Kelime

Kelime<not selected>
Kök<not selected>
Konum[:]

Lütfen mavi renkteki Arapça herhangi bir kelimeyi tıklayınız.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
15 farklı meali görmek için lütfen [Sure:Ayet] numarasına tıklayınız
Ayet(ler): 1 31 61 91 121 Surah :  20 - TahaGörüntülenen ayetler : 91 ... 120 | 135 - Sure no: 20
1.
[20:91]
ḳâlû len nebraḥa `aleyhi `âkifîne ḥattâ yerci`a ileynâ mûsâ.قالوا لن نبرح عليه عاكفين حتى يرجع إلينا موسى
قَالُوا لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّى يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَى
Elmalılı Onlar (cevap olarak şöyle) demişlerdi: "Musa bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaya elbette devam edeceğiz."
Y. AliThey had said: "We will not abandon this cult, but we will devote ourselves to it until Moses returns to us."
 Words|قالوا - They said,| لن - "Never| نبرح - we will cease| عليه - being devoted to it| عاكفين - being devoted to it| حتى - until| يرجع - returns| إلينا - to us| موسى - Musa."|
2.
[20:92]
ḳâle yâ hârûnü mâ mene`ake iẕ raeytehüm ḍallû.قال يا هارون ما منعك إذ رأيتهم ضلوا
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا
Elmalılı (Musa gelince kardeşine şöyle) dedi: "Ey Harun! bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni engelleyen ne oldu?"
Y. Ali(Moses) said: "O Aaron! what kept thee back, when thou sawest them going wrong,
 Words|قال - He said,| يا - O| هارون - "O Harun!| ما - What| منعك - prevented you,| إذ - when| رأيتهم - you saw them| ضلوا - going astray,|
3.
[20:93]
ellâ tettebi`an. efe`aṣayte emrî.ألا تتبعن أفعصيت أمري
أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي
Elmalılı "(Neden) benim yolumu takip etmedin, benim emrime karşı mı geldin?"
Y. Ali"From following me? Didst thou then disobey my order?"
 Words|ألا - That not| تتبعن - you follow me?| أفعصيت - Then, have you disobeyed| أمري - my order?"|
4.
[20:94]
ḳâle yebneümme lâ te'ḫuẕ biliḥyetî velâ bira'sî. innî ḫaşîtü en teḳûle ferraḳte beyne benî isrâîle velem terḳub ḳavlî.قال يا ابن أم لا تأخذ بلحيتي ولا برأسي إني خشيت أن تقول فرقت بين بني إسرائيل ولم ترقب قولي
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
Elmalılı Harun: "Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma. Ben senin 'İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın' diyeceğinden korktum." dedi.
Y. Ali(Aaron) replied: "O son of my mother! Seize (me) not by my beard nor by (the hair of) my head! Truly I feared lest thou shouldst say, 'Thou has caused a division among the children of Israel, and thou didst not respect my word!'"
 Words|قال - He said,| يا - O| ابن - "O son of my mother!| أم - (Do) not| لا - seize (me)| تأخذ - by my beard| بلحيتي - and not| ولا - by my head.| برأسي - Indeed, I| إني - [I] feared| خشيت - that| أن - you would say,| تقول - "You caused division| فرقت - between| بين - (the) Children of Israel| بني - (the) Children of Israel| إسرائيل - and not| ولم - you respect| ترقب - my word."|
5.
[20:95]
ḳâle femâ ḫaṭbüke yâ sâmiriyy.قال فما خطبك يا سامري
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Elmalılı (Hz. Musa bu defa Sâmirî'ye dönerek) "Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi.
Y. Ali(Moses) said: "What then is thy case, O Samiri?"
 Words|قال - He said,| فما - "Then what| خطبك - (is) your case,| يا - O| سامري - O Samiri?"|
6.
[20:96]
ḳâle beṣurtü bimâ lem yebṣurû bihî feḳabaḍtü ḳabḍatem min eŝeri-rrasûli fenebeẕtühâ vekeẕâlike sevvelet lî nefsî.قال بصرت بما لم يبصروا به فقبضت قبضة من أثر الرسول فنبذتها وكذلك سولت لي نفسي
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي
Elmalılı Sâmirî: "Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi.
Y. AliHe replied: "I saw what they saw not: so I took a handful (of dust) from the footprint of the Messenger, and threw it (into the calf): thus did my soul suggest to me."
