karıları ve çocuklarını Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına
bırakmayan kimselerdir. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldiklerinde Müslümanları dinde ne
kadar anlayışlı olduklarını gördüler de bu yüzden karılarını ve çocuklarını cezalandırmaya kalkıştılar.
Bunun üzerine Allah Teğabün sûresi 14. ayetini indirdi: “Ey mü’minler! Eş ve çocuklarınızdan size
düşman olanlar vardır. Bunlar sizi Allah yolundan alıkor ve O’na itaat etmenize köstek olabilirler.
Dolayısıyla onlara uymaktan sakının, dikkatli davranın ama hatalarını hoş görür kusurlarını
görmez ve bağışlarsanız bilin ki muhakkak Allah tüm suçları örten ve kullarına acıyandır.” (Tirmizî
rivâyet etmiştir.)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Allah’ın, Tahrim sûresi 4. ayeti olan:
“İkiniz de tevbe ederek Allah’a yönelin çünkü ikinizin de kalbi haktan ayrılmıştı.” Buyurduğu
peygamber hanımlarından iki hanımın kim olduğu konusunda Ömer’e soru sormaya pek istekliydim.
Nihayet Ömer haccetti. Bende kendisiyle beraber haccettim. Su kabından kendisine su döktüm o da
abdest aldı ve ey mü’minlerin Emiri! Allah’ın, Tahrim sûresi 4. ayetinde bahsettiği iki peygamber hanımı
kimlerdir? dedim. Ömer; şu karşılığı verdi: Hayretsana ey Abbâs’ın oğlu! Zührî diyor ki: “Ömer, İbn
Abbâs’ın sorusundan hoşlanmamış fakat onu gizlemekte istememişti” dedi. Onlar, Âişe ve Hafsa’dır
demişti ve hadisi bana anlatmaya başlamıştı.
Biz Kureyş topluluğu kadınlara üstün gelmeye çalışırdık Medîne’ye gelince burada kadınların
erkeklere hâkim durumda olduklarını gördük derken bizim kadınlarımız onların kadınlarından bazı şeyler
öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım onun bana karşılık verdiğini gördüm bu karşılık
vermesini yadırgamadım. Hanımım: Bunu neden yadırgıyorsun? Vallahi Rasûlullah (s.a.v.)’in hanımları
bile kendisine karşılık veriyorlar hatta onlardan biri günü geceye kadar ondan ayrı geçiyorlar dedi. Bende
içimden kendi kendime: “Böyle yapan kadın tamamen zarar ve ziyandadır” dedim.
Evimiz, Ümeyyeoğulları semtinde Avali denilen yerde idi. Ensardan bir komşum vardı.
Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına nöbetleşe iniyorduk. Bir gün o iner vahiy ve diğer haberleri getirildi. Bir gün
de ben iner haberleri ona getirdim. O sıralarda Gassanlıların biz Müslümanlarla savaşmak için atlarını
nalladıklarından bahsederdik. Birgün komşum akşam vakti bana geldi ve kapımı çaldı. Ben de çıktım,
“Büyük bir hadise oldu” Ben de Gassaniler mi geldiler yoksa dedim. O da: “Bundan daha büyük bir
hadise” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), zevcelerini boşadı. Bunun üzerine kendi kendime: “Hafsa kaybetti ve
zarardadır” dedim. Böyle bir işin olacağını tahmin ediyordum sabah namazını kılınca elbisemi giydim
ve yola çıktım. Hafsa’nın yanına girdiğimde onu ağlar vaziyette buldum: “Rasûlullah (s.a.v.), sizi
boşadı mı?” diye sordum. Hafsa: “Bilemiyorum” dedi. İşte kendisi şu odacıkta uzlete çekilmiştir, dedi.
