1. [15:66] | veḳaḍaynâ ileyhi ẕâlike-l'emra enne dâbira hâülâi maḳṭû`um muṣbiḥîn. | وقضينا إليه ذلك الأمر أن دابر هؤلاء مقطوع مصبحين وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلاَءِ مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ |
---|
Elmalılı | Biz, Lût'a şu kesin emri vahyettik: "Bu kâfirler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır." |
Y. Ali | And We made known this decree to him, that the last remnants of those (sinners) should be cut off by the morning.
|
Words | | |
2. [15:68] | ḳâle inne hâülâi ḍayfî felâ tefḍaḥûn. | قال إن هؤلاء ضيفي فلا تفضحون قَالَ إِنَّ هَؤُلاَءِ ضَيْفِي فَلاَ تَفْضَحُونِ |
---|
Elmalılı | Lût, kavmine şöyle dedi: "Bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin." |
Y. Ali | Lut said: "These are my guests: disgrace me not:
|
Words | | |
3. [15:71] | ḳâle hâülâi benâtî in küntüm fâ`ilîn. | قال هؤلاء بناتي إن كنتم فاعلين قَالَ هَؤُلاَءِ بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ |
---|
Elmalılı | Lût şöyle dedi: "İşte kızlarım! Düşündüğünüzü yapacaksanız (onlarla evlenin). |
Y. Ali | He said: "There are my daughters (to marry), if ye must act (so)."
|
Words | | |
4. [15:75] | inne fî ẕâlike leâyâtil lilmütevessimîn. | إن في ذلك لآيات للمتوسمين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ |
---|
Elmalılı | Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır. |
Y. Ali | Behold! in this are Signs for those who by tokens do understand.
|
Words | | |
5. [15:77] | inne fî ẕâlike leâyetel lilmü'minîn. | إن في ذلك لآية للمؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz ki, bunda iman edenler için bir ibret vardır. |
Y. Ali | Behold! in this is a sign for those who believed.
|
Words | | |
6. [15:91] | elleẕîne ce`alü-lḳur'âne `iḍîn. | الذين جعلوا القرآن عضين الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ |
---|
Elmalılı | Onlar, Kur'ân'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler. |
Y. Ali | (So also on such) as have made Qur'an into shreds (as they please).
|
Words | | |
7. [15:96] | elleẕîne yec`alûne me`a-llâhi ilâhen âḫar. fesevfe ya`lemûn. | الذين يجعلون مع الله إلها آخر فسوف يعلمون الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّهِ إِلـهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Onlar Allah ile birlikte başkasını ilâh edinenlerdir. Onlar yakında bileceklerdir. |
Y. Ali | Those who adopt, with Allah, another god: but soon will they come to know.
|
Words | | |
8. [16:11] | yümbitü leküm bihi-zzer`a vezzeytûne venneḫîle vel'a`nâbe vemin külli-ŝŝemerât. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yetefekkerûn. | ينبت لكم به الزرع والزيتون والنخيل والأعناب ومن كل الثمرات إن في ذلك لآية لقوم يتفكرون يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, sizin için, o su ile ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveleri bitirir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir topluluk için büyük bir ibret vardır. () |
Y. Ali | With it He produces for you corn, olives, date-palms, grapes and every kind of fruit: verily in this is a sign for those who give thought.
|
Words | | |
9. [16:12] | veseḫḫara lekümü-lleyle vennehâra veşşemse velḳamer. vennücûmü müseḫḫarâtüm biemrih. inne fî ẕâlike leâyâtil liḳavmiy ya`ḳilûn. | وسخر لكم الليل والنهار والشمس والقمر والنجوم مسخرات بأمره إن في ذلك لآيات لقوم يعقلون وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالْنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالْنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ |
---|
Elmalılı | Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır. |
Y. Ali | He has made subject to you the Night and the Day; the sun and the moon; and the stars are in subjection by His Command: verily in this are Signs for men who are wise.