 Words|قال - He said,| بصرت - "I perceived| بما - what| لم - not| يبصروا - they perceive,| به - in it,| فقبضت - so I took| قبضة - a handful| من - from| أثر - (the) track| الرسول - (of) the Messenger| فنبذتها - then threw it,| وكذلك - and thus| سولت - suggested| لي - to me| نفسي - my soul."|
7.
[20:97]
ḳâle feẕheb feinne leke fi-lḥayâti en teḳûle lâ misâs. veinne leke mev`idel len tuḫlefeh. venżur ilâ ilâhike-lleẕî żalte `aleyhi `âkifâ. lenüḥarriḳannehû ŝümme lenensifennehû fi-lyemmi nesfâ.قال فاذهب فإن لك في الحياة أن تقول لا مساس وإن لك موعدا لن تخلفه وانظر إلى إلهك الذي ظلت عليه عاكفا لنحرقنه ثم لننسفنه في اليم نسفا
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهُ وَانظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Elmalılı (Musa ona şöyle) dedi: "Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız."
Y. Ali(Moses) said: "Get thee gone! but thy (punishment) in this life will be that thou wilt say, 'touch me not'; and moreover (for a future penalty) thou hast a promise that will not fail: Now look at thy god, of whom thou hast become a devoted worshipper: We will certainly (melt) it in a blazing fire and scatter it broadcast in the sea!"
 Words|قال - He said,| فاذهب - "Then go.| فإن - And indeed,| لك - for you| في - in| الحياة - the life| أن - that| تقول - you will say,| لا - "(Do) not| مساس - touch."| وإن - And indeed,| لك - for you| موعدا - (is) an appointment| لن - never| تخلفه - you will fail to (keep) it.| وانظر - And look| إلى - at| إلهك - your god| الذي - that which| ظلت - you have remained| عليه - to it| عاكفا - devoted.| لنحرقنه - Surely we will burn it| ثم - then| لننسفنه - certainly we will scatter it| في - in| اليم - the sea| نسفا - (in) particles."|
8.
[20:98]
innemâ ilâhükümü-llâhü-lleẕî lâ ilâhe illâ hû. vesi`a külle şey'in `ilmâ.إنما إلهكم الله الذي لا إله إلا هو وسع كل شيء علما
إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
Elmalılı Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
Y. AliBut the god of you all is the One Allah: there is no god but He: all things He comprehends in His knowledge.
 Words|إنما - Only| إلهكم - your God| الله - (is) Allah| الذي - the One,| لا - (there is) no| إله - god| إلا - but| هو - He.| وسع - He has encompassed| كل - all| شيء - things| علما - (in) knowledge.|
9.
[20:99]
keẕâlike neḳuṣṣu `aleyke min embâi mâ ḳad sebeḳ. veḳad âteynâke mil ledünnâ ẕikrâ.كذلك نقص عليك من أنباء ما قد سبق وقد آتيناك من لدنا ذكرا
كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا
Elmalılı (Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir zikir (düşünüp kendisinden ibret alınacak bir kitab) verdik.
Y. AliThus do We relate to thee some stories of what happened before: for We have sent thee a Message from Our own Presence.
 Words|كذلك - Thus| نقص - We relate| عليك - to you| من - from| أنباء - (the) news| ما - (of) what| قد - has preceded.| سبق - has preceded.| وقد - And certainly| آتيناك - We have given you| من - from| لدنا - Us| ذكرا - a Reminder.|
10.
[20:100]
men a`raḍa `anhü feinnehû yaḥmilü yevme-lḳiyâmeti vizrâ.من أعرض عنه فإنه يحمل يوم القيامة وزرا
مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا
Elmalılı Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
Y. AliIf any do turn away therefrom, verily they will bear a burden on the Day of judgment;
 Words|من - Whoever| أعرض - turns away| عنه - from it,| فإنه - then indeed, he| يحمل - will bear| يوم - (on the) Day| القيامة - (of) Resurrection| وزرا - a burden.|
11.
[20:101]
ḫâlidîne fîh. vesâe lehüm yevme-lḳiyâmeti ḥimlâ.خالدين فيه وساء لهم يوم القيامة حملا
خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا
Elmalılı Devamlı o azabın altında kalacaklar. Kıyamet günü onlar için, bu ne fena bir yüktür!
Y. AliThey will abide in this (state): and grievous will the burden be to them on that Day,-
 Words|خالدين - Abiding forever| فيه - in it,| وساء - and evil| لهم - for them| يوم - (on the) Day| القيامة - (of) the Resurrection| حملا - (as) a load|
12.