Kalkıp yanına girebilmek için o odaya geldim. Rasûlullah (s.a.v.)’e hizmet eden siyah bir delikanlıya
dedim ki: Ömer için izin iste! İçeri girdi çıktı bildirdim fakat bir şey demedi, dedi. Bunun üzerine
mescide gittim. Minberin etrafında ağlayan birkaç kişiyle karşılaştım. Onların yanına oturdum. Sonra
sıkıntım daha da arttı tekrar Peygamber (s.a.v)’e hizmet eden siyahî delikanlıya geldim, Ömer için izin
iste dedim girdi çıktı ve: Seni Rasûlullah (s.a.v.)’e bildirdim fakat bir şey söylemedi dedi. Tekrar mescide
gittim oturdum, fakat duramadım yine siyahî gencin yanına geldim. Ömer için izin iste dedim, girdi çıktı
fakat seni Rasûlullah (s.a.v.)’e bildirdim bir şey söylemedi dedi. Ben de arkamı dönüp giderken delikanlı
dönüp beni çağırdı; gir sana izin verdi dedi. Ben de girdim, Rasûlullah (s.a.v.)’i kuru bir hasır üzerine
yaslanmış vaziyette buldum ve yanında hasırın izini gördüm ve dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü!
Hanımlarını boşadın mı? “Hayır” dedi. Bunun üzerine “Allahü ekber” dedim. Bizlerde aynı
durumdayız. Biz Kureyş topluluğu olarak kadınlar üzerinde hâkim idik. Medîne’ye gelince erkeklerinehâkim olan kadınlar topluluğu bulduk. Bizim hanımlarda onlardan bir şeyler öğrenmeye
başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım da o da bana karşılık vermişti. Ben de hoş karşılamamıştım.
Hanımım: “Niçin yadırgıyorsun” dedi. Vallahi peygamberin hanımları bile ona karşılık veriyorlar hatta
onlardan biri bir günü geceye kadar ondan ayrı geçiriyor. Sonra Hafsa’ya Rasûlullah (s.a.v.)’e karşılık
verir misin? diye sordum. O da evet dedi. Hatta bizden birimiz gününü geceye kadar ondan ayrı geçirir,
dedi. Ben de sizden bunu kim yapmışsa kaybetmiş ve zarardadır. Herhangi biriniz, Rasûlullah (s.a.v.)’in
darılması yüzünden Allah’ın gazabına uğramaktan ve helak olmaktan emin olabilir? Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi. Hafsa’ya dedim ki: Rasûlullah (s.a.v.)’e karşılık verme ondan bir şey
isteme her ne istersen benden iste arkadaşın (Âişe) senden daha güzel ve Rasûlullah (s.a.v.)’e daha
sevgili ise ve buna da güvenerek onun karşılık vermesi seni aldatmasın dedim. Rasûlullah (s.a.v.), bir
kere daha gülümsedi. Sonra Ey Allah’ın Rasûlü! konuyu değiştirelim mi? dedim. Rasûlullah (s.a.v.):
“Evet” dedi. Bunun üzerine başımı kaldırdım ve o arada üç tane işlenmemiş ham deri gördüm ve “Ey
Allah’ın Rasûlü! Ümmetine bol rızık vermesi için Allah’a duâ et...” dedim. Kendisine ibadet
etmedikleri halde İran ve Rumlara bol bol vermiştir. Oturduğu yerden doğruldu ve: “Ey Hattâb’ın oğlu
yoksa sen şüphe içinde misin? O toplumlara iyilikler ve nimetler çabucak bu dünya hayatında
kendilerine verilmiştir.” Rasûlullah (s.a.v.), bir ay boyunca hanımlarının yanına girmemeye yemin
etmişti. Allah bu konuda peygamberine kızdı ve bu konuda ona yemin keffâreti vermesini emir buyurdu.
(Buhârî, İlim: 27; Müslim, Sıyam: 17)
Zühri diyor ki: Urve Âişe’den bana şöyle aktarmıştır: Yirmi dokuz gün geçince Rasûlullah (s.a.v.),
yanıma girdi ve benden başlıyarak Ey Âişe sana bir şey hatırlatacağım; Annene ve babana danışmaksızın bu
konuda karar vermeye acele etme, sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ahzab sûresi 28. ayetini okudu. Vallahi biliyordu
ki annem ve babam bana kendisinden ayrılmayı emretmeyeceklerdi. Ben de bu konuda annem ve babamla
mı istişare edeceğim dedim. Ben: “Allah’ı, peygamberi ve ahiret yurdunu istiyorum” dedim.
