1. [51:40] | feeḫaẕnâhü vecünûdehû fenebeẕnâhüm fi-lyemmi vehüve mülîm. | فأخذناه وجنوده فنبذناهم في اليم وهو مليم فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ |
---|
Elmalılı | Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu. |
Y. Ali | So We took him and his forces, and threw them into the sea; and his was the blame.
|
Words | | |
2. [51:41] | vefî `âdin iẕ erselnâ `aleyhimü-rrîḥa-l`aḳîm. | وفي عاد إذ أرسلنا عليهم الريح العقيم وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ |
---|
Elmalılı | Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik. |
Y. Ali | And in the 'Ad (people) (was another Sign): Behold, We sent against them the devastating Wind:
|
Words | | |
3. [51:43] | vefî ŝemûde iẕ ḳîle lehüm temette`û ḥattâ ḥîn. | وفي ثمود إذ قيل لهم تمتعوا حتى حين وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ |
---|
Elmalılı | Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti. |
Y. Ali | And in the Thamud (was another Sign): Behold, they were told, "Enjoy (your brief day) for a little while!"
|
Words | | |
4. [52:3] | fî raḳḳim menşûr. | في رق منشور فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ |
---|
Elmalılı | Yayılmış ince deri üzerine, satır satır yazılmış kitaba, |
Y. Ali | In a Scroll unfolded;
|
Words | | |
5. [52:12] | elleẕîne hüm fî ḫavḍiy yel`abûn. | الذين هم في خوض يلعبون الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ |
---|
Elmalılı | Ki onlar, daldıkları bir batak (bâtıl)da oynayıp duruyorlar. |
Y. Ali | That play (and paddle) in shallow trifles.
|
Words | | |
6. [52:17] | inne-lmütteḳîne fî cennâtiv vene`îm. | إن المتقين في جنات ونعيم إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ |
---|
Elmalılı | Şüphesiz (günahlardan) korunanlar da cennetlerde, nimetler içindedirler. |
Y. Ali | As to the Righteous, they will be in Gardens, and in Happiness,-
|
Words | | |
7. [52:23] | yetenâza`ûne fîhâ ke'sel lâ lagvun fîhâ velâ te'ŝîm. | يتنازعون فيها كأسا لا لغو فيها ولا تأثيم يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَّا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ |
---|
Elmalılı | Orada bir kadeh kapışırlar ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de günaha sokma. |
Y. Ali | They shall there exchange, one with another, a (loving) cup free of frivolity, free of all taint of ill.
|
Words | | |
8. [52:26] | ḳâlû innâ künnâ ḳablü fî ehlinâ müşfiḳîn. | قالوا إنا كنا قبل في أهلنا مشفقين قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ |
---|
Elmalılı | Ve diyorlar ki: "Gerçekte biz daha önce (dünya hayatında) âilemiz içinde (âkibetimizden) korkardık". |
Y. Ali | They will say: "Aforetime, we were not without fear for the sake of our people.
|
Words | | |
9. [52:38] | em lehüm süllemüy yestemi`ûne fîh. felye'ti müstemi`uhüm bisülṭânim mübîn. | أم لهم سلم يستمعون فيه فليأت مستمعهم بسلطان مبين أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ |
---|
Elmalılı | Yoksa kendilerine mahsus (üzerine çıkıp sırları) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin. |
Y. Ali | Or have they a ladder, by which they can (climb up to heaven and) listen (to its secrets)? Then let (such a) listener of theirs produce a manifest proof.
