1. [26:53] | feersele fir`avnü fi-lmedâini ḥâşirîn. | فأرسل فرعون في المدائن حاشرين فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ |
---|
Elmalılı | Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: |
Y. Ali | Then Pharaoh sent heralds to (all) the Cities,
|
Words | | |
2. [26:67] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
3. [26:84] | vec`al lî lisâne ṣidḳin fi-l'âḫirîn. | واجعل لي لسان صدق في الآخرين وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ |
---|
Elmalılı | "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!" |
Y. Ali | "Grant me honourable mention on the tongue of truth among the latest (generations);
|
Words | | |
4. [26:94] | fekübkibû fîhâ hüm velgâvûn. | فكبكبوا فيها هم والغاوون فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ |
---|
Elmalılı | Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar. |
Y. Ali | "Then they will be thrown headlong into the (Fire),- they and those straying in Evil,
|
Words | | |
5. [26:96] | ḳâlû vehüm fîhâ yaḫteṣimûn. | قالوا وهم فيها يختصمون قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ |
---|
Elmalılı | Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: |
Y. Ali | "They will say there in their mutual bickerings:
|
Words | | |
6. [26:97] | tellâhi in künnâ lefî ḍalâlim mübîn. | تالله إن كنا لفي ضلال مبين تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ |
---|
Elmalılı | "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz." |
Y. Ali | "'By Allah, we were truly in an error manifest,
|
Words | | |
7. [26:103] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign but most of them do not believe.
|
Words | | |
8. [26:119] | feenceynâhü vemem me`ahû fi-lfülki-lmeşḥûn. | فأنجيناه ومن معه في الفلك المشحون فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ |
---|
Elmalılı | Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık. |
Y. Ali | So We delivered him and those with him, in the Ark filled (with all creatures).
|
Words | | |
9. [26:121] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
10. [26:139] | fekeẕẕebûhü feehleknâhüm. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | فكذبوه فأهلكناهم إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | So they rejected him, and We destroyed them. Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
11. [26:146] | etütrakûne fî mâ hâhünâ âminîn. | أتتركون في ما هاهنا آمنين أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ |
---|
Elmalılı | "Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?" |
Y. Ali | "Will ye be left secure, in (the enjoyment of) all that ye have here?-
|
Words | | |
12. [26:147] | fî cennâtiv ve`uyûn. | في جنات وعيون فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ |
---|
Elmalılı | "Bahçelerin, pınarların içinde," |
Y. Ali | "Gardens and Springs,
|
Words | | |
13. [26:152] | elleẕîne yüfsidûne fi-l'arḍi velâ yuṣliḥûn. | الذين يفسدون في الأرض ولا يصلحون الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın." |
Y. Ali | "Who make mischief in the land, and mend not (their ways)."
|
Words | | |
14. [26:158] | feeḫaẕehümü-l`aẕâb. inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | فأخذهم العذاب إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | But the Penalty seized them. Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
15. [26:171] | illâ `acûzen fi-lgâbirîn. | إلا عجوزا في الغابرين إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ |
---|
Elmalılı | Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı. |
Y. Ali | Except an old woman who lingered behind.
|
Words | | |
16. [26:174] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in this is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
17. [26:183] | velâ tebḫasü-nnâse eşyâehüm velâ ta`ŝev fi-l'arḍi müfsidîn. | ولا تبخسوا الناس أشياءهم ولا تعثوا في الأرض مفسدين وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ |
---|
Elmalılı | "Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." |
Y. Ali | "And withhold not things justly due to men, nor do evil in the land, working mischief.
|
Words | | |
18. [26:190] | inne fî ẕâlike leâyeh. vemâ kâne ekŝeruhüm mü'minîn. | إن في ذلك لآية وما كان أكثرهم مؤمنين إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
Y. Ali | Verily in that is a Sign: but most of them do not believe.
|
Words | | |
19. [26:196] | veinnehû lefî zübüri-l'evvelîn. | وإنه لفي زبر الأولين وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ |
---|
Elmalılı | O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardı. |
Y. Ali | Without doubt it is (announced) in the mystic Books of former peoples.
|
Words | | |
20. [26:200] | keẕâlike seleknâhü fî ḳulûbi-lmücrimîn. | كذلك سلكناه في قلوب المجرمين كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ |
---|
Elmalılı | Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. (okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. |