Mamer şöyle diyor: Eyyûb’un bana bildirdiğine göre Âişe, Rasûlullah (s.a.v.)’e şöyle demiştir: “Ey Allah’ın
Peygamberi! Benim seni seçtiğimi diğer hanımlarıma bildirme!” Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah seni
tebliğ edici olarak gönderdi zorluk çıkarıcı olarak göndermedi.”
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İbn Abbâs’tan değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), cinlere Kur’ân’dan
bir şey okumadı ve cinleri de görmedi. Rasûlullah (s.a.v.), ashabından bir gurupla birlikte Ukaz
panayırına doğru yola çıkmışlar. Şeytanlarla sema haberleri arasına engel yapılmış haber almaya çalışan
şeytanlar üzerine de akan yıldızlar gönderilmişti. Şeytanlar toplumlarına döndüklerinde, size ne oldu
dediler. Onlarda: “Bizimle gök haberleri arasına sed çekildi ve üzerimize akan yıldızlar gönderildi”
ve şöyle devam ettiler: Bizimle gök haberleri arasına mutlaka bir işten dolayı sed çekilmiştir dolayısıyla
yeryüzünün doğularını ve batılarını dolaşınız. Sizinle gök haberleri arasına sed çeken bu şeyin ne
olduğunu tesbit ediniz. Böylece yeryüzünün doğularını ve batılarını dolaşmaya başladılar kendileriyle
gök haberleri arasına sed çeken bu şeyin ne olduğunu arayacaklardı. Şeytanların Tihame bölgesine
yönelen kişileri de Ukaz panayırına gitmek üzere iken Nahle de bulunan Peygamber (s.a.v)’in yanına
vardılar. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Kur’ân-ı işitince ona kulak verdiler ve
vallahi dediler sizinle gök haberlerinin arasına giren şey işte budur, dediler. Sonra kendi toplumlarına
döndüler ve ey kavmimiz dediler. Biz doğru yolu gösteren ilginç bir Kur’ân dinledik ve ona iman ettik.
Artık Rabbimize hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız. Bunun üzerine Allah, peygamberine
Cin sûresini indirdi. Rasûlullah (s.a.v.)’e sadece cinlerin sözü vahyedildi.
İbn Abbâs’tan aynı senedle şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Cinlerin kendi toplumlarına sözü
şöyleydi: (Cin sûresi 19. ayet) “Doğrusu Allah’ın kulu Muhammed Rabbine ibadet için kalkınca,
inkârcı müşrikler neredeyse O’nun üzerine çullanıyorlardı veya cinler Kur’ân’ı dinlemek arzu ve
hırsıyla neredeyse aşırı kalabalıktan dolayı birbirini ezeceklerdi.”
Cinler, Rasûlullah (s.a.v.)’in namaz kıldığını ashabının da onun namazına uyduklarını ve onun
secdesiyle secde ettiklerini gördükleri zaman, Ashabının ona bu derece itaat etmelerine şaşıp kaldılar ve
kavimlerine: “Doğrusu Allah’ın kulu Muhammed; Rabbine ibadet için kalkınca inkarcı müşrikler
nerdeyse onun üstüne çullanıyorlardı.” (Buhârî, Ezan: 27; Müslim, Salat: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim
vahyin bir aralık kesilmesinden bahsetti ve şöyle buyurdu: “Yürümekte iken gökten bir ses işittim ve
hemen başımı kaldırdım bir de gördüm ki Hirâ da bana gelen melek; gök ile yeryüzü arasında bir
kürside oturmaktadır. Kendisinden, çok heyecanlanıp korktum, hemen evime döndüm ve Beni
örtünüz! Beni örtünüz! Dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine Allah: Müddessir sûresinin
ilk 5 ayetini indirdi: “ 1) Ey örtüsüne, dinlenmeye, yalnızlığa bürünmüş olan peygamber! 2) Kalk ve
insanları uyar. 3) Rabbinin büyüklüğünü duyur, bildir. Çünkü büyüklük sadece O’na aittir. 4)
Elbiseni, eteğini, bedenini, kişiliğini, kalbini her türlü kirden ve ahlaki noksanlıktan temiz tut. 5)
Her türlü pislik ve kötülükten kaçın uzak dur.” Bu ayetler namazın farz kılınmasından önce idi.