|
Words | | |
10. [52:45] | feẕerhüm ḥattâ yülâḳû yevmehümü-lleẕî fîhi yuṣ`aḳûn. | فذرهم حتى يلاقوا يومهم الذي فيه يصعقون فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ |
---|
Elmalılı | Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları (kendi hallerine) bırak. |
Y. Ali | So leave them alone until they encounter that Day of theirs, wherein they shall (perforce) swoon (with terror),-
|
Words | | |
11. [53:26] | vekem mim melekin fi-ssemâvâti lâ tugnî şefâ`atühüm şey'en illâ mim ba`di ey ye'ẕene-llâhü limey yeşâü veyerḍâ. | وكم من ملك في السماوات لا تغني شفاعتهم شيئا إلا من بعد أن يأذن الله لمن يشاء ويرضى وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاءُ وَيَرْضَى |
---|
Elmalılı | Göklerde nice melek var ki Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz. |
Y. Ali | How many-so-ever be the angels in the heavens, their intercession will avail nothing except after Allah has given leave for whom He pleases and that he is acceptable to Him.
|
Words | | |
12. [53:31] | velillâhi mâ fi-ssemâvâti vemâ fi-l'arḍi liyecziye-lleẕîne esâü bimâ `amilû veyecziye-lleẕîne aḥsenû bilḥusnâ. | ولله ما في السماوات وما في الأرض ليجزي الذين أساءوا بما عملوا ويجزي الذين أحسنوا بالحسنى وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Akıbet (sonuçta) kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandıracaktır. |
Y. Ali | Yea, to Allah belongs all that is in the heavens and on earth: so that He rewards those who do evil, according to their deeds, and He rewards those who do good, with what is best.
|
Words | | |
13. [53:32] | elleẕîne yectenibûne kebâira-l'iŝmi velfevâḥişe ille-llemem. inne rabbeke vâsi`u-lmagfirah. hüve a`lemü biküm iẕ enşeeküm mine-l'arḍi veiẕ entüm ecinnetün fî büṭûni ümmehâtiküm. felâ tüzekkû enfüseküm. hüve a`lemü bimeni-tteḳâ. | الذين يجتنبون كبائر الإثم والفواحش إلا اللمم إن ربك واسع المغفرة هو أعلم بكم إذ أنشأكم من الأرض وإذ أنتم أجنة في بطون أمهاتكم فلا تزكوا أنفسكم هو أعلم بمن اتقى الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى |
---|
Elmalılı | Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. |
Y. Ali | Those who avoid great sins and shameful deeds, only (falling into) small faults,- verily thy Lord is ample in forgiveness. He knows you well when He brings you out of the earth, And when ye are hidden in your mothers' wombs. Therefore justify not yourselves: He knows best who it is that guards against evil.
|
Words | | |
14. [53:36] | em lem yünebbe' bimâ fî ṣuḥufi mûsâ. | أم لم ينبأ بما في صحف موسى أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَى |
---|
Elmalılı | Yoksa haber verilmedi mi Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar? |
Y. Ali | Nay, is he not acquainted with what is in the Books of Moses-
|
Words | | |
15. [54:4] | veleḳad câehüm mine-l'embâi mâ fîhi müzdecer. | ولقد جاءهم من الأنباء ما فيه مزدجر وَلَقَدْ جَاءَهُم مِّنَ الْأَنبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ |
---|
Elmalılı | Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir. |
Y. Ali | There have already come to them Recitals wherein there is (enough) to check (them),
|
Words | | |
16. [54:19] | innâ erselnâ `aleyhim rîḥan ṣarṣaran fî yevmi naḥsim müstemirr. | إنا أرسلنا عليهم ريحا صرصرا في يوم نحس مستمر إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ |
---|
Elmalılı | Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik. |
Y. Ali | For We sent against them a furious wind, on a Day of violent Disaster,
|
Words | | |
17. [54:24] | feḳâlû ebeşeram minnâ vâḥiden nettebi`uhû innâ iẕel lefî ḍalâliv vesü`ur. | فقالوا أبشرا منا واحدا نتبعه إنا إذا لفي ضلال وسعر فَقَالُوا أَبَشَرًا مِّنَّا وَاحِدًا نَّتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ |
---|
Elmalılı | "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler. |
Y. Ali | For they said: "What! a man! a Solitary one from among ourselves! shall we follow such a one? Truly should we then be straying in mind, and mad!