Y. Ali | Thus have We caused it to enter the hearts of the sinners.
|
Words | | |
21. [26:219] | veteḳallübeke fi-ssâcidîn. | وتقلبك في الساجدين وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ |
---|
Elmalılı | Ve secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor.) |
Y. Ali | And thy movements among those who prostrate themselves,
|
Words | | |
22. [26:225] | elem tera ennehüm fî külli vâdiy yehîmûn. | ألم تر أنهم في كل واد يهيمون أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ |
---|
Elmalılı | Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? |
Y. Ali | Seest thou not that they wander distracted in every valley?-
|
Words | | |
23. [27:5] | ülâike-lleẕîne lehüm sûü-l`aẕâbi vehüm fi-l'âḫirati hümü-l'aḫserûn. | أولئك الذين لهم سوء العذاب وهم في الآخرة هم الأخسرون أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ |
---|
Elmalılı | İşte bunlar, kendileri için oldukça ağır bir azab bulunan kimselerdir, ahirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır. |
Y. Ali | Such are they for whom a grievous Penalty is (waiting); and in the Hereafter theirs will be the greatest loss.
|
Words | | |
24. [27:8] | felemmâ câehâ nûdiye em bûrike men fi-nnâri vemen ḥavlehâ. vesübḥâne-llâhi rabbi-l`âlemîn. | فلما جاءها نودي أن بورك من في النار ومن حولها وسبحان الله رب العالمين فَلَمَّا جَاءَهَا نُودِيَ أَن بُورِكَ مَن فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ |
---|
Elmalılı | Oraya geldiğinde şöyle seslenilmişti: "Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!" |
Y. Ali | But when he came to the (fire), a voice was heard: "Blessed are those in the fire and those around: and glory to Allah, the Lord of the worlds.
|
Words | | |
25. [27:12] | veedḫil yedeke fî ceybike taḫruc beyḍâe min gayri sûin fî tis`i âyâtin ilâ fir`avne veḳavmih. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn. | وأدخل يدك في جيبك تخرج بيضاء من غير سوء في تسع آيات إلى فرعون وقومه إنهم كانوا قوما فاسقين وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ |
---|
Elmalılı | "Elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git), çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır." |
Y. Ali | "Now put thy hand into thy bosom, and it will come forth white without stain (or harm): (these are) among the nine Signs (thou wilt take) to Pharaoh and his people: for they are a people rebellious in transgression."
|
Words | | |
26. [27:19] | fetebesseme ḍâḥikem min ḳavlihâ veḳâle rabbi evzi`nî en eşküra ni`meteke-lletî en`amte `aleyye ve`alâ vâlideyye veen a`mele ṣâliḥan terḍâhü veedḫilnî biraḥmetike fî `ibâdike-ṣṣâliḥîn. | فتبسم ضاحكا من قولها وقال رب أوزعني أن أشكر نعمتك التي أنعمت علي وعلى والدي وأن أعمل صالحا ترضاه وأدخلني برحمتك في عبادك الصالحين فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ |
---|
Elmalılı | (Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat." |
Y. Ali | So he smiled, amused at her speech; and he said: "O my Lord! so order me that I may be grateful for Thy favours, which thou hast bestowed on me and on my parents, and that I may work the righteousness that will please Thee: And admit me, by Thy Grace, to the ranks of Thy righteous Servants."
|
Words | | |
27. [27:25] | ellâ yescüdû lillâhi-lleẕî yuḫricü-lḫab'e fi-ssemâvâti vel'arḍi veya`lemü mâ tuḫfûne vemâ tü`linûn. | ألا يسجدوا لله الذي يخرج الخبء في السماوات والأرض ويعلم ما تخفون وما تعلنون أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ |
---|
Elmalılı | "Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmezler." |
Y. Ali | "(Kept them away from the Path), that they should not worship Allah, Who brings to light what is hidden in the heavens and the earth, and knows what ye hide and what ye reveal.
|
Words | | |
28. [27:32] | ḳâlet yâ eyyühe-lmeleü eftûnî fî emrî. mâ küntü ḳâṭi`aten emran ḥattâ teşhedûn. | قالت يا أيها الملأ أفتوني في أمري ما كنت قاطعة أمرا حتى تشهدون قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ |
---|
Elmalılı | (Sonra Melike) dedi ki: "Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam." |
Y. Ali | She said: "Ye chiefs! advise me in (this) my affair: no affair have I decided except in your presence."
|
Words | | |
29. [27:48] | vekâne fi-lmedîneti tis`atü rahṭiy yüfsidûne fi-l'arḍi velâ yuṣliḥûn. | وكان في المدينة تسعة رهط يفسدون في الأرض ولا يصلحون وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ |
---|
Elmalılı | O şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. |
Y. Ali | There were in the city nine men of a family, who made mischief in the land, and would not reform.
|
Words | | |
30. [27:52] | fetilke büyûtühüm ḫâviyetem bimâ żalemû. inne fî ẕâlike leâyetel liḳavmiy ya`lemûn. | فتلك بيوتهم خاوية بما ظلموا إن في ذلك لآية لقوم يعلمون فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُوا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ |
---|
Elmalılı | İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır. |
Y. Ali | Now such were their houses, - in utter ruin, - because they practised wrong-doing. Verily in this is a Sign for people of knowledge.
|
Words | | |