(Müslim, İman: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Yahya b. ebî Kesîr, Ebû Seleme b. Abdurrahman’dan ve Câbir’den bu hadisi bize rivâyet etmiştir. EbûSeleme’nin ismi Abdullah’tır.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Kur’ân’dan ayet ve
sûre indiği zaman ezberlemek için dilini hareket ettirirdi. Bunun üzerine Allah, Kıyame sûresi 16. ayetini
indirdi: “Ey peygamber! Sana inen vahyi acele belleyip ezberlemek için dilini kıpırdatma.” Saîd b.
Cübeyr der ki: İnen Kur’ân ayetleriyle dudaklarını oynatırdı. Sûfyân bunu tarif etmek için dudaklarını
oynattı. (Buhârî, Bed-il Vahy: 27; Müslim, Salat: 17)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İnsanlar mahşer
yerine yalın ayak çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Bunun üzerine bir kadın: Birimiz diğerine
bakıp görecek mi? dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Ey Falan kadın!” dedi. Abese sûresi 37. ayetini okudu: “O
gün her kişinin kendisine yetecek sıkıntı ve meşguliyeti vardır.” (Buhârî, Rıkak: 27; Müslim, Cennet:
17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İbn Abbâs’tan değişik bir şekilde de rivâyet edilmiştir. Saîd b.
Cübeyr de aynı şekilde bu hadisi rivâyet edenlerdendir. Bu konuda Âişe’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kul bir hata
işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o günahtan el çeker, bağışlanma diler, tevbe edip Allah’a
dönerse kalbi cilalanır. Eğer bunları yapmaz günah ve hataya devam ederse siyah nokta artırılır ve neticede
bütün kalbini kaplar. İşte Allah’ın Mutaffifin sûresi 14. ayetinde: “Yaptıkları yüzünden kalbleri pas
tutmuştur.” Diye anlattığı pas işte budur. (İbn Mâce, Zühd: 27)
İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v): “O gün insanlar alemlerin rabbi
huzurunda hazır olup dikileceklerdir.” Ayeti hakkında şöyle demişlerdir. Onlardan her biri
kulaklarının yarısına kadar ter içinde kalacaktır. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu
işittim: “Her kimin hesabı konusunda münakaşa edilirse ve hesabı hakkında inceleme olursa helak
olur.” Bunun üzerine Ey Allah’ın Rasûlü! İnşikak sûresi 7-8. ayetlerinde: “Sicili sağ eline verilecek
kimse, artık onun hesabı kolayca görülür.” Buyurmuyor mu? Rasûlullah (s.a.v.): “O hesap değil
arzdır” buyurdu. (Buhârî, İlim: 27; Müslim, Cennet: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Süveyd b. Nadr, Abdullah b. Mübarek vasıtasıyla Osman b. Esved’den bu senedle bu hadisin bir
benzerini bize aktarmışlardır.
Muhammed b. Ebân ve başkaları Abdulvehhab es Sekafî vasıtasıyla Eyyûb’tan, İbn ebî Müleyke’den,
Âişe’den bu hadisin bir benzerini bize rivâyet etmişlerdir.
Suheyb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün ikindi namazını
kıldıktan sonra dudaklarını oynatarak konuşur gibi yapmıştır. Bunun üzerine kendisine Ey Allah’ın
Rasûlü! denildi. İkindi namazını kıldığında dudaklarını oynattın. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle
buyurdu: “Peygamberlerden biri ümmetinin çokluğu itibarıyla şaşıp kaldı ve bunların işlerini kim
ayarlıyacak dedi. Allah ta o peygamberine şöyle vahyetti: Onları ya ben cezalarını vereyim veya
başkalarını onların başına musallat edeyim onlara bunu bildir dedi. Onlar da Allah tarafından
cezalandırılmalarını seçtiler. Bunun üzerine Allah onlara ölümü gönderdi ve bir günde yetmiş bin
kişi ölüp gitti.”