|
Words | | |
10. [16:13] | vemâ ẕerae leküm fi-l'arḍi muḫtelifen elvânüh. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yeẕẕekkerûn. | وما ذرأ لكم في الأرض مختلفا ألوانه إن في ذلك لآية لقوم يذكرون وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Yeryüzünde sizin için yarattığı değişik renklerdeki şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Elbette bunda öğüt alan kimseler için bir ibret vardır. |
Y. Ali | And the things on this earth which He has multiplied in varying colours (and qualities): verily in this is a sign for men who celebrate the praises of Allah (in gratitude).
|
Words | | |
11. [16:20] | velleẕîne yed`ûne min dûni-llâhi lâ yaḫlüḳûne şey'ev vehüm yuḫleḳûn. | والذين يدعون من دون الله لا يخلقون شيئا وهم يخلقون وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ لاَ يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ |
---|
Elmalılı | Kâfirlerin Allah'tan başka yalvardıkları (putlar) ise, hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar, kendileri yaratılmışlardır. |
Y. Ali | Those whom they invoke besides Allah create nothing and are themselves created.
|
Words | | |
12. [16:22] | ilâhüküm ilâhüv vâḥid. felleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati ḳulûbühüm münkiratüv vehüm müstekbirûn. | إلهكم إله واحد فالذين لا يؤمنون بالآخرة قلوبهم منكرة وهم مستكبرون إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ |
---|
Elmalılı | İlâhınız bir tek ilâhtır. Bununla beraber ahirete inanmayanların kalbleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir. |
Y. Ali | Your Allah is one Allah: as to those who believe not in the Hereafter, their hearts refuse to know, and they are arrogant.
|
Words | | |
13. [16:25] | liyaḥmilû evzârahüm kâmiletey yevme-lḳiyâmeti vemin evzâri-lleẕîne yüḍillûnehüm bigayri `ilm. elâ sâe mâ yezirûn. | ليحملوا أوزارهم كاملة يوم القيامة ومن أوزار الذين يضلونهم بغير علم ألا ساء ما يزرون لِيَحْمِلُواْ أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلاَ سَاءَ مَا يَزِرُونَ |
---|
Elmalılı | Bunu söylemelerinin sebebi şu: Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür! |
Y. Ali | Let them bear, on the Day of Judgment, their own burdens in full, and also (something) of the burdens of those without knowledge, whom they misled. Alas, how grievous the burdens they will bear!
|
Words | | |
14. [16:26] | ḳad mekera-lleẕîne min ḳablihim feete-llâhü bünyânehüm mine-lḳavâ`idi feḫarra `aleyhimü-ssaḳfü min fevḳihim veetâhümü-l`aẕâbü min ḥayŝü lâ yeş`urûn. | قد مكر الذين من قبلهم فأتى الله بنيانهم من القواعد فخر عليهم السقف من فوقهم وأتاهم العذاب من حيث لا يشعرون قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللّهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Fakat Allah onların binalarını temelinden sarstı, çatı tepelerinden üzerlerine çöktü ve azap onlara farkedemedikleri bir yönden geldi. |
Y. Ali | Those before them did also plot (against Allah's Way): but Allah took their structures from their foundations, and the roof fell down on them from above; and the Wrath seized them from directions they did not perceive.