|
Words | | |
18. [54:43] | eküffâruküm ḫayrum min ülâiküm em leküm berâetün fi-zzübür. | أكفاركم خير من أولئكم أم لكم براءة في الزبر أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُوْلَئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ |
---|
Elmalılı | Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var? |
Y. Ali | Are your Unbelievers, (O Quraish), better than they? Or have ye an immunity in the Sacred Books?
|
Words | | |
19. [54:47] | inne-lmücrimîne fî ḍalâliv vesü`ur. | إن المجرمين في ضلال وسعر إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ |
---|
Elmalılı | Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. |
Y. Ali | Truly those in sin are the ones straying in mind, and mad.
|
Words | | |
20. [54:48] | yevme yüsḥabûne fi-nnâri `alâ vucûhihim. ẕûḳû messe seḳara. | يوم يسحبون في النار على وجوههم ذوقوا مس سقر يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ |
---|
Elmalılı | O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek). |
Y. Ali | The Day they will be dragged through the Fire on their faces, (they will hear:) "Taste ye the touch of Hell!"
|
Words | | |
21. [54:52] | veküllü şey'in fe`alûhü fi-zzübür. | وكل شيء فعلوه في الزبر وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ |
---|
Elmalılı | İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur. |
Y. Ali | All that they do is noted in (their) Books (of Deeds):
|
Words | | |
22. [54:54] | inne-lmütteḳîne fî cennâtiv veneher. | إن المتقين في جنات ونهر إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ |
---|
Elmalılı | Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler. |
Y. Ali | As to the Righteous, they will be in the midst of Gardens and Rivers,
|
Words | | |
23. [54:55] | fî maḳ`adi ṣidḳin `inde melîkim muḳtedir. | في مقعد صدق عند مليك مقتدر فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ |
---|
Elmalılı | Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar. |
Y. Ali | In an Assembly of Truth, in the Presence of a Sovereign Omnipotent.
|
Words | | |
24. [55:8] | ellâ taṭgav fi-lmîzân. | ألا تطغوا في الميزان أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ |
---|
Elmalılı | Sakın tartıda taşkınlık etmeyin. |
Y. Ali | In order that ye may not transgress (due) balance.
|
Words | | |
25. [55:11] | fîhâ fâkiheh. vennaḫlü ẕâtü-l'ekmâm. | فيها فاكهة والنخل ذات الأكمام فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ |
---|
Elmalılı | Orada meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları vardır. |
Y. Ali | Therein is fruit and date-palms, producing spathes (enclosing dates);
|
Words | | |
26. [55:24] | velehü-lcevâri-lmünşeâtü fi-lbaḥri kel'a`lâm. | وله الجوار المنشآت في البحر كالأعلام وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنشَآتُ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ |
---|
Elmalılı | Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler de onundur. |
Y. Ali | And His are the Ships sailing smoothly through the seas, lofty as mountains:
|
Words | | |
27. [55:29] | yes'elühû men fi-ssemâvâti vel'arḍ. külle yevmin hüve fî şe'n. | يسأله من في السماوات والأرض كل يوم هو في شأن يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ |
---|
Elmalılı | Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir. |
Y. Ali | Of Him seeks (its need) every creature in the heavens and on earth: every day in (new) Splendour doth He (shine)!
|
Words | | |
28. [55:72] | ḥûrum maḳṣûrâtün fi-lḫiyâm. | حور مقصورات في الخيام حُورٌ مَّقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ |
---|
Elmalılı | Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır. |
Y. Ali | Companions restrained (as to their glances), in (goodly) pavilions;-
|
Words | | |
29. [56:12] | fî cennâti-nne`îm. | في جنات النعيم فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ |
---|
Elmalılı | Nimet cennetlerindedirler. |
Y. Ali | In Gardens of Bliss:
|
Words | | |
30. [56:25] | lâ yesme`ûne fîhâ lagvev velâ te'ŝîmâ. | لا يسمعون فيها لغوا ولا تأثيما لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا |
---|
Elmalılı | Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. |
Y. Ali | Not frivolity will they hear therein, nor any taint of ill,-
|
Words | | |