Rasûlullah (s.a.v.) bu hadisi aktardığı zaman başka bir hadis daha anlatır ve şöyle derdi:
Krallardan bir kral vardı. Bu kralın görevli bir kahini vardı. Bu kahin krala bana anlayışlı zeki kavrayışlı
yetişkin bir çocuk gönder de ilmimi ona öğreteyim, korkuyorum ki ben ölürüm ve aranızda bu ilmi bilen
kimse kalmaz.
Bu özellikte bir çocuk bulup kahinin yanına gidip gelmesini ve ondan ilim öğrenmesini emrettiler.
Çocuk kahine gelip gitmeye başladı. Çocuğun yolu üzerinde manastırda yaşayan bir rahib -Ma’mer diyor
ki: O gün manastırda bulunanlar zannedersem Müslüman kimselerdi- vardı. Çocuk kahine gidip gelirken
her sefer bu rahibe uğrar ve bazı şeyler sorardı. Çocuk Rahipten şu sözü öğreninceye kadar devam etti:
Rahib: “Ben Allah’a kulluk yapıyorum” dedi. Bunun üzerine bu çocuk rahibin yanında fazla eyleşmeye
ve kahinin yanına geç kalmaya başladı. Kahin çocuğun ailesine: “Hemen hemen yanıma uğramaz oldu”
diye haber gönderdi. Bu durumu çocuk rahibe bildirdi. O da: Kahin neredeydin derse, ailemin yanındaydım
dersin. Ailen neredeydin derse kahinin yanındaydım dersin. Delikanlı bu şekilde devam edip giderken
yolda kalabalık bir guruba uğradı ki bir hayvan -kimileri o bir aslandı derler- onların yolunu kesmiş orada
alıkoymuştu. Çocuk eline bir taş aldı ve atmazdan önce: “Ey Allah’ım Rahibin söyledikleri doğru ise
atacağım bu taşla bu hayvanı öldürmemi istiyorum” dedi ve taşı atıp hayvanı öldürdü. Herkes “Onu
kim öldürdü” dediler. “O delikanlı öldürdü” denildi. İnsanlar büyük bir heyecanla “Bu delikanlı hiç
kimsenin bilmediği ilimleri bilmektedir” dediler.Bu haberi gözleri görmeyen biri duydu ve: “Gözlerimi
bana görür hale getirirsen sana şu kadar bu kadar şeyler veririm” dedi. Genç: “Senden para mal
istemiyorum gözüne kavuşursan gözünü sana veren zat’a iman etmeyi düşünür müsün?” dedi. A’ma
“evet” dedi. Bunun üzerine genç Allah’a duâ etti, Allah’ta onun gözlerini açıverdi. A’ma; Allah’a iman
etti. Bunların bu olayları krala ulaştı ve kral hepsini yanına getirtti. “Hepinizi değişik ölümlerle
öldüreceğim” dedi. Rahip ve a’ma olan kimselerin başı üzerine testere koydurup birini keserek diğerini de
değişik bir şekilde öldürdü. Çocuk içinde şu emri verdi: “Onu falan dağın tepesine çıkarıp oradan aşağı
atınız.” Delikanlıyı o dağa götürdüler, oradan atmak istediklerinde kendileri o dağdan peş peşe düşüp helak
oldular sadece delikanlı tek başına kaldı ve geri dönüp kralın yanına ulaştı. Bunun üzerine kral; bu
delikanlının bir denize götürülüp oraya atılmasını emretti. Allah onları suya batırdı ve genci kurtardı. Genç
kralın yanına geldi ve beni çarmıha gerip okunla halk önünde bu gencin Rabbi adına atıyorum demedikçe
beni vurup öldüremezsin. Bunun üzerine kral emir verdi, delikanlı çarmıha gerildi. Sonra kral okunu alıp
“Bu gencin Rabbinin adıyla atıyorum” diyerek okla vurup öldürdü. Okla vurulunca genç elini şakağının
üzerine koydu ve öldü. Bu arada insanlar, bu delikanlı kimsenin bilmediği bilgileri biliyordu. “Biz de onun
Rabbine iman ediyoruz” dediler. Kralın çevresindekiler üç kişi senin Rab oluşuna karşı çıktı diye mi
telaşlanmıştın şu anda tüm insanlar sana karşı çıkıp delikanlının Rabbine iman ettiler, denildi.