|
Words | | |
15. [16:27] | ŝümme yevme-lḳiyâmeti yuḫzîhim veyeḳûlü eyne şürakâiye-lleẕîne küntüm tüşâḳḳûne fîhim. ḳâle-lleẕîne ûtü-l`ilme inne-lḫizye-lyevme vessûe `ale-lkâfirîn. | ثم يوم القيامة يخزيهم ويقول أين شركائي الذين كنتم تشاقون فيهم قال الذين أوتوا العلم إن الخزي اليوم والسوء على الكافرين ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَآئِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالْسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ |
---|
Elmalılı | Sonra kıyamet günü Allah, O kâfirleri rezil rüsvay edecek ve diyecek ki: "Hani uğrunda müminlere karşı düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?" Kendilerine ilim verilmiş olanlar: "Şüphesiz bugünün rezilliği ve kötülüğü kâfirleredir." diyeceklerdir. |
Y. Ali | Then, on the Day of Judgment, He will cover them with shame, and say: "Where are My 'partners' concerning whom ye used to dispute (with the godly)?" Those endued with knowledge will say: "This Day, indeed, are the Unbelievers covered with shame and misery,-
|
Words | | |
16. [16:28] | elleẕîne teteveffâhümü-lmelâiketü żâlimî enfüsihim. feelḳavu-sseleme mâ künnâ na`melü min sû'. belâ inne-llâhe `alîmüm bimâ küntüm ta`melûn. | الذين تتوفاهم الملائكة ظالمي أنفسهم فألقوا السلم ما كنا نعمل من سوء بلى إن الله عليم بما كنتم تعملون الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلاَئِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوُاْ السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | (O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, canlarını aldıkları kimselerdir. O vakit onlar şöyle diyerek teslim olurlar: "Biz, bir kötülükten dolayı yapmıyorduk." (Onlara): "Hayır, Allah sizin ne maksatla yaptığınızı elbette çok iyi bilendir." |
Y. Ali | "(Namely) those whose lives the angels take in a state of wrong-doing to their own souls." Then would they offer submission (with the pretence), "We did no evil (knowingly)." (The angels will reply), "Nay, but verily Allah knoweth all that ye did;
|
Words | | |
17. [16:30] | veḳîle lilleẕîne-tteḳav mâẕâ enzele rabbüküm. ḳâlû ḫayrâ. lilleẕîne aḥsenû fî hâẕihi-ddünyâ ḥaseneh. veledâru-l'âḫirati ḫayr. veleni`me dâru-lmütteḳîn. | وقيل للذين اتقوا ماذا أنزل ربكم قالوا خيرا للذين أحسنوا في هذه الدنيا حسنة ولدار الآخرة خير ولنعم دار المتقين وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ |
---|
Elmalılı | Kötülüklerden sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince: "Hayır indirdi" derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah'tan korkanların yurdu ne güzeldir! |
Y. Ali | To the righteous (when) it is said, "What is it that your Lord has revealed?" they say, "All that is good." To those who do good, there is good in this world, and the Home of the Hereafter is even better and excellent indeed is the Home of the righteous,-
|
Words | | |
18. [16:31] | cennâtü `adniy yedḫulûnehâ tecrî min taḥtihe-l'enhâru lehüm fîhâ mâ yeşâûn. keẕâlike yeczi-llâhü-lmütteḳîn. | جنات عدن يدخلونها تجري من تحتها الأنهار لهم فيها ما يشاءون كذلك يجزي الله المتقين جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ |
---|
Elmalılı | O girecekleri yer, Adn cennetleridir ki, altından ırmaklar akar. Orada Allah'tan korkanlara diledikleri nimetler vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükafatlandırır. |
Y. Ali | Gardens of Eternity which they will enter: beneath them flow (pleasant) rivers: they will have therein all that they wish: thus doth Allah reward the righteous,-
|
Words | | |
19. [16:32] | elleẕîne teteveffâhümü-lmelâiketü ṭayyibîne yeḳûlûne selâmün `aleykümü-dḫulü-lcennete bimâ küntüm ta`melûn. | الذين تتوفاهم الملائكة طيبين يقولون سلام عليكم ادخلوا الجنة بما كنتم تعملون الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلاَمٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ |
---|
Elmalılı | Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar. "Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak girin cennet'e..." derler. |
Y. Ali | (Namely) those whose lives the angels take in a state of purity, saying (to them), "Peace be on you; enter ye the Garden, because of (the good) which ye did (in the world)."
