1. [41:53] | senürîhim âyâtinâ fi-l'âfâḳi vefî enfüsihim ḥattâ yetebeyyene lehüm ennehü-lḥaḳḳ. evelem yekfi birabbike ennehû `alâ külli şey'in şehîd. | سنريهم آياتنا في الآفاق وفي أنفسهم حتى يتبين لهم أنه الحق أولم يكف بربك أنه على كل شيء شهيد سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ |
---|
Elmalılı | Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur'ân'ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi? |
Y. Ali | Soon will We show them our Signs in the (furthest) regions (of the earth), and in their own souls, until it becomes manifest to them that this is the Truth. Is it not enough that thy Lord doth witness all things?
|
Words | | |
2. [53:7] | vehüve bil'üfüḳi-l'a`lâ. | وهو بالأفق الأعلى وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى |
---|
Elmalılı | O, en yüksek ufukta idi. |
Y. Ali | While he was in the highest part of the horizon:
|
Words | | |
3. [81:23] | veleḳad raâhü bil'üfüḳi-lmübîn. | ولقد رآه بالأفق المبين وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ |
---|
Elmalılı | Andolsun o, Cebrail'i açık ufukta gördü. |
Y. Ali | And without doubt he saw him in the clear horizon.
|
Words | | |