[20:102]
yevme yünfeḫu fi-ṣṣûri venaḥşüru-lmücrimîne yevmeiẕin zürḳâ.يوم ينفخ في الصور ونحشر المجرمين يومئذ زرقا
يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا
Elmalılı Sûr'a üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göğermiş olarak mahşerde toplayacağız.
Y. AliThe Day when the Trumpet will be sounded: that Day, We shall gather the sinful, blear-eyed (with terror).
 Words|يوم - (The) Day| ينفخ - will be blown| في - in| الصور - the Trumpet,| ونحشر - and We will gather| المجرمين - the criminals,| يومئذ - that Day,| زرقا - blue-eyed.|
13.
[20:103]
yeteḫâfetûne beynehüm il lebiŝtüm illâ `aşrâ.يتخافتون بينهم إن لبثتم إلا عشرا
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا
Elmalılı "Siz dünyada sadece on(gün) kaldınız" diye kendi aralarında gizli gizli konuşurlar.
Y. AliIn whispers will they consult each other: "Yet tarried not longer than ten (Days);
 Words|يتخافتون - They are murmuring| بينهم - among themselves,| إن - "Not| لبثتم - you remained| إلا - except (for)| عشرا - ten."|
14.
[20:104]
naḥnü a`lemü bimâ yeḳûlûne iẕ yeḳûlü emŝelühüm ṭarîḳaten il lebiŝtüm illâ yevmâ.نحن أعلم بما يقولون إذ يقول أمثلهم طريقة إن لبثتم إلا يوما
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا
Elmalılı Aralarında ne konuşacaklarını biz çok iyi biliriz. Görüşü en üstün olan: "Ancak bir gün kaldınız" diyecektir.
Y. AliWe know best what they will say, when their leader most eminent in conduct will say: "Ye tarried not longer than a day!"
 Words|نحن - We| أعلم - know best| بما - what| يقولون - they will say| إذ - when| يقول - will say,| أمثلهم - (the) best of them| طريقة - (in) conduct,| إن - "Not| لبثتم - you remained| إلا - except (for)| يوما - a day."|
15.
[20:105]
veyes'elûneke `ani-lcibâli feḳul yensifühâ rabbî nesfâ.ويسألونك عن الجبال فقل ينسفها ربي نسفا
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا
Elmalılı (Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak."
Y. AliThey ask thee concerning the Mountains: say, "My Lord will uproot them and scatter them as dust;
 Words|ويسألونك - And they ask you| عن - about| الجبال - the mountains,| فقل - so say,| ينسفها - "Will blast them| ربي - my Lord| نسفا - (into) particles.|
16.
[20:106]
feyeẕeruhâ ḳâ`an ṣafṣafâ.فيذرها قاعا صفصفا
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا
Elmalılı "Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak."
Y. Ali"He will leave them as plains smooth and level;
 Words|فيذرها - Then He will leave it,| قاعا - a level| صفصفا - plain.|
17.
[20:107]
lâ terâ fîhâ `ivecev velâ emtâ.لا ترى فيها عوجا ولا أمتا
لَّا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا
Elmalılı "Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin."
Y. Ali"Nothing crooked or curved wilt thou see in their place."
 Words|لا - Not| ترى - you will see| فيها - in it| عوجا - any crookedness| ولا - and not| أمتا - any curve."|
18.
[20:108]
yevmeiẕiy yettebi`ûne-ddâ`iye lâ `ivece leh. veḫaşe`ati-l'aṣvâtü lirraḥmâni felâ tesme`u illâ hemsâ.يومئذ يتبعون الداعي لا عوج له وخشعت الأصوات للرحمن فلا تسمع إلا همسا
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا
Elmalılı O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.
Y. AliOn that Day will they follow the Caller (straight): no crookedness (can they show) him: all sounds shall humble themselves in the Presence of (Allah) Most Gracious: nothing shalt thou hear but the tramp of their feet (as they march).
 Words|يومئذ - On that Day| يتبعون - they will follow| الداعي - the caller,| لا - no| عوج - deviation| له - from it.| وخشعت - And (will be) humbled| الأصوات - the voices| للرحمن - for the Most Gracious,| فلا - so not| تسمع - you will hear| إلا - except| همسا - a faint sound.|
19.
[20:109]
yevmeiẕil lâ tenfe`u-şşefâ`atü illâ men eẕine lehü-rraḥmânü veraḍiye lehû ḳavlâ.يومئذ لا تنفع الشفاعة إلا من أذن له الرحمن ورضي له قولا
يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
Elmalılı O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
Y. AliOn that Day shall no intercession avail except for those for whom permission has been granted by (Allah) Most Gracious and whose word is acceptable to Him.