Sonra kral hendekler kazdırdı ve hendekleri odunlarla doldurup ateşler yaktırdı ve insanları
toplayıp: Her kim dininden dönmezse bu ateşe atılacaktır diye ilan etti sonra insanları bu ateş çukurlarına
atmaya başladı. Bunun üzerine Allah, Bürüç sûresi 4-8. ayetlerini indirdi: “ 4) Kahrolsun yerde
hendekler kazıp müslümanları yakmak için ateş yakanlar. 5) Öylesine ateş ki, alev alev yanar. 6)Hani o zâlimler ateşin başında oturup, 7) mü’minlere yaptıkları azâb ve işkenceyi
seyrederlerdi. 8) O mü’minlerden ancak güçlü ve övgüye layık olan Allah’a inanıyorlar diye
intikam alıyorlardı.”
O delikanlıya gelince o toprağa gömülmüştü. Ömer b. Hattâb zamanında bu gencin mezarından
eli şakağında olduğu vaziyette mezarından çıkarıldığı söylenmiştir. (İbn Mâce, Zühd: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.
Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle denilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu insanlara
karşı “Allah’tan başka ilah yoktur” deyinceye kadar savaşmam bana emredildi. Bunu dedikleri zaman
mallarını ve canlarını benden korumuş olurlar. Ancak, Allah’ın hakkı bunun dışındadır. Hesaplarını Allah
görecektir, dedi ve Gaşiye sûresi 21-22. ayetlerini okudu: “ 21) İşte böyle ey peygamber! Onlara öğüt ver,
senin görevin yalnızca öğüt vermektir. 22) Sen onları inanmaya zorlayıp zorla imana getirebilecek de
değilsin.” (Müsned: 13627)
Abdullah b. Zem’a (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Salih Peygamberin devesi ve
onu öldüren kimse hakkından bahsederken şöyle buyurdu: “İçlerinden en yozlaşmış azgınları deveyi
öldürmek üzere ayaklandığında.” (Şems sûresi 12. ayet) Toplumun en yozlaşmış azgın gurubu arasında
arkası kuvvetli bir adam Ebû Zem’a gibi bir genç deveyi öldürmek için ayaklanmıştı.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kadınlardan bahsederek şöyle buyurdu: “Her hangi biriniz ne maksatla
köle kamçılar gibi karısını kamçılıyor ve belki de günün sonunda onu yatağına alıyor?” Sonra
ashabına yellenme konusundaki gülmeleri üzerine nasihat ederek şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kendi
yaptığı bir işten dolayı niçin gülüyor?” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, Cennet: 17)
Ali (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Baki mezarlığında bir cenazede idik Peygamber
(s.a.v), gelip oturdu. Biz de onunla beraber oturduk elinde bir değnek vardı. Onunla yeri karıştırıyordu.
Derken başını göğe doğru kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Her bir canlının Cennet ve Cehennem’deki
gideceği yer mutlaka yazılmıştır.” Bunun üzerine Ashab: Ey Allah’ın Rasûlü! o halde bu yazgımıza
dayanmalı değimliyiz? Çünkü iyilik sahibi kimse iyilikler yapacak. Bedbaht olacak kimseler de bedbahtlık
için gayret edecektir. Rasûlullah (s.a.v.): “Bilakis iyi ameller işleyiniz herkes ne iş için yaratıldıysa onu
kolaylıkla başaracaktır. İyilik ehlinden olan kimseye iyilikler kolay getirilecek. Kötülük ehlinden
olan kimseye de kötülükler kolay getirilecek” dedi ve Leyl sûresi 5-10. ayetlerini okudu: “ 5) Sizden her
kim başkaları için harcar ve yolunu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışırsa 6) ve o en güzel kelimeyi
yani kelime-i tevhîdi tasdik eder ve doğrularsa veya Cennetin varlığını doğrularsa veya İslâm dinini
kabul ederse, 7) artık ona en kolay yolu kolaylaştırıp o yolda başarılı kılacağız. 8) Sizden her kim de
malını başkaları için harcamayıp cimrilik eder ve kendi kendine yeterli olduğunu zannedip Allah’a
ibadet ve sığınma ihtiyacı duymazsa, 9) kelime-i tevhîdi veya Cenneti veya İslâm dinini yalanlarsa 10)
ona da güçlük, zorluk ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştıracağız.” (Buhârî, Cenaiz: 27; Müslim, Kader: 17)
Cündüb el Becelî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir baskında Rasûlullah (s.a.v.)