|
Words | | |
20. [16:33] | hel yenżurûne illâ en te'tiyehümü-lmelâiketü ev ye'tiye emru rabbik. keẕâlike fe`ale-lleẕîne min ḳablihim. vemâ żalemehümü-llâhü velâkin kânû enfüsehüm yażlimûn. | هل ينظرون إلا أن تأتيهم الملائكة أو يأتي أمر ربك كذلك فعل الذين من قبلهم وما ظلمهم الله ولكن كانوا أنفسهم يظلمون هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلاَئِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلـكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ |
---|
Elmalılı | Ancak kendilerine, ruhlarını alacak meleklerin gelmesini veya Rabbinin azab emrinin (kıyametin) gelip çatmasını bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi. |
Y. Ali | Do the (ungodly) wait until the angels come to them, or there comes the Command of thy Lord (for their doom)? So did those who went before them. But Allah wronged them not: nay, they wronged their own souls.
|
Words | | |
21. [16:35] | veḳâle-lleẕîne eşrakû lev şâe-llâhü mâ `abednâ min dûnihî min şey'in naḥnü velâ âbâünâ velâ ḥarramnâ min dûnihî min şey'. keẕâlike fe`ale-lleẕîne min ḳablihim. fehel `ale-rrusüli ille-lbelâgu-lmübîn. | وقال الذين أشركوا لو شاء الله ما عبدنا من دونه من شيء نحن ولا آباؤنا ولا حرمنا من دونه من شيء كذلك فعل الذين من قبلهم فهل على الرسل إلا البلاغ المبين وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاءَ اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلاَ آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ |
---|
Elmalılı | Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık" Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık seçik bir tebliğden, ibarettir. |
Y. Ali | The worshippers of false gods say: "If Allah had so willed, we should not have worshipped aught but Him - neither we nor our fathers,- nor should we have prescribed prohibitions other than His." So did those who went before them. But what is the mission of messengers but to preach the Clear Message?
|
Words | | |
22. [16:39] | liyübeyyine lehümü-lleẕî yaḫtelifûne fîhi veliya`leme-lleẕîne keferû ennehüm kânû kâẕibîn. | ليبين لهم الذي يختلفون فيه وليعلم الذين كفروا أنهم كانوا كاذبين لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَاذِبِينَ |
---|
Elmalılı | Allah ölüleri diriltecek ki, o kâfirlerin, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıkça göstersin ve bunu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler. |
Y. Ali | (They must be raised up), in order that He may manifest to them the truth of that wherein they differ, and that the rejecters of Truth may realise that they had indeed (surrendered to) Falsehood.
|
Words | | |
23. [16:41] | velleẕîne hâcerû fi-llâhi mim ba`di mâ żulimû lenübevviennehüm fi-ddünyâ ḥaseneh. veleecru-l'âḫirati ekber. lev kânû ya`lemûn. | والذين هاجروا في الله من بعد ما ظلموا لنبوئنهم في الدنيا حسنة ولأجر الآخرة أكبر لو كانوا يعلمون وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, biz dünyada mutlaka onları güzel bir yere yerleştiririz. Halbuki bilirlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür. |
Y. Ali | To those who leave their homes in the cause of Allah, after suffering oppression,- We will assuredly give a goodly home in this world; but truly the reward of the Hereafter will be greater. If they only realised (this)!