 Words|يومئذ - (On) that Day| لا - not| تنفع - will benefit| الشفاعة - the intercession| إلا - except| من - (to) whom| أذن - has given permission| له - [to him]| الرحمن - the Most Gracious,| ورضي - and He has accepted| له - for him| قولا - a word.|
20.
[20:110]
ya`lemü mâ beyne eydîhim vemâ ḫalfehüm velâ yüḥîṭûne bihî `ilmâ.يعلم ما بين أيديهم وما خلفهم ولا يحيطون به علما
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Elmalılı Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Onlar ise O'nu ilmen kavrayamazlar.
Y. AliHe knows what (appears to His creatures as) before or after or behind them: but they shall not compass it with their knowledge.
 Words|يعلم - He knows| ما - what| بين - (is) before them| أيديهم - (is) before them| وما - and what| خلفهم - (is) behind them,| ولا - while not| يحيطون - they encompass| به - it| علما - (in) knowledge.|
21.
[20:111]
ve`aneti-lvucûhü lilḥayyi-lḳayyûm. veḳad ḫâbe men ḥamele żulmâ.وعنت الوجوه للحي القيوم وقد خاب من حمل ظلما
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Elmalılı Bütün yüzler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir. Bir zulüm yüklenen gerçekten hüsrana uğramıştır.
Y. Ali(All) faces shall be humbled before (Him) - the Living, the Self-Subsisting, Eternal: hopeless indeed will be the man that carries iniquity (on his back).
 Words|وعنت - And (will be) humbled| الوجوه - the faces| للحي - before the Ever-Living,| القيوم - the Self-Subsisting.| وقد - And verily| خاب - will have failed| من - (he) who| حمل - carried| ظلما - wrongdoing.|
22.
[20:112]
vemey ya`mel mine-ṣṣâliḥâti vehüve mü'minün felâ yeḫâfü żulmev velâ haḍmâ.ومن يعمل من الصالحات وهو مؤمن فلا يخاف ظلما ولا هضما
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
Elmalılı Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.
Y. AliBut he who works deeds of righteousness, and has faith, will have no fear of harm nor of any curtailment (of what is his due).
 Words|ومن - But (he) who| يعمل - does| من - of| الصالحات - the righteous deeds| وهو - while he| مؤمن - (is) a believer,| فلا - then not| يخاف - he will fear| ظلما - injustice| ولا - and not| هضما - deprivation.|
23.
[20:113]
vekeẕâlike enzelnâhü ḳur'ânen `arabiyyev veṣarrafnâ fîhi mine-lve`îdi le`allehüm yetteḳûne ev yuḥdiŝü lehüm ẕikrâ.وكذلك أنزلناه قرآنا عربيا وصرفنا فيه من الوعيد لعلهم يتقون أو يحدث لهم ذكرا
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
Elmalılı İşte böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda tehditlerden nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki belki sakınırlar, yahut onlara bir ibret ve uyanış verir.
Y. AliThus have We sent this down - an arabic Qur'an - and explained therein in detail some of the warnings, in order that they may fear Allah, or that it may cause their remembrance (of Him).
 Words|وكذلك - And thus| أنزلناه - We have sent it down,| قرآنا - (the) Quran| عربيا - (in) Arabic| وصرفنا - and We have explained| فيه - in it| من - of| الوعيد - the warnings| لعلهم - that they may| يتقون - fear| أو - or| يحدث - it may cause| لهم - [for] them| ذكرا - remembrance.|
24.
[20:114]
fete`âle-llâhü-lmelikü-lḥaḳḳ. velâ ta`cel bilḳur'âni min ḳabli ey yuḳḍâ ileyke vaḥyüh. veḳur rabbi zidnî `ilmâ.فتعالى الله الملك الحق ولا تعجل بالقرآن من قبل أن يقضى إليك وحيه وقل رب زدني علما
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Elmalılı Hükmü her yerde geçerli gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce (unutma korkusu ile) Kur'ân'ı okumada acele etme; "Rabbim! benim ilmimi artır" de.
Y. AliHigh above all is Allah, the King, the Truth! Be not in haste with the Qur'an before its revelation to thee is completed, but say, "O my Lord! advance me in knowledge."
 Words|فتعالى - So high (above all)| الله - (is) Allah| الملك - the King,| الحق - the True.| ولا - And (do) not| تعجل - hasten| بالقرآن - with the Quran| من - before| قبل - before| أن - [that]| يقضى - is completed| إليك - to you| وحيه - its revelation,| وقل - and say,| رب - "My Lord!| زدني - Increase me| علما - (in) knowledge."|
25.