ile beraber idim. Bu baskında Rasûlullah (s.a.v.)’in parmağı kanamıştı da şöyle buyurmuştu:
“Sen sadece kanayan bir parmaksın,Karşılaştığın tüm şeyler de Allah yolundadır.”
Cündüb el Becelî diyor ki: Cibrilin, Rasûlullah (s.a.v.)’i ziyareti gecikmişti. Bunun üzerine
müşrikler: Muhammed, Rabbi tarafından terk edildi dediler. Allah’ta, Duha sûresi 3. ayeti olan; “Rabbin
seni ne terk etti ne de darıldı” ayetini indirdi. (Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, Cihâd: 17)
Mâlik b. Sa’sa (r.a.)’den Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Ben
uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken Ka’be’nin yanında üç kişiden biri dediğini işittim.
Sonra bana içinde zemzem suyu bulunan altından bir leğen getirildi. Sonra göksüm şuradan
şuraya kadar yarıldı.” Katâde diyor ki: Enes b. Mâlik’e: “Neyi kastediyor” diye sordum. Enes:
“Karnımın altına kadar demek istiyor” dedi. “Sonra kalbimi çıkardı ve kalbimi zemzem suyu ile
yıkadı. Sonra kalbim yerine konuldu. Sonra iman ve hikmetle dolduruldu.” Bu hadis buradakinden
daha uzuncadır. (Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v), namaz kılmakta idi
Ebû Cehil geldi ve “Seni bu işten yasaklamamış mıydım? Seni bu işten yasaklamamış mıydım?”
dedi. Rasûlullah (s.a.v.), namazı bitirince Ebû Cehil’e sert davrandı. Bunun üzerine: “Ebû Cehil’i sen
gayet iyi bilirsin ki Mekke’de benim meclisimden daha kalabalık bir meclis yoktur” dedi. Bunun
üzerine Allah, Alak sûresi 17-18. ayetlerini indirdi: “ 17) Artık o yandaşlarını çağırsın da yardım
istesin. 18) Biz de azâb meleklerimiz olan zebanileri çağıracağız.” (Müsned: 2207)
İbn Abbâs dedi ki: Ebû Cehil, meclisini çağırmış olsaydı Allah’ın zebanileri onu mutlaka yakalayıp
kapıvereceklerdi.
Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir. Bu konuda Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Zirr b. Hubeyş (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Übey b. Ka’b (r.a.)’e: Senin dinkardeşin Abdullah b. Mes’ûd: “Bütün seneyi değerlendiren kişi Kadir gecesine rastlar diyor”
dedim. Übey b. Ka’b şu karşılığı verdi: “Allah, Ebû Abdurrahman’ı bağışlasın, Kadir gecesini
Ramazan’ın son on gününde veya yirmiyedinci gününde olduğunu bilmektedir. Fakat,
Müslümanların sadece bu geceye güvenmemelerini istemiştir. Sonra Übey b. Ka’b, Kadir gecesinin
yirmi yedinci gece olduğuna dair istisnasız yemin etti.” Bunun üzerine kendisine: “Ey Ebû Münzir!
Bunu neye dayanarak söylüyorsun?” dedim. Dedi ki: “Peygamber (s.a.v)’in bize bildirdiği ayet ve
alametle ki; Güneş o gün parlak olarak doğmaz.” (Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Ebû Dâvûd, Salat: 17)
Muhtar b. Fülfül (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Enes b. Mâlik (r.a.)’den işittim
şöyle diyordu: Adamın biri Peygamber (s.a.v)’e “Ey yaratıkların en hayırlısı” dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
“O ibrahimdir” buyurdu. (Müslim, Fedail: 27; Ebû Dâvûd, Sünnet: 17)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Zilzal sûresi 4. ayeti
hakkında şöyle dedi: Onun haberleri nedir? biliyor musunuz? Ashab: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Yeryüzünün haberleri kendi hakkında şâhidlik etmesidir.
