1. [54:46] | beli-ssâ`atü mev`idühüm vessâ`atü edhâ veemerr. | بل الساعة موعدهم والساعة أدهى وأمر بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ |
---|
Elmalılı | Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır. |
Y. Ali | Nay, the Hour (of Judgment) is the time promised them (for their full recompense): And that Hour will be most grievous and most bitter.
|
Words | | |
2. [57:10] | vemâ leküm ellâ tünfiḳû fî sebîli-llâhi velillâhi mîrâŝü-ssemâvâti vel'arḍ. lâ yestevî minküm men enfeḳa min ḳabli-lfetḥi veḳâtel. ülâike a`żamü deracetem mine-lleẕîne enfeḳû mim ba`dü veḳâtelû. veküllev ve`ade-llâhü-lḥusnâ. vellâhü bimâ ta`melûne ḫabîr. | وما لكم ألا تنفقوا في سبيل الله ولله ميراث السماوات والأرض لا يستوي منكم من أنفق من قبل الفتح وقاتل أولئك أعظم درجة من الذين أنفقوا من بعد وقاتلوا وكلا وعد الله الحسنى والله بما تعملون خبير وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ |
---|
Elmalılı | Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsinede en güzel sonucu vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. |
Y. Ali | And what cause have ye why ye should not spend in the cause of Allah?- For to Allah belongs the heritage of the heavens and the earth. Not equal among you are those who spent (freely) and fought, before the Victory, (with those who did so later). Those are higher in rank than those who spent (freely) and fought afterwards. But to all has Allah promised a goodly (reward). And Allah is well acquainted with all that ye do.
|
Words | | |
3. [67:25] | veyeḳûlûne metâ hâẕe-lva`dü in küntüm ṣâdiḳîn. | ويقولون متى هذا الوعد إن كنتم صادقين وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ |
---|
Elmalılı | (Onlar): "Doğru iseniz bu tehdit ne zaman olacak?" diyorlar |
Y. Ali | They ask: When will this promise be (fulfilled)? - If ye are telling the truth.
|
Words | | |
4. [70:42] | feẕerhüm yeḫûḍû veyel`abû ḥattâ yülâḳû yevmehümü-lleẕî yû`adûn. | فذرهم يخوضوا ويلعبوا حتى يلاقوا يومهم الذي يوعدون فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ |
---|
Elmalılı | O halde bırak onları, kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalıp oynayadursunlar. |
Y. Ali | So leave them to plunge in vain talk and play about, until they encounter that Day of theirs which they have been promised!-
|
Words | | |
5. [70:44] | ḫâşi`aten ebṣâruhüm terheḳuhüm ẕilleh. ẕâlike-lyevmü-lleẕî kânû yû`adûn. | خاشعة أبصارهم ترهقهم ذلة ذلك اليوم الذي كانوا يوعدون خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ذَلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ |
---|
Elmalılı | Gözleri düşük, kendilerini bir alçaklık saracak da saracak. İşte onlara vaad edilen gün, o gündür. |
Y. Ali | Their eyes lowered in dejection,- ignominy covering them (all over)! such is the Day the which they are promised!
|
Words | | |
6. [72:24] | ḥattâ iẕâ raev mâ yû`adûne feseya`lemûne men aḍ`afü nâṣirav veeḳallü `adedâ. | حتى إذا رأوا ما يوعدون فسيعلمون من أضعف ناصرا وأقل عددا حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ أَضْعَفُ نَاصِرًا وَأَقَلُّ عَدَدًا |
---|
Elmalılı | Kendilerine vaad edilen şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcısının en zayıf ve en az olduğunu bileceklerdir. |
Y. Ali | At length, when they see (with their own eyes) that which they are promised,- then will they know who it is that is weakest in (his) helper and least important in point of numbers.
|
Words | | |
7. [72:25] | ḳul in edrî eḳarîbüm mâ tû`adûne em yec`alü lehû rabbî emedâ. | قل إن أدري أقريب ما توعدون أم يجعل له ربي أمدا قُلْ إِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ مَّا تُوعَدُونَ أَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبِّي أَمَدًا |
---|
Elmalılı | De ki: "Ben bilmem, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar.." |
Y. Ali | Say: "I know not whether the (Punishment) which ye are promised is near, or whether my Lord will appoint for it a distant term.
|
Words | | |
8. [73:18] | essemâü münfeṭirum bih. kâne va`dühû mef`ûlâ. | السماء منفطر به كان وعده مفعولا السَّمَاءُ مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا |
---|
Elmalılı | O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın sözü kesinlikle gerçekleşmiştir. |
Y. Ali | Whereon the sky will be cleft asunder? His Promise needs must be accomplished.
|
Words | | |
9. [77:7] | innemâ tû`adûne levâḳi`. | إنما توعدون لواقع إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ |
---|
Elmalılı | Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır. |
Y. Ali | Assuredly, what ye are promised must come to pass.
|
Words | | |
10. [85:2] | velyevmi-lmev`ûd. | واليوم الموعود وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ |
---|
Elmalılı | Vaad olunan o güne, |
Y. Ali | By the promised Day (of Judgment);
|
Words | | |