[20:115]
veleḳad `ahidnâ ilâ âdeme min ḳablü fenesiye velem necid lehû `azmâ.ولقد عهدنا إلى آدم من قبل فنسي ولم نجد له عزما
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Elmalılı Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.
Y. AliWe had already, beforehand, taken the covenant of Adam, but he forgot: and We found on his part no firm resolve.
 Words|ولقد - And verily| عهدنا - We made a covenant| إلى - with| آدم - Adam| من - before,| قبل - before,| فنسي - but he forgot;| ولم - and not| نجد - We found| له - in him| عزما - determination.|
26.
[20:116]
veiẕ ḳulnâ lilmelâiketi-scüdû liâdeme fesecedû illâ iblîs. ebâ.وإذ قلنا للملائكة اسجدوا لآدم فسجدوا إلا إبليس أبى
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى
Elmalılı Bir vakit meleklere: "Âdem(e hürmet) için secde edin" demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.
Y. AliWhen We said to the angels, "Prostrate yourselves to Adam", they prostrated themselves, but not Iblis: he refused.
 Words|وإذ - And when| قلنا - We said| للملائكة - to the Angels,| اسجدوا - "Prostrate| لآدم - to Adam,"| فسجدوا - then they prostrated,| إلا - except| إبليس - Iblis;| أبى - he refused.|
27.
[20:117]
feḳulnâ yâ âdemü inne hâẕâ `adüvvül leke velizevcike felâ yuḫricennekümâ mine-lcenneti feteşḳâ.فقلنا يا آدم إن هذا عدو لك ولزوجك فلا يخرجنكما من الجنة فتشقى
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى
Elmalılı Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: "Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun)."
Y. AliThen We said: "O Adam! verily, this is an enemy to thee and thy wife: so let him not get you both out of the Garden, so that thou art landed in misery.
 Words|فقلنا - Then We said,| يا - O| آدم - "O Adam!| إن - Indeed,| هذا - this| عدو - (is) an enemy| لك - to you| ولزوجك - and to your wife.| فلا - So not| يخرجنكما - (let) him drive you both| من - from| الجنة - Paradise| فتشقى - so (that) you would suffer.|
28.
[20:118]
inne leke ellâ tecû`a fîhâ velâ ta`râ.إن لك ألا تجوع فيها ولا تعرى
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى
Elmalılı "Doğrusu senin acıkmaman ve çıplak kalmaman (ancak) cennettedir. "
Y. Ali"There is therein (enough provision) for thee not to go hungry nor to go naked,
 Words|إن - Indeed,| لك - for you| ألا - that not| تجوع - you will be hungry| فيها - therein| ولا - and not| تعرى - you will be unclothed.|
29.
[20:119]
veenneke lâ tażmeü fîhâ velâ taḍḥâ.وأنك لا تظمأ فيها ولا تضحى
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى
Elmalılı Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın"
Y. Ali"Nor to suffer from thirst, nor from the sun's heat."
 Words|وأنك - And that you| لا - not| تظمأ - will suffer from thirst| فيها - therein| ولا - and not| تضحى - exposed to the sun's heat."|
30.
[20:120]
fevesvese ileyhi-şşeyṭânü ḳâle yâ âdemü hel edüllüke `alâ şecerati-lḫuldi vemülkil lâ yeblâ.فوسوس إليه الشيطان قال يا آدم هل أدلك على شجرة الخلد وملك لا يبلى
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Elmalılı Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"
Y. AliBut Satan whispered evil to him: he said, "O Adam! shall I lead thee to the Tree of Eternity and to a kingdom that never decays?"
 Words|فوسوس - Then whispered| إليه - to him| الشيطان - Shaitaan,| قال - he said,| يا - O| آدم - "O Adam!| هل - Shall| أدلك - I direct you| على - to| شجرة - (the) tree| الخلد - (of) the Eternity| وملك - and a kingdom| لا - not| يبلى - (that will) deteriorate?"|
Burada sunulan verilerin tamamı kontrol edilmemiştir. Lütfen orijinal kaynaklardan doğruluğunu kontrol ediniz. Türkçe Tercümeler, tanzil.net internet sitesinden temin edilmiştir. Çalışmamızda kullanılan veritabanı, openburhan.net projesinin veritabanının yeniden düzenlenmiş halidir. Kur'an-ı Kerim sayfasına dönüş için tıklayınız. Urduca-İngilizce OpenBurhan versiyonu için tıklayınız. Çalışmamızda kullanılan verilerin ve dosyaların telif hakları sahiplerine aittir.
OpenBurhanTR 2.0.17