Filan gün filan kişi filan işi yaptı diyecektir. İşte yer yüzünün haberleri budur.” (Müsned: 8512)
Abdullah b. Şıhhîr (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: Abdullah, Peygamberin meclisine
vardığında Rasûlullah (s.a.v.): “Çokluk kuruntusu sizi oyaladı.” (Tekasür sûresi 1.) ayetini okumakta
idi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ademoğlu, malım malım malım diyor. Oysa sana malından
sadaka vererek tükettiğin, yiyip bitirdiğin ve giyip eskittiğinden başka ne var?” (Müslim, Zühd: 27;
Nesâî, Vesâyâ: 17)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Kevser sûresi hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: O
Cennet’te bir nehirdir. İki yanında inciden kubbeler vardır. Ey Cibril bu nedir? dedim; “Allah’ın sana
verdiği Kevser budur” dedi. (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 27)
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cennet’te
dolaşmakta iken iki kenarı inciden kubbelerle donatılmış bir nehir bana gösterildi. Görevli meleğe
bu nedir diye sordum. Bu Allah’ın sana vereceği Kevser’dir dedi. Sonra eliyle nehrin çamuruna
dokunarak misk çıkardı. Sonra beni Sidret-ül Münteha’ya çıkardılar, orada çok büyük bir nur
gördüm.” (Buhârî, Tefsir-ül Kur’ân: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Enes’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kevser,
Cennet’te bir nehirdir; İki kıyısı altındandır. Nehrin yatağı inci ve yakuttandır. Toprağı miskten
daha hoştur suyu baldan daha tatlı ve kardan daha beyazdır.” (İbn Mâce, Zühd: 27)
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer, Peygamber (s.a.v)’in ashabıyla
beraber bana da bazı meseleleri sorardı; Abdurrahman b. Avf, Ömer’e dedi ki: “Onun kadar oğullarımız
var yine de ona mı soracağız?” Ömer dedi ki: “Ona sormamız senin de bildiğin yöndendir.” Sonra, İbn
Abbâs’a Nasr sûresi hakkında sordu da o da şöyle dedi: “Bu sûrede Allah Peygamber (s.a.v)’in ömrünün
tükendiğini kendisine bildirmiştir, dedi ve sûreyi sonuna kadar okumuştu.” Ömer de ona demişti ki:
“Ben de bu sûre hakkında ancak senin bildiğini biliyorum.” (Buhârî, Menakıb: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Cafer vasıtasıyla Şu’be’den, Ebû Bişr’den bu senedle hadisin
bir benzerini bize aktarmıştır.
Ancak bu rivâyette Abdurrahman b. Avf: “Onun kadar çocuklarımız varken ona mı soracağız”
demektedir.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün Safa tepesine
çıktı ve Ya Sabahah (Dikkat dikkat) diye bağırdı. Bunun üzerine Kureyş onun etrafına toplandılar.
Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle konuştu: “Şiddetli bir azabın önünden gönderilmiş bir uyarıcıyım ben.
Size düşmanın akşam gelip baskın yapacağını söylemiş olsaydım ne derdiniz? Beni
tasdik eder miydiniz? Ebû Leheb: “Bunun için mi topladın bizi buraya? Ellerin kırılıp kahrolasın”
dedi. Bunun üzerine Allah, Leheb sûresini indirdi: “Ebû Leheb’in elleri kırılıp kahrolsun. Bütün
imkanları yok olup, helak olsun, zaten kendisine yazık etti, kahrolup gitti, yok oldu ya!...” (Buhârî,
Tefsir-ül Kur’ân: 27; Müslim, İman: 17)
Ukbe b. Âmir el Cühenî (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah bana öyle ayetler indirmiştir ki onların bir benzeri görülmemiştir; Nas ve Felak
sûreleri...” (Müslim, Salat-ül Müsafirin: 27; Nesâî, İftitah: 17)