|
Words | | |
24. [16:42] | elleẕîne ṣaberû ve`alâ rabbihim yetevekkelûn. | الذين صبروا وعلى ربهم يتوكلون الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ |
---|
Elmalılı | O Muhacirler, müşriklerin eziyetlerine sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. |
Y. Ali | (They are) those who persevere in patience, and put their trust on their Lord.
|
Words | | |
25. [16:45] | efeemine-lleẕîne mekerü-sseyyiâti ey yaḫsife-llâhü bihimü-l'arḍa ev ye'tiyehümü-l`aẕâbü min ḥayŝü lâ yeş`urûn. | أفأمن الذين مكروا السيئات أن يخسف الله بهم الأرض أو يأتيهم العذاب من حيث لا يشعرون أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُواْ السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللّهُ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ |
---|
Elmalılı | Sinsice kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçiremeyeceğinden, yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular? |
Y. Ali | Do then those who devise evil (plots) feel secure that Allah will not cause the earth to swallow them up, or that the Wrath will not seize them from directions they little perceive?-
|
Words | | |
26. [16:60] | lilleẕîne lâ yü'minûne bil'âḫirati meŝelü-ssev'. velillâhi-lmeŝelü-l'a`lâ. vehüve-l`azîzü-lḥakîm. | للذين لا يؤمنون بالآخرة مثل السوء ولله المثل الأعلى وهو العزيز الحكيم لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ وَلِلّهِ الْمَثَلُ الْأَعْلَىَ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ |
---|
Elmalılı | Ahirete iman etmeyenler için kötü sıfatlar var. En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. |
Y. Ali | To those who believe not in the Hereafter, applies the similitude of evil: to Allah applies the highest similitude: for He is the Exalted in Power, full of Wisdom.
|
Words | | |
27. [16:65] | vellâhü enzele mine-ssemâi mâen feaḥyâ bihi-l'arḍa ba`de mevtihâ. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yesme`ûn. | والله أنزل من السماء ماء فأحيا به الأرض بعد موتها إن في ذلك لآية لقوم يسمعون وَاللّهُ أَنزَلَ مِنَ الْسَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ |
---|
Elmalılı | Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | And Allah sends down rain from the skies, and gives therewith life to the earth after its death: verily in this is a Sign for those who listen.
|
Words | | |
28. [16:67] | vemin ŝemerâti-nneḫîli vel'a`nâbi tetteḫiẕûne minhü sekerav verizḳan ḥasenâ. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy ya`ḳilûn. | ومن ثمرات النخيل والأعناب تتخذون منه سكرا ورزقا حسنا إن في ذلك لآية لقوم يعقلون وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ |
---|
Elmalılı | Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | And from the fruit of the date-palm and the vine, ye get out wholesome drink and food: behold, in this also is a sign for those who are wise.
|
Words | | |
29. [16:69] | ŝümme külî min külli-ŝŝemerâti feslükî sübüle rabbiki ẕülülâ. yaḫrucü mim büṭûnihâ şerâbüm muḫtelifün elvânühû fîhi şifâül linnâs. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy yetefekkerûn. | ثم كلي من كل الثمرات فاسلكي سبل ربك ذللا يخرج من بطونها شراب مختلف ألوانه فيه شفاء للناس إن في ذلك لآية لقوم يتفكرون ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاً يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِّلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ |
---|
Elmalılı | Sonra meyvaların hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır. |
Y. Ali | Then to eat of all the produce (of the earth), and find with skill the spacious paths of its Lord: there issues from within their bodies a drink of varying colours, wherein is healing for men: verily in this is a Sign for those who give thought.
|
Words | | |
30. [16:71] | vellâhü feḍḍale ba`ḍaküm `alâ ba`ḍin fi-rrizḳ. feme-lleẕîne füḍḍilû birâddî rizḳihim `alâ mâ meleket eymânühüm fehüm fîhi sevâün. efebini`meti-llâhi yecḥadûn. | والله فضل بعضكم على بعض في الرزق فما الذين فضلوا برادي رزقهم على ما ملكت أيمانهم فهم فيه سواء أفبنعمة الله يجحدون وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ |
---|
Elmalılı | Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar? |
Y. Ali | Allah has bestowed His gifts of sustenance more freely on some of you than on others: those more favoured are not going to throw back their gifts to those whom their right hands possess, so as to be equal in that respect. Will they then deny the favours of Allah?
|
Words | | |