1. [87:7] | illâ mâ şâe-llâh. innehû ya`lemü-lcehra vemâ yaḫfâ. | إلا ما شاء الله إنه يعلم الجهر وما يخفى إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى |
---|
Elmalılı | Yalnız Allah'ın dilediği başkadır. Çünkü o açığı da bilir, gizliyi de. |
Y. Ali | Except as Allah wills: For He knoweth what is manifest and what is hidden.
|
Words | | |
2. [96:4] | elleẕî `alleme bilḳalem. | الذي علم بالقلم الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ |
---|
Elmalılı | O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. |
Y. Ali | He Who taught (the use of) the pen,-
|
Words | | |
3. [96:5] | `alleme-l'insâne mâ lem ya`lem. | علم الإنسان ما لم يعلم عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ |
---|
Elmalılı | İnsana bilmediği şeyleri öğretti. |
Y. Ali | Taught man that which he knew not.
|
Words | | |
4. [96:14] | elem ya`lem bienne-llâhe yerâ. | ألم يعلم بأن الله يرى أَلَمْ يَعْلَمْ بِأَنَّ اللَّهَ يَرَى |
---|
Elmalılı | O adam, Allah'ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu? |
Y. Ali | Knoweth he not that Allah doth see?
|
Words | | |
5. [100:9] | efelâ ya`lemü iẕâ bü`ŝira mâ fi-lḳubûr. | أفلا يعلم إذا بعثر ما في القبور أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ |
---|
Elmalılı | Bilmiyor mu ki, kabirlerin içindekiler fırlatılacak. |
Y. Ali | Does he not know,- when that which is in the graves is scattered abroad
|
Words | | |
6. [102:3] | kellâ sevfe ta`lemûn. | كلا سوف تعلمون كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Hayır! Yakında bileceksiniz. |
Y. Ali | But nay, ye soon shall know (the reality).
|
Words | | |
7. [102:4] | ŝümme kellâ sevfe ta`lemûn. | ثم كلا سوف تعلمون ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Yine hayır! Yakında bileceksiniz (hatanızı). |
Y. Ali | Again, ye soon shall know!
|
Words | | |
8. [102:5] | kellâ lev ta`lemûne `ilme-lyeḳîn. | كلا لو تعلمون علم اليقين كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ |
---|
Elmalılı | Hayır! Eğer kesin bilgi ile bilseniz, elbette cehennemi görürsünüz. |
Y. Ali | Nay, were ye to know with certainty of mind, (ye would beware!)
|